İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Bir İmzacı

***Metinde yer alan görüşler yazar(lar)ına ait olup, HyeTert’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.***

Mayıs 2021

Yusuf Ziya Döger

Sosyal bilimlerde ortaya atılmış/atılan önermelerin geçerlilik, tutarlılık ve kabulü, o bilimlerin metodolojik temellendirilmesine uygunluk taşıyıp taşımadığı metot açısından olmazsa olmazlardandır.

 Misal “Göbeklitepe gibi bir yerde yeni bir yazıt ortaya çıkarıldı” diyelim.

Antik tarihteki hiçbir yazıt ile uyuşmayan ve ilk kez karşılaşılan bir yazı türüyle yazılmış olduğunu varsayalım. Bu yazı türünün okunması ve içeriğinin belirlenmesi insanlık tarihi adına yeni ufuklara ve verilere ulaşılması noktaî nazarından bakıldığında çığır sayılabilir. Yazıyı ilk kez çözümleyen kişinin hem okunma hem de içerikteki bilgilerin yorumlanması adına söyledikleri elbette önemli veriler olarak kullanılır. Burada çözümleme yapan kişi konunun otoritesi olarak kabul edilerek tarih bilimi açısından üçlü doğrulama metodunu bu metne uygulamak mümkün değildir.

  1. Çünkü, tek nüsha olduğu ve benzeri bir metin olmadığı için karşılaştırma yapma olanağı yoktur.
  2. Metni okuyabilen ve yorumlayabilen başka biri olmadığı için ilk okuyucu ve yorumlayıcının belirlemelerini kısmen doğru veri olarak kabul edilir. Sonrasında oluşacaklara böylece kapı aralanır.
  3. Metin tarihsel sürecin uzun sayılan bir dönemine ait olması nedeniyle yerel alandaki anlatımlar ve yerel hafıza ile denetlenemez. Doğal olarak ilk okuyucu ve yorumlayıcının ileri sürdüklerinin test edilmesini sağlayacak herhangi bir veri bulunamaz.
  4. Metnin yorumlamalarla ulaşılan sonuçları alansal meşruiyet dayanakları açısından denetlenemez. Çünkü alansal meşruiyet dayanaklarının ne olduklarını tarihi süreç açısından belirleme imkânı yoktur.

Misal “Elimize yüz veya yüz elli yılı bulan bir metin elimize geçti” diyelim.

Bu metne yazıcının yüklediği anlamı olduğu gibi kabul etmek tarih bilimine ait metodoloji açısından hatalı ve sakıncalıdır. Bunun için;

  1. İlk başvurulması gereken nokta, benzeri anlam ve içeriğe ait bir başka metnin olup olmadığını araştırmaktır. Eğer benzeri anlam ve içerikte farklı kişilere ait metinlerle karşılaşılabiliyorsa, söz konusu metin metodolojik açıdan uygunluk ölçütü gereğince doğru olması artık muhtemeldir.
  2. Alansal test yöntemi. Tarihsel süreç açısından alanla metnin yazıldığı dönem arasında uzun zaman dilimi henüz geçmediğinden metinde sözü edilen durumun alanda karşıladığı eylem ve tutuma bakılabilir. Bunun için alanda tarama yapılabilir ve alanda yerel hafızada kalanlarla metin arasında uyuşmalara bakılır. Bunlara sahip olan metnin metodolojik açıdan tutarlılık ölçütü gereğince doğru olması muhtemeldir.
  3. Yazar denetimi. Metni yazan ile hakkında metin yazılanların dönemsel ve günümüzdeki ilişkisine bakılır. Çünkü metnin hangi duygu durumu ve sosyal koşullarda ne amaçla yazıldığı önem arz eder. Bu durum da metnin metodolojik açıdan objektif tutuma ve metnin geçerliliği için önemlidir.
  4. Eğer ortadaki metin tekse, metin metodolojik açıdan birincil kaynak olarak tanımlanır. Yukarıdaki nitelikleri taşıyıp taşımadığı önem kazanır. Söz konusu bu metin çeşitli kişi veya yayınlarda referans alınmışsa, bu referanslar ikincil kaynak olarak belirtilir. İkincil kaynaklar metodolojik açıdan metnin doğruluk, tutarlılık ve geçerliliğinde ana kaynak olarak kullanılamaz. Bu nedenle ikincil kaynaklar değerlendirme dışı bırakılmalıdırlar. Üçüncül kaynakların sözü bile edilemez.

Sosyoloji alanında tedrisat görmüş biri olarak günün birinde bir tarih profesörüne tarih metodolojisini hatırlatmak zorunda kalacağım aklımın ucundan geçmezdi. Ama oldu.

Sosyoloji tedrisatı görmeye başladığımızda bize ilk öğrettikleri şey “olay ve olgu kavramlarının nasıl kullanılacağı ve nasıl yorumlanacakları olmuştu”.  Tarih biliminin kaydettiği tek tek benzer sosyal olayların tarayarak bunlardan ulaşılacak ortak noktayı dikkate alıp olgusal bir duruma varmak bizim için olmazsa olmazlardan biri olarak öğretildi. yine bir toplumla ilgili değerlendirme yaparken asla,  “olması gerekene değil olana yönelmemiz gerektiği” öğretildi.

Konu Taner Akçam’ın gündemleştirmeye ve Ermeni Jenosidini bunun üzerinden Kürdlerin boynuna asmaya çalıştığı “ilk gece hakkı” ile ilgili. Söz konusu iddiayı okuduğumda, elbette ilk tepkim zihnimi kurcalamak oldu. Geriye doğru giderek bu iddianın yerel anlatımda herhangi bir verisine rastlayıp rastlamadığım oldu. Yine bu iddiayı ifade eden bir duyumumun olup olmadığı oldu. Hatta bunu zihnimde çağrıştıracak bir duyumumun olup olmamasıydı. Olmadığını fark ettim.

Tabi ki bir Kürd olarak buna tepki verilmesi gerektiği kanaatine ulaşanlardanım. Sonradan gelişen tepkilere bakınca fark ettim ki ben tek değilim bu konuda. İlk elden benim gibi düşünenlerden oluşan bir grupla karşıt bildiri hazırlanması kanaatine vardık. 132 kişiden biri de benim.

Yerel tarih anlatımda ve yerel tarih hafızasından olmayan bu İddianın can alıcılığı beni ve diğer kişileri tarih anlatımlarında böyle bir verinin olup olmadığına bakmaya sevk etti. Bu önemliydi. Karşıma çıkan ilk isim Lazerev oldu. Böyle bir notunun olduğunu elbette gördüm. Notun kim ve hangi dönemde tutulduğuna bakmak benim için notun kendisinden daha önemliydi. Notun 1901 yılında Rusya’nın Van büyükelçiliğinde görevli Alexander Tumansky (1861-1920) olan ikinci dereceden diplomata ait bir duyumdu. Yani Lazarev zaten birincil kaynak değildi. Birincil kaynak niteliğindeki belge denilen şeyde bir duyuma dayanıyordu. Bunun dışında başka bir verinin olup olmadığına baktım. Var olan tüm anlatımlar sonuç itibarıyla Lazerev’e ve buradan da Rus diplomata dayandırılan ikincil ağızdan anlatımlardı[1].

Şimdi dönelim Taner Akçam’a, Yayınlanan imza bildirisinden duyduğu rahatsızlık.

  1. Akçam ileri sürdüğü argümanı tarih metodolojiyle test edemediği için ikinci yazısında konunun okuyucunun zihninde yer etmesi adına ilk metni referans alan ikincil kaynakları sırlayarak sanki farklı metinler varmış gibi sunma uğrasına girdi. Hızını alamamış olmasından kaynaklanıyor ki bunlara da belge demek yerine malzeme tanımlaması getirerek aslında bunların konuyla alakalı veri olmadıklarını kendisi ifade etti.
  2. Akçam argümanını tarihi metodolojiyle test edemeyeceğini fark edince bu sefer konunun mağduru rolünü oynamaya başladı. Kendisinin linç edilmeye çalışıldığını iddia etti. Bunun için de konuyu bir noktada es geçerek, ideolojik bakışından dolayı nasıl resmi devlet mantığınca linç edildiyse aynı şekilde bir kısım Kürdler tarafından da linç’e uğratılmak istendiğini öne sürüp imdat çağrısında bulundu. Oysa Akçamdan istenen bir bilim insanı namusuyla konuya açıklık getirmesiydi. Metodolojik usul gereğince kanıtlar sunmasıydı. Sunulamıyorsa özür beyan etmesiydi.
  3. Akçam argümanının sosyal bilimlerin bütünlüklü açıdan ele alınarak bir olgunun test edilmesi gerektiği konusunda da havada kaldığını fark etti. Argümanının tarihi, sosyolojik, dinsel ve filolojik açıdan destekleyecek veri olmadığını fark etti. Bunun üzerine ileri sürdüğü iddianın asılsız olduğunu beyan edip karşı tepki veren Kürdleri ırkçılıkla suçlayarak verilen tepkiyi ötekileştirmeye çalıştı. Oysa ırkçılık bir ırkı diğerlerinden üstün görme veya egemen ve egemenin siyasal boyunduruğu altında tuttuğu kesimler arasında olacağını elbette çok iyi biliyordu. Kısaca tepkinin kendisine değil tepkiyi verenleri ötekileştirmenin daha yararlı olacağına kanaat getirdi.
  4. Akçam, argümanın bilimsel destekten yoksunluğunu fark edince akademik ünvanlını kullanarak bana inanın karşıt tepki geliştirenlerin benim gibi akademik unvanları yok demeye getirdi. Bununla benim akademik unvanım ileri sürdüğüm iddianın doğruluğu için yeterlidir imajını yaratmak istedi.
  5. Akçam, imza metninde yer alan ve söz konusu kitabın Kürdçe çevirisini yapan kişiye dayanarak imzacıların kullandığı Lazerev’in kitabında böyle bir yaklaşım yok ifadesine sarıldı. Buradan da imzacıların cahil ve okumayan bir kesim olduğu algısını yaratarak okuyucuya mesaj verdi. Oysa gerçekten Lazerev’in kitabında Rus diplomatın duyumu referans alınmıştı.
  6. Akçam, son olarak siyasi ve ideolojik bir tutumla asıl amacını katıldığı bir programda açıkça izhar etti. “Ermeni jenosidinin sorumlusu Kürdlerdir” Burada aslında ileri sürdüğü iddiasıyla vardığı noktanın altını doldurma niyeti vardı. Ama önce zemin hazırlamayı doğru bulmuştu. Şöyle bakıyordu. Millet-î Sadıka olarak tanımlanan Ermenileri çileden çıkarak Kürdlerin bu uygulamasıydı. Böylece sorumluluğu Kürdlerin boynuna asmak kolaylaşacaktı.

Bir imzacı olarak gördüklerim,

  1. Tarih metodolojisi açısından Lazerev’in kullandığı notun chek niteliklerini aşmayan ve dönemsel koşullar altında hasım oldukları aşikâr olan taraflardan birinin diğeri hakkındaki iddiasından öteye geçmediği ve bunun duyuma dayanan bir nitelikte olduğu anlaşılmıştır. Çünkü Söz konusu dönemde Ermenilerce ileri sürülen bu ve benzeri tasallut eylemlerinin geçtiği Sason’a Osmanlı gözetiminde içinde Batılı gözlemcilerinde bulunduğu bir ekip gönderilip yerinde araştırma yapılarak rapor tutulmuştur. Söz konusu rapora ulaşmak mümkün ve bu iddiaların yersiz oldukları açıkça ifade edilmiştir.
  2. Söz konusu argümanın yerel tarih hafızasındaki izlere odaklanıldığında bu anlatımın hiçbir yerde kullanılmadığını görmekteyiz. Ne Ermeni kaynaklarında ne de Kürd sözlü tarih anlatımında yer edinmiş bir veri yok. Hatta dönemsel egemen olan Osmanlı arşivleri ortadadır. En basit konuyu bile şikâyet etmiş Ermenilerin bu konuda şikayetlerinin olmaması argümanın havada bir iddia ve duyum olduğunu ortaya koymaktadır.
  3. Tarihe kaydedilmiş bir veri diğer sosyal bilimlerce nasıl algılanmaktadır. Ona bakmak söz konusu verinin test edilmesinde önemli bir metottur. “İlk gece hakkı” İngilizceden Türkçeye çevrilmiş bir kavramdır. Toplumların bir eylemle alakalı kullandıkları kavramlar o eylemin toplumda var olup olmadığının ölçüsü olup aynı zamanda meşruiyet kaynağı olarak da kullanılır. Kürdlerde ve İslam dünyasından böyle bir eylemi tanımlayan herhangi bir kavrama rastlamak mümkün değildir. Dolayısıyla Sosyoloji toplumun kullandığı kavramlar üzerinden de toplumu tahlile yönelir. Bir medeniyet ve topluma ait kavramlarla başka toplumları açıklamanın mümkün olmadığını bu bilimle uğraşan her kişi bilir.
  4. Elbette tarihe not edilmiş bir veriden/duyumdan yola çıkarak toplumun genelinde böyle bir eylem ve olgunun varlığını ileri sürmek akla ziyan bir durumdur. Bunun test alanı söz konusu olgunun diğer sosyal bilimlere ait verilerin kullanılmasıdır. Bu verileri kullanınca ileri sürülen iddianın bilimsel temelden yoksunluğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.

Sonuç.

Taner Akçam bilim insanı kimliğini öne çıkararak ileri sürdüğü argümanın doğru olduğunu ve kabul edilmesini istemektedir. Ancak unutulmamalıdır ki argümanların doğruluğu bilim kimliğine bağlı değil, bilim metodolojisine uygun nitelikler barındırıp barındırmadığınadır. 

Bilim insanı kimliği arkasına sığınarak siyasi ve ideolojik tutumunu bilim diye sunmanın günümüz toplumunda mümkün olmadığını herkes bilmektedir. Akçam Kürd toplumuna karşı hissettiği siyasi ve ideolojik tutumunu gizleme derdindedir. Ancak yukarıda da ifade edildiği gibi kendisinin ağzından Ermeni jenosidinin sorumlusu Kürdlerdir denilmiştir. Dolayısıyla asıl derdinin ilk gece değil bir Jenoside fail üretmek olduğu açığa çıkmıştır.

[1] Bu konuda detaylı bilgi için Aso Zagrosi’nin 13 Mayıs 2021 tarihinde Zagrosnamede yazdığı “Taner Akçam’ın ilk Gece Hakkı ile ilgili Yeni kaynaklar” adlı makalesine bakılabilir.


https://www.basnews.com/tr/babat/688817

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın