Yüzyıl öncesinden sürgünle başlayıp, 2022 yılına uzanan bir insan hikayesi
30 yaşındaki Muhsin Omaç, Müslüman-dindar bir ailede doğdu. İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu, yıllarca imamlık ve din kültürü öğretmenliği yaptı.
20’li yaşlarında İslam’ı sorgulamaya başlayan Omaç, 24 yaşına geldiğinde inancını değiştirdi.
Artık Müslüman değildi ancak din eksenli bir mesleği olduğu için sosyal hayatını değiştiremedi.
İkili ve gizli bir hayat yaşayan Omaç, senelerce kaygı ve korku ile anne tarafından gelen Ermeni kimliğini gizledi.
30 yaşlarına geldiğinde öğretmenlik yaptığı okulda Ermeni olduğu öğrenildi.
Uzun bir süre çok ağır mobbinge maruz kaldı. Birçok tarikat ve cemaatin internet sayfasında hedef gösterildi, tehdit edildi.
Hakkında, tıpkı kendisi gibi Ermeni olan ve katledilen Hrant Dink‘e yapıldığı gibi “Türk milletini aşağılamak” suçundan soruşturma açıldı, yakalama kararı çıktı.
Muhsin Omaç Türkiye’den, evinden kaçmak zorunda kaldı.
İşte yüzyıl öncesinden sürgünle başlayıp, 2022 yılına uzanan bir insan hikayesi.
Muhsin Omaç ile ilk görüşmemizi telefonda yaptık. Konuşma sırasında bu röportajı çok uzun zamandır benimle yapma fikrinin aklında olduğu ancak cesaretini şimdilerde toparlayabildiğini söyledi.
Hemen birkaç gün sonrası için sözleştik ve Kadıköy’de, Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde buluştuk.
Muhsin hayat hikayesini anlatmaya başlamadan önce tedirginliği yüzünden okunuyordu.
Tanınmaktan, birinin onu görmesinden, konuştuklarımızı duymasından haklı olarak çok çekiniyordu. Tedirgin ama kararlıydı.
“Sürgün ya da idamdan kurtulan binlerce Ermeni çocuktan biriydi dedem”
Muhsin Omaç, Batman-Sosanlı. Hikayesini, doğduğu evi ve ailesini anlatarak başladı:
İşte bizim hikayemiz. 100 yıl önce ölüm ya da sürgün ile tamamlanması gereken bir hikayeden geriye kalan son iki kişi; ben ve kız kardeşim. 1915 büyük ölçekte ‘başarılı’ bir şekilde sona erdikten sonra kelimenin tam anlamıyla ‘kılıç artığı’ diyebileceğimiz son anda bir şekilde ölüm, sürgün ya da idamdan kurtulan binlerce ermeni çocuktan biriydi dedem.
Muhsin Omaç, 54 kişilik koca bir sülaleden sadece kendisi, kardeşi ve iki kuzeni ile beraber sağ çıkabiliyor.
Ailenin bütün üyeleri gözlerinin önünde katledilirken kuvvetle muhtemel çocuk yaşta oldukları için ölümden kurtuluyorlar.
Hayatta kalan pek çok ‘kılıç artığı’ gibi, kendisi de ağır işlerde çalışmak zorunda kalıyor.
Babalarından kalan köylerine, tapularına ve mülklerine el koyuluyor.
Uzun bir süre direnmelerine rağmen, toplu halde sünnet ettirilip Müslümanlaştırılıyorlar.
Omaç, o süreci şu sözlerle anlattı:
Annem kardeşlerinin en küçüğü olarak, 1950’li yıllarının sonuna doğru gözlerini dünyaya açtığında aile artık tümüyle Kürtleşmiş ve Ermeniliğe dair hiçbir şey kalmamıştı. Yarım asırdan kısa bir sürede Ermeniliğe ve Hristiyanlığa dair her şey yok edilmişti. Müslümanlaştırılmış bir aile olmalarına rağmen, uzun süre tehdit baskı ve kovuşturmalara maruz kalıyorlar.
“Siz Ermeni olduğunuzu unutsanız bile toplum ve devlet unutmuyor”
Annesinin Kürt bir aşiretten olan babasıyla, teyzesinin de Arap bir aşiretten birileriyle evlendirildiğini anlatan Oma, “Bu evlilikler rızalarının dışında oluyor ama Agop Ailesinin kendisini korumaya yönelik aldıkları bir karar olduğunu bildikleri için ikisi de kaderine razı geliyor. Annem uzun yıllar gizlemişti bizden Ermeni olduğunu. Babamın samimi dindarlığına karşı, annemin İslam ile her zaman soğuk bir ilişkisi olmuştu. Küçükken sünnet edilmem için zorla elinden alındığım gün hafızamdan çıkmayan görüntülerden biri olarak ölene kadar ardımı bırakmayacak” diye konuştu.
Omaç, “Ben ve kız kardeşim babamın isteği ve büyük ölçüde baskısı üzerine imam hatip ve ardından ilahiyat eğitimi aldık” dedi.
İlk çocukluk yıllarında annesi ile mütemadiyen dayılarını ziyaret ettiğini söyleyen Omaç, “Bu ziyaretlerden aklımda kalan bazı güçlü fragmanlar var. Adının zikredildiği ama uzaklarda olduğu söylenen bazı akrabalar vardı. Kim olduklarını her defasında merakla sormama rağmen sorularım cevapsız kalırdı” ifadelerini kullandı.
Muhsin Omaç, sözlerini şöyle sürdürdü:
Yine bir gün bir yakınımız vefat etmişti. Annemle beraber cenazeye katılacaktım henüz çok küçük olduğum için dayımın dizinde oturuyordum. Derken cenaze için bir kilisenin avlusuna geldik ve burada hiç tanımadığım insanlar birbirlerini yıllardır görmemiş gibi sarılıp ağlaştılar. Çocuktum ama bu ağlaşmaların mevta için olmadığını hissetmiştim. Birazdan gregoryen ilahiler eşliğinde güzel bir tabutun içinde süslenmiş ölü bedeni getirdiler ve ayinden sonra eve döndük.
Böyle iç içe geçmiş hayatlar yanında, bir de babamın katı muhafazakar diyebileceğim bir yaşantısı vardı. O yaşantıdan annem gibi, ben ve kız kardeşim de nasibimizi aldık. Henüz küçük bir çocukken Kur’an kurslarına zorla gönderilirdik.
“Artık bana Hristiyanlık daha yakın geliyordu”
Muhsin Omaç’la, İslam ile ilgili kaygı ve sorgulamarının nasıl kafasında canlandığı üzerine sohbet etmeye başlıyoruz.
Muhsin bu kez, üniversiteli yıllarını anlatmaya başlıyor.
Öncelikle, annesinin sürgün hikayesi onun Müslümanlığı sorgulamasına neden olmuş.
Bunun yanında, Dicle Üniversitesi’nde İlahiyat Fakültesi’nde okurken birkaç arkadaşıyla İslami konular üzerine tartıştıklarını da anlattı.
Muhsin ve arkadaşları o tarihlerde imamlık yapmaya başlıyorlar ama inançlı gibi rol yapmak zorunda kalıyorlar.
Muhsin’le ikili hayat hikayesinin başlangıç noktasına gidiyoruz:
Annemizin trajedisi ile tanışmamın üzerine çok geçmeden İslam ve Müslümanlar ile arama soğukluk girmişti ama artık çok geçti. Ben bir camide imamlık yaparken kız kardeşim diyanetin başka bir kurumunda hocalık yapıyordu.
Dicle Üniversitesi İlahiyat Bölümü’nde okuduğum sırada, İslam üzerine düşünmeye başladım; sorguladım. Birkaç arkadaşımla birlikte her akşam bir evde toplanır, bu konuları tartışırdık. Bu sıralarda aynı zamanda imamlık yapıyorduk.
Ruhumuz ve bedenimiz ikiye ayrılmıştı. Büyük bir sıkışmışlık yaşıyorduk. İki yüzlü bir hayat yaşıyorduk sanki. Her kıldırdığım namaz vakitlerinde, her ezan okuduğumda, samimi insanların bana sorduğu dini sorulara cevap vermek zorunda kaldığımda vicdanen suçlu hissediyordum. Bu arkadaş grubumla akşamları gizlice bir evde buluşur şarap içerdik. Yakalanmaktan korkarak yapardık bunu.
Üniversite bittiğinde, İslam’dan tamamen ayrıldığını söyleyen Muhsin Omaç, “Müslüman değildim artık. Sorgulamalarım beni bu noktaya getirmişti. Üniversitede çok iyi felsefe dersleri aldık. İnsan kendi gördüğü dünyadan farklı bir şey göremeyince en doğrusunu kendisi yaşıyor, inanıyor sanıyor. İşte biz, o evlerde yaptığımız tartışmalarda bizden farklı düşünen insanların kitaplarını okuyup üzerine düşündük. Artık bana inanç olarak Hristiyanlık daha yakın geliyordu; fakat bu süreçte ekonomimi yıllarda eğitimini aldığım dini bir meslek üzerinden sağlıyordum” ifadelerini kullandı.
Ve imamlıktan sonra Tokat ve İstanbul’da öğretmenlik hikayesi başlayan Muhsin Omaç, o süreci ise şu sözlerle aktardı:
29 yaşındayım ve İstanbul’da Din Kültürü öğretmeniydim. Yukarıda bahsettiğim ‘tek beden, iki ruh’ sancılarım aynı… Ve bir noktada çalıştığım okulun müdürü tarafından ihbar edildim. Bunu bekliyordum. Öncesinde zaten ben iki defa iki farklı eylemde sivil polis tehdidiyle muhatap olmuştum. Kullandığım bir sosyal medya hesabı var. Orada normalde ismimi kullanmıyordum ama muhtemelen bir şekilde fişlemişlerdi beni. O hesabı kullanan kişinin ben olduğumu biliyorlarmış.
Fotoğraf: AFP
İlk polis tehdidini 19 Ocak’ta, Hrant Dink’in anmasında aldığını söyleyen Omaç, “O tarihin bu kadar keskin bir şekilde aklımda kalmasının nedenini de bu” dedi.
Omaç, sözlerine şunları ekledi:
Eylem alanına girmeden önce polis kontrol noktasında bayağı bir süre bekletildim. Niye? Bilmiyorum. Bir sivil, iki tane polis beni bekletti. Herkesten GBT istiyorlar mıydı, yoksa bilinçli olarak bana yapılan bir şey miydi? Bilemiyorum. O sıralar sosyal medyada biraz aktiftim, sert diyebileceğimiz paylaşımlar yapıyordum…
Polislerden biri tam yanlarından ayrılırken, sesli bir şekilde sosyal medyada kullandığım kullanıcı adımı söyledi. Çok tedirgin oldum. ‘Kendine dikkat’ dedi. Aldığım ilk tehdit buydu.
Bunun dışında bir kere de 1 Mayıs eyleminden sonra eve dönerken Marmaray’ın çıkışında bir polis merkezinde buna benzer bir durum yaşadığını belirten Omaç, “Bunları o dönem hiç kimseye anlatamadım. Hiçbir yere bildirmedim. Hem eskiden imamlık yaptığım hem de şu an halihazırda bir din kültür öğretmeni olduğum için korkuyordum” diye konuştu.
Bu tehditlerden sonraki süreçte Muhsin Omaç, İstanbul’da yaşamaya başladıktan sonra daha fazla korkmaya başlamış.
“Bilmiyorum, bu ülkenin içinden geçtiği süreç de belki bunda çok etkilidir ama da yaşadıklarımda bir taraftan da korkutan da şeyler aslında” ifadeleriyle yaşadıklarını aktaran Omaç, sözlerine şöyle devam etti:
Çalıştığım okulda kuvvetle muhtemel özellikle müdürüm beni izledi, takip etti. Sonrasında çok uzun süren bir baskı ve mobbing süreci başladı. Örnek vermem gerekirse, müdürüm ramazanda oruç tutmadığımı fark ettiğinde aramızdaki ipler koptu. Cuma namazlarını kılmadığımı anladığında zorla kıldırmaya başladı. Israrla ‘Bu hafta cuma namazını sen kıldır’ diyordu. Çok uzun bir süre bu tarz baskı ve tacizleri devam etti. Artık dayanamadığım bir noktada, ‘Ben bu söylediklerinizi yapmaya uygun biri değilim’ dedim. E tabii biraz sinirlendi. Cevap vermedi.
“O kadar bunalmıştım ki bu süreçlerde, artık dayanamayıp okuldaki arkadaşlarıma açtım kendimi” diyen Omaç, arkadaşlarına Ermeni olduğunu, annesinin hikayesini, dini konularda eskisi gibi düşünmediğini anlatmış.
Sonrasında ise kulaktan kulağa Muhsin’in hikayesi yayılmış, herkes tarafından duyulmuş.
Okuldan bazı arkadaşları Muhsin’e, ‘Müdür seni kafayı koymuş. Sana soruşturma açmayı, seninle uğraşmayı düşünüyor’ demişler.
Muhsin Omaç, o süreci şu sözlerle anlattı:
Müdür, absürt şeylerden tepki göstermeye devam ediyordu bu süreçte. Bana ‘Çocuklara İslam’ı anlatmıyorsun’ diyordu. Oysaki müfredat neyse onu anlatıyordum, sınavları da buna göre yapıyordum. Hazırladığım sınav kağıtlarını kontrol ediyordu. Sınav kağıdında ‘Budizm nedir?’ sorusunu görünce çıldırmıştı bir keresinde. ‘Ne biçim şeyler öğretiyorsun çocuklara, Hristiyanlığı yaymaya çalışıyorsun!’ gibi. Yani bu müdürün kafasında, benim okulda başka faaliyetler ve amaçlar içinde olduğum düşüncesi vardı. Bağlı olduğum öğretmen sendikası güçlü olduğu için sadece okulda yaptığı baskılarla beni yıldırmaya çalıştı.
Muhsin Omaç’ı tehdit eden bazı hesapların paylaşımları
“Sanki FETÖ sorumlusu ya da PKK’nın Kandil sorumlusuymuşum gibi, iki şube müdürü ve müfettişler okula geldi”
Muhsin ile yaptığımız röportajın devamını, kendisi Türkiye’den ayrılmak-kaçmak zorunda kaldıktan sonra yaptık.
İlk görüşmeyi yaptığımız sıralarda az sonra okuyacağınız Muhsin’in hakkında açılan hukuki soruşturma ve yakalama kararı henüz çıkmamıştı.
Muhsin, “Beni bekleyen asıl ve esas büyük tehlike bir şekilde ifşalanmaktı ve bu oldu” dedi.
Yaşananları, Muhsin’in kendisinden dinleyelim:
Hanidir beni sıkıp sarmalayan, içimden geçen, dağlayan, büken ve delik deşik eden o korkunun son kapısına geldim sayılır. Sabiha Gökçen Dış Hat Yolcuları, uçaktan önceki son kapıda beklerken hissettiğim şey tastamam buydu. Benimle 100 yıl önce yarım kalan bir ‘tehcir’ macerasının son halkası da tamamlanacaktı.
Tüm bunlardan sonra CİMER’den de şikayetlerde bulunulmuş. Şikayetlerim içeriğine dair hiçbir şey bilmiyordum ama avukatım ‘kutsala hakaret yönünden bir dosya açıldığını’ söylemişti.
Her şey çok hızlı gelişti. İhbar edildikten sonra Ankara’dan İstanbul’u arıyorlar. İstanbul’dan Bakırköy İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü aranıyor.
Bakırköy İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nden İki tane şube müdürü ve müfettişler hep beraber çalıştığım okula geliyorlar. Sanki okulda öyle bir adam var ki, FETÖ’nün bölge sorumlusu ya da bir PKK’nın hani Kandil sorumlusu gibi bir adam…
Ben bunları öğrendiğimde Yunanistan’daydım. Basit bir şey olduğunu ve idari soruşturmayla kapanabileceğini düşündüm. Ama sonra beni aradılar. Israrla İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne gelmemi istediler. Kabul edemedim. Yani açıkçası hem güvenemedim hem de biraz korktum. Soruşturma açılma riski geldi aklıma. Yoksa niye çağırsınlar ki?
Bu arada bazı tarikat ve cemaatlere bağlı sosyal medya hesaplarından adım soyadım ve çalıştığım okula kadar her ayrıntı yazılıp beni hedef göstermişler altında öldürülmem gerektiğine dair yazılar paylaşmışlar. Zaten bu telefon aramasından birkaç gün sonra ihraç istemiyle açığa alındım.
“Tabii yalnızca bu değil, iki gün sonra da emniyetten birileri çalıştığım okula geliyor. Okulun müdür yardımcılarını ifadeye çağırıyorlar” diyen Omaç, işin içine emniyet girdikten sonra, bunun bir soruşturmayla kapanmayacağını anladığını söyledi.
Omaç, şu sözlerle devam etti:
Hayatın tuhaflıkları burada da tam karşımda durdu. Rahmetli Hrant Dink’in davası gibi ben de ‘301, Türk Milletini Aşağılama’dan yargılanıyorum. Hakkımda gözaltı ve yakalama kararı var.
Fotoğraf: AA
Ben evi terk ettikten sonra kız kardeşim Emine Toy, benim evime geçmişti. Eve polis geliyor, beni soruyor ısrarla. Kız kardeşimi ‘Söyle gelsin yoksa seni alırız’ diye sıkıştırıyorlar. ‘O kendini kurtardı ama sen buradasın’ diyorlar. Kız kardeşim çok korkuyor. İki gün sonra gece saatlerinde iki kişi daha geliyor. ‘Biz belediyeden geldik, evde sıkıntı var mı?’ diyerek içeri girmek istiyorlar. Kız kardeşim kapıyı açmayınca kapıyı tekmeleyip küfrediyorlar. Kız kardeşim de çok korkuyor yine. Ertesi gün biletini kesip o da yanıma geldi. Bunları bana geldikten sonra anlattı, korkmamı istemediği için.
“Ve geldiğimiz bu noktada artık mesleğimi yapamamakla kalmayacaktım; linç edilebilir, dövülebilir ya da hapse atılabilirdim”
Muhsin ile yaptığımız röportajın sonuna geliyoruz.
İlk görüşmemiz üzerinden çok uzun bir süre geçti. Kız kardeşi Emine Toy’un evinde rahatsız edildiğini telefonda söylemişti, ikimizde çok tedirgin olmuştuk.
Şimdi kendisi de, kız kardeşi de Türkiye’de değil.
Muhsin’e, son olarak öğrencileriyle konuşup konuşmadığını sorduğumda şöyle yanıtladı:
Geriye Türkiye’de ampute kedim Abbas ve öğrencilerim kalmıştı. Kedimi alelacele bir pet pansiyona bıraktım, öğrencilerim sonradan öğrenmiş durumu çoğu ile iletişim halindeydim zaten, çok üzülmüşler arayanlar, mesaj atanlar oldu. Onlar da benim gibi olayın şokunu yaşıyorlardı ama hayat işte. Kime ne zaman ne olacağını hiç kimse bilmiyor.
Omaç, “Ve geldiğimiz bu noktada artık mesleğimi yapamamakla kalmayacaktım linç edilebilir, dövülebilir ya da hapse atılabilirdim. Bu süreçte arkadaşlarım farklı numaralardan benimle iletişim kurdular. Onlarda tıpkı benim gibi çok endişelenmişlerdi. Korkuyorlardı. Hala korkuyorlar. Sosyal medyada hedef gösterilmem çok ürkütücü. Bu yaşadıklarımın hepsini üst üste koyup düşündüğümde, Türkiye’ye dönmemeye karar verdim. Kız kardeşimi de yanıma aldım” diye konuştu.
“Beni bekleyen asıl ve esas büyük tehlike bir şekilde ifşalanmaktı. Ve bu oldu” diyen Omaç, son olarak “Yani yıllarca din kültürü öğretmenliği yapmış bir adam, aynı zamanda yıllarca imamlık yaptıktan sonra, Türkiye gibi bir toplumun içerisinde Ermeni. Bundan büyük tehdit ne olabilirdi ki? Emniyet bu olayı niye bu kadar abarttı? Niye eve baskınlara varana kadar, kız kardeşimi takip etmeler, okula iki defa gelip müdür yardımcılarını ifadeye götürmeler? Neden bu kadar bu işi abarttılar? Neden? Bu kadar olan bitene rağmen anlamlandıramıyorum” ifadelerini kullandı.
© The Independentturkish
İlk yorum yapan siz olun