İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İlk gece hakkı tartışmaları

***Metinde yer alan görüşler yazar(lar)ına ait olup, HyeTert’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.***

20 Mayıs 2021

Kamil Sümbül

Kürt kamuoyu ve sosyal medyası Ermeni jenosidi ve Dêrsim katliamı (Dersimde yapılanlarda bir jenosittir fakat hâlâ sadece katliam denilmesi biz Kürtler için bir eksikliktir) anma ve tartışmaları yapılırken Taner Akçam’ın ilk gece hakkı gibi absürt açıklaması tepkilere ve eleştirilere neden oldu.

Kendim ne tarihçiyim ne de araştırmacıyım, fakat tarih boyunca Ermenilerle Kürtler arasındaki ilişkileri yeterli olmasa da kitaplardan ve Taner Akçam da dâhil araştırmacıların yazılarından, bir de doğup büyüdüğüm Diyarbekir’in kazası olan Çermik’te büyük bir Ermeni nüfusu barındırdığından 1915 ve sonrasını yaşayan yaşlıların anlatımlarından böyle bir şeyin olduğunu hiç duymadım. O dönemi yaşayıp görenleri dinleme fırsatım olmuştu.

106. yıldönümü olan Ermeni Jenosidi ABD başkanı J. Biden tarafından kabul edilince farklı bir aşamaya sıçradı ve de iyi oldu. Umarım Birleşmiş Milletler de kabul eder, yüzleşme ve sorgulamayı başlatır. Fakat ilginçtir; J. Biden’in soykırım demesi ile birlikte birçok ülkenin Ermeni Jenosidini kabul etmesi beklenirken hemen hiçbir devletin bu konuda herhangi bir kararını ne duydum ne de okudum. 1900’lerin başından itibaren jenosit ve katliamlar sadece Ermenilere yapılmadı, Ermenilerle birlikte, Kürtler, Asuri/Süryaniler, Karadeniz’de Pontuslar ve Ege’de de yerli Rumlara yapıldı. Avrupa ve Amerika’da güçlü olan Ermeni lobisi ve Rumların devleti olan Yunanistan bu katliamları gündeme getirirlerken yeryüzünde herhangi bir statüleri olmayan Kürtler ve Süryani/Asuriler ise seslerini uluslararası güçlere ve kamuoylarına yeterince duyuramadılar. Bölgemizdeki jenositlerin tarihini ya 1915 ile 1938 ya da 1890’dan 1938 Dersim direnişinin bastırılması döneminin yani 40-50 yıllık bir dönemin kabul edilmesi mücadelesi verilmelidir. 1878’de yapılan Berlin Antlaşması ile Hıristiyan azınlıklara bazı hakları tanınmasını kabul eden dönemin Osmanlı devleti antlaşmayı kâğıt üzerinde imzalarken, 1890’larla birlikte saray çevresi gizlice İstanbul’daki hamalların eline sopalar verip gördükleri Hıristiyanların kafalarına sopaları vurdurmaya başlamasıyla birlikte jenosit ve katliamlar süreci başlamış oldu. 1878’de imzalanan Berlin Antlaşması’ndaki bazı maddeler o dönem Kürt aydın ve ileri gelenlerinde bir endişeye de neden olmuştu. 1890’dan 1938’e kadar o topraklarda katliamlar tehcirler hep devam etti.

O dönem Osmanlı Devletini yöneten İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yöneticileri (özellikle Talat Paşa), iyi bir devlet aklına sahip ve toplum mühendisliğini çok iyi bilen, en küçük noktalara kadar düşünüp katliam ve sürgünleri organize etmede çok başarılı olmuşlardı. Osmanlı Devleti’ni cumhuriyete dönüştüren kadroları da (ki İttihat ve Terakki cemiyetinin ikinci derecede kadrolarıydı), aynı beceri ve mantıkla Kürt hareketlerini bastırmış, katliam ve sürgünlere göndermişti. 1936-38 yıllarında Dersim’de uygulananlar aynı 1915-18 Ermenilere uygulananlarla benzerdir. Sadece Suriye çölleri Lozan’la sınır dışında kaldığından katledemedikleri Kürtleri Konya bozkırlarına tehcir etmiş, Ege ve Marmara bölgesinin en ücra köşelerine küçük gruplara bölerek dağıtmış, küçük çocuklarını evlatlık edinmiş, genç kızlar her türlü tacize uğramışlardı.

1910’dan 1938 yılına kadarki dönemde ulusal bilince sahip olan Kürt siyasi önderlerinin bir bölümü katledildiler, bir bölümü de Batı Kürdistan ve başka yerlere gitmek zorunda kaldı. Bu gidenler o dönemle ilgili gözlem ve görüşlerini yazmışlardı. Fakat gerek devletin yasakçı tutumu gerekse de Latin harflerine aniden geçişle Arap alfabesi ile yazılanları okuyamama durumundan dolayı on yıllarca bir kopukluk olunca bizler Ermeni tehcirinde olanları ya Ermeni yazar, tarihçilerinden ya da batılı araştırmacıların yazdıklarından öğrenmiştik. Bizlere onların bakış açısı egemen olunca Kurdi bir bakış açısından onlarca yıl kopuk kaldık. Ancak son yıllarda Kürt aydınlarının 1920-30’larda yazdıkları eserlere ulaşabildik. Taner Akçam da Ermeni sorununa yıllarca emek verip devletin arşivlerine girme şansına sahip olmuş ve birçok kitap yazmış, Türk resmi ideolojisini eleştirmişti. Sanırım on yıl önce Kürt sorunu konusunda Neşe Düzel’le yaptığı röportajda, Kürtlere önerdiği kolektif değil bireysel hak ile ilgili doğrular içermeyen bir makalesine, hem İsmail Beşikçi hem de Recep Maraşlı eleştirerek cevap vermişlerdi.

Taner Akçam’ın yıllardır Ermeni sorunuyla ilgili bir sürü kitap, belge ve yazıları araştırıp yazmasına rağmen ilk gece hakkını ilk kez gündeme getirmesi düşündürücüdür. Kürtleri Ermeni soykırımına ortak etme çabası görülmektedir. Bunun üzerine birçok Kürt aydın ve yazarı eleştiri sınırını aşan yazılar yazması, eleştiri düzeyinde kalması gerekirken uygun olmayan suçlamalar da yapıldı. Eleştiri düzeyini iyi seçmeliyiz, hakaret ve karalama uygun davranışlar değildir. Taner Akçam’ın bu iddialarına, gerek kendi kaynaklarımızdan gerekse Ermeni ve diğer ülke araştırmacılarının yazılarını inceleyip öyle cevap verilmeli. Taner Akçam 1970’li yıllarda Kürt hareketlerini iyi tanımaktadır, o dönem birçok Kürt kanat önderleriyle sıkı bir samimiyeti olan ve sosyal şovenliğe uzak duran biriydi. 1976 yıllarını hatırlayanlar, Taner’in yazı işleri sorumluluğunu yaptığı Devrimci Gençlik dergisinin ilk sayılarında Kürdistan’a sömürge diyerek yazılar yazmıştı, ardından Dev-Yol’un büyükleri karşı çıkınca hiçbir yorum yapmadan o görüşünü terk etmişti.

Ermeni araştırmacısı Arsen Yarman yazdığı ilk ciltti olan PALU-HARPUT 1878 kitabının sayfa 107’de bu ilk gece hakkını iddia edenlere abartılmış bir haber diyor. Arsen Yarman’ın 107.sayfadaki paragrafın tamamını buraya alıyorum: “… Barsoumian “hafir” adını verdiği bu serflik benzeri sistem içinde kadınların hem iktisaden ve hem de cinsel bakımdan sömürüldüklerini ve hatta bazı bölgelerde bir Ermeni köylüsü evlendiğinde Kürt aşiret reisinin ilk gece hakkının bulunduğunu da belirtmektedir. Bu oldukça abartılı bir tespit olarakgörünmekle birlikte Kürtlerin Ermeni düğünlerine müdahale ve kadınları rahatsız ettiklerine Natanyan da tanık olmuştur…” Taner Akçam  Arsel Yarman’dan bu alıntıyı alırken ”bazı bölgelerde” ve cümlenin devamında gelen ”bu oldukça abartılı bir tespit olarak görünmekle birlikte…” satırları görmemezlikten gelmiştir. Taner Akçam’ın temel aldığı Lazarev’in kaynağı ile Arsen Yarman’ın kaynağı aynı kişidir fakat farklı yorumlar var.

Yine Arsen Yarman’ın aynı kitabının 34. sayfasında kolluk kuvvetlerinden baskıyı Ermenilerin yanında Kürtlerin de gördüğünü şu satırlarla anlatıyor: “…Natanyan kolluk kuvvetlerinin bu suiistimallerinden daha çok Ermeni köylerinin zarar gördüğünü söylemektedir. Ancak askeri konsoloslukların raporlarına göre ne müslüman ne de gayri müslim köylüler bu tür angarya ve suiistimallerinden muaftır. Hatta bu bakımdan müslüman köylülerin durumu daha da acıklıdır. Zira Anadolu’daki Ermeniler papazları vasıtasıyla İstanbul’daki patriklerine şikayetnameler gönderebilmektedir. Oysa müslümanların şikayet edecekleri bir merci yoktur ve savaşın bütün yükü onların omuzlarındadır…” diye yazıyor. Burada müslüman köylüler Kürt köylüleridir.

Ayrıca birçok Kürt ağa ve beğleri sayıları yüzleri bulan çok sayıda Ermenileri katliamdan kurtarıp devletin tüm baskılarına rağmen teslim etmemişlerdi. KEDERNAME adlı kitapta ve Raymond Kevorkyan’ın ERMENİ SOYKIRIMI kitabında Ermenileri kurtaran Kürt ağalarının isimleri ve kurtarılan Ermenilerin sayıları hakkında bilgiler mevcuttur. Ayrıca dönemin hükümeti bölgedeki Osmanlı yöneticilerine; “var olan baskı ve talanı Kürtlerin üzerine atın” telgrafları da bulunmaktadır. Bu telgraflardan bazılarını Taner Akçam da yazılarında bahsetmektedir.

Taner Akçam 2018 Mart ayında İsveç Dayanışma Derneği’nin daveti sonucu Stockholm’de bir konferans vermişti. Katılımcıların büyük bölümü Türk sol gruplarındandı, benle Cemil Gündoğan sadece Kürt katılımcıydık. Süryanilerden de katılanlar vardı. Taner yeni yazdığı: NAİM EFENDİ’NİN ANILARI VE TALAT PAŞA TELGRAFLARI kitabının tanıtımını yapmıştı. Bir Süryani: Asuri/Süryani katliamıyla ilgili görüşlerini sorduğunda Taner: “Süryani/Asuri katliamı bir Kürt katliamıdır”, söyleyince ben eleştirmiş, elinde kaynaklar var mı, sorusunu sormuştum. Sonrasında Taner: Süryani/Asuri katliamı Kürt katliamıdır görüşümü geri çekiyorum, demişti. Bu noktada Taner Akçam’la ilgili Kürt araştırmacı, tarihçileri dikkatli olmak, Asuri/Süryani katliamını da İttihat ve Terakkicilerin verdiğini, Kürtlerin kararda herhangi bir etkisi olmadığını araştırmak gerekmektedir  Ayrıca Bedirxan Paşa’nın Asuri/Süryanilere saldırısının nedeni neydi, Rojhelat Kürdistan’ında Simko’nun Asuri lideri Mar Şamur’u öldürmesi olayını kendi tarihçilerimiz gerçeği araştırmalıdır.

Bazı eleştirmenler Recep Maraşlı’ya da hak etmediği sert tavırlar ve eleştireler yapmaktalar, buna katılmak mümkün değil. Recep on yıllarını Kürt ulusal mücadelesine vermiş biridir. Sömürgeci mahkemelerde Kürt davasını korkmadan savunan bir arkadaştır. Son on yıldır Ermeni kökeninden dolayı kendini birazda duygusal olarak bu soruna angaje etmiş olabilir, hakkıdır da fakat ilk gece hakkı gibi absürt (saçma) belirlemeleri savunup Kürtleri de bir bütün olarak ortak etmesi iddiasını da sağlam temellere dayanarak eleştirmek te gerekir. Recep’in Sovyetler dağıldıktan sonra Azerbaycan sınırlarında kalan Kürdistan’a Sor bölgesinin Ermenilerce işgal edilip oradaki Kürtleri topraklarından sürüp bir kısmını katletmesine karşı tavırsız kalması eleştirilmelidir. Hâlbuki Ekim devriminden sonra o bölgedeki Kürtlerin 1930’a kadar özerk bir statüleri olmuştu. Eğer Ermeniler bu statüyü yeniden kazanmak için mücadele eden Kürtleri sürmeyip onlara özerk yapılarını tanıyabilseydi, belki ne Azerbaycan, ne de Türkiye pervasızca saldırabilirdi. Ayrıca Rusya’nın haydut başkanı zaten Batı yanlısı yeni Ermeni hükümetine bir ders vermek istemekteydi. Yoksa değil Türkiye devleti açıktan askeri yardım yapıp İnsansız Hava Araçlarını göndermeyi, burnunu bile sınırından uzatamazdı. Fırsatları çok iyi değerlendirmede devlet aklına sahip olan Türk devleti bunu kaçırmadı.

Doğup büyüdüğüm Çermik ilçesi ve yanı başındaki Çüngüş ilçesinde büyük bir Ermeni nüfusu yaşamaktaydı. Hiçbir anlatımda ilk gece hakkını anlatan bir olayı ne duyduk ne de görenler vardı. Yalnız bazı sözlü halk hikâyelerinde zalim bir ağa veya beğ’in güzel bir kızı kapatmak istediği, buna karşı çıkıldığında ağa veya beğe karşı nasıl kavga verildiğini anlatan hikâyeler duymuştum. Hikâyeye konu olan olay Ermeni de, Kürt de veya başka bir gruptan bir kız da olabilirdi.

İlk gece hakkı gerçeği yansıtmadığı gibi genelde Kürt ağa ve beğlerini sanki Ermeni katliamının ortağı gibi göstermek ne Ermenilere ne de Kürtlere bir yarar sağlamaz. Ermeni tehciri sırasında gerek Osmanlının kışkırtması, gerek din faktörü gerekse Ermeni mallarına göz diken zorba ve gaspçı Kürtleri zaten mahkûm etmekteyiz. İlk gece hakkı diye böyle bir hak olamaz olsa olsa zorba ve ırz düşmanı kişilerin yaptığı pislikler olur, bu pisliği yapan tipler her toplumdan da çıkar. Bölgemizde Ermenilerin gerçek dostları, ittifak edebilecekleri tek ulus Kürtlerdir, bunu hem Ermeni sorunuyla ilgili araştırma yapanların hem de Ermenilerin bilmesi lazımdır.

20 Mayıs Stockholm

yazar E-posta: kamilcermik@telia.com


Kaynak: İlk gece hakkı tartışmaları – Kamil Sümbül

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın