İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

O gün Akhtamar dört dilliydi

Narin Yıldız

Gözüm hep kilisenin tavanlarındaydı, bir kuş havalanıyordu ve pencereden bir ışık huzmesi geliyordu. Koronun sesine ışık ve bir kuşun kanat çırpışı da eşlik ediyordu, bir adanın ortasında yapayalnız duran bu duvarlara can gelmişti sanki.

Van’a gitmeye henüz karar vermemişken Besse kuyrig (abla) aradı hâl hatır sordu ‘İstanbul’a gelmiyor musun?’ dedi. Birkaç hafta sonra Van’a gitmeyi düşündüğümü söyledim. O da ‘Tam o zamanlar Surp Haç Yortusu olabilir’ dedi. Benim aklımdaysa Kars’a gitmek vardı. Ani harabelerini çok merak ediyordum. Van’a gittikten sonra tekrar Besse kuyriğimle görüştüm. Yortu tam da ben İzmir’e dönmeden 1 gün öncesine denk geliyordu. Ama ben hâlâ kararsızdım. Sonra arkadaşlarım “Bir daha böyle bir ana denk gelemezsin, istediğin zaman Kars’a gidebilirsin ama ayine denk gelmek zor” deyince kendime geldim. Arkadaşım Lorin’le gitmeye karar verdik. Tabii yanımızda Piko, yani Lorin’in köpeği de vardı. Sonra arkadaşım Fırat da katıldı.

Ayine ilk gittiğimizde arkalardaydık, sonra önlere doğru ilerledik ama hâlâ insanlar gelmeye devam ediyordu. Gözüm hep kilisenin tavanlarındaydı, bir kuş havalanıyordu ve pencereden bir ışık huzmesi geliyordu. Koronun sesine ışık ve bir kuşun kanat çırpışı da eşlik ediyordu, bir adanın ortasında yapayalnız duran bu duvarlara can gelmişti sanki. O an çok güzeldi. Duvarlardaki kutsal resimlerin hikâyesini duyar gibiydim ayinde. Ama bir yandan da etrafımdaki hareketlilik devam ediyordu, gelenler ve gidenler. Bir de kalanlar vardı. En öndekiler, Ermeniler. Onlar sadece orada duanın ve yaşanılan anın içindeydiler. Bizse sadece seyrediyorduk. Zamanın dışında gibiydik.

Kiliseden çıktığımızda mum yakılan yere gittik. Lorin, diasporadan gelen bir Ermeni ile konuşuyordu. Montreal’den gelmiş. Ermeni olup olmadığımızı sordu. Olmadığımızı söyleyince Kürtçe birkaç kelime söyleyip şakalaştı bizimle, ismi Kevork’tu. Diasporadan gelen başka Ermeniler de vardı. Ermenice dersi almıştım, tez çalışmam sırasında, o yüzden kulak kesiliyordum konuşmalara, anlamaya çalışıyordum, bir de duvardaki yazıları okumaya çalışıyordum. Unuttuğumu fark ettim.  Sevan hocam bu halimi görseydi kızardı bana diye hayıflanıyordum. O an bir dili hatırlamaya çalışmak güzeldi.

Adaya gelen Ermeniler azdı, yöre halkından ve İranlılardan da gelenler vardı. O gün ada dört dilliydi. Yanımızda Piko olduğu için ilgi Piko’nun üzerindeydi ve dört dili de Piko sayesinde duyduk. Piko’yu epey sevmişlerdi. Piko ile gezerken adadaki Ermeni mezarlarına doğru gittik. Mezarların etrafını çitle kapatılmıştı ve ‘Mezarlara basmayınız’ diye bir tabela vardı. Tam o anda bir adam mezarlığın içine girdi ve bir ağaçta henüz olgunlaşmamış bir meyveyi kopardı. Oğluna verdi , ‘Sen seversin ama henüz olgunlaşmamış’ diyerek. Oğlu ise  babasına “Orası mezarlık baba, tabelada yazıyor, basma oraya” dedi. Çocuğun babasına saygı duymayı hatırlatması beni duygulandırdı. O an çevrili çitlere rağmen mezarların arasına yapılan o yolda büyük bir taş parçası görmüştüm ve üzerinde haç figürü vardı. Yürümemiz için yapılan o yolda da mezarlar vardı aslında. Alevi bir ailede büyümüştüm ve bizde mezarlara basılmazdı. Mezarlarımız kendi topraklarımızla kurduğumuz tek bağdı ve değerliydi bizim için. Sonra yağmur çiselemeye başladı. Hem güneş vardı hem de tatlı tatlı serpen yağmur. 8 gündür Van’daydım ve böyle güzel bir havaya denk gelmemiştim. Meğer ada, ona ruh verenleri bekliyormuş.

https://www.agos.com.tr/tr/yazi/29130/o-gun-akhtamar-dort-dilliydi

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın