İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ermeni astrofizikçi ve Kürt operasındaki Azeri

Sovyetler Birliği’ni düşünmek ve çalışmak da biraz böyle sanırım. Yokluğunda daha bir netleşiyor yarattığı nimetler ve emekçilerin alın teriyle büyüyen bir dünya.

ÖZKAN ÖZTAŞ

Bazen bir şeyi anlatabilmenin yöntemlerinden birisidir, onu yokluğuyla tarif etmek. Bu yöntem hem bahsi geçen şeyin bıraktığı boşluğu göstermeye yarayabilir hem de o an için doldurulması gereken boşluğu.

Müzeler biraz da bunun için faydalıdır. Neler bıraktık geride ya da neleri yitirdik, nasıl değişti ya da ne olunca değişti onca şey. Bu sayede geleceğe dair nasıl değiştirebileceğimize ya da ne olursa değişeceğine dair düşünsel egzersizler de yapılabilir.

Bunu şiirde bir yöntem olarak kullananlar da olmuş. Mesela Hasan Hüseyin Korkmazgil, “Mutluluk Benim Şirinimdir” şiirinde, iyiyi kötüyü, doğruyu yanlışı, kavgayı ve sevdayı yokluğuyla tanımlar. 

Sovyetler Birliği’ni düşünmek ve çalışmak da biraz böyle sanırım. Yokluğunda daha bir netleşiyor yarattığı nimetler ve emekçilerin alın teriyle büyüyen bir dünya.

1917’de Ekim Devrimi ile yeni bir dünya kurarken Bolşevikler, amiyane tabirle enkaz devralmışlardı. Salgın hastalıklar, açlık, yoksulluk, yıllarca Çar tarafından gericileştirilmiş bir halk ve savaşlardan yorulmuş toplum. Malum, “ezilen uluslar hapishanesi” deniliyordu değiştirdikleri düzenin adına.  

Bu sancılı ama bir o kadar da umutlu ve inatçı kuruluşun en zorlu bölgelerinden birisiydi Kafkaslar. 1917 Ekim Devrimi’nin ardından Bolşevikler, Çarlık Rusya’sından devrolan onlarca sorunla baş başa kaldılar. 

Bir yanda Ermenilerle Azeriler arasındaki sorunlar, öte yandan Ermenilerle Kürtler arasında yaşanmış çatışmalar. Türkler ile Ermeniler kan davalısı iken Azeriler ile Türkler arasında mezhepsel sorunlar vardı. 1920 yılına doğru giderken, ezilen uluslar hapishanesinin bu sorunlarını da hesaba katıp bir kongre gerçekleştirmeyi murat ediyordu Sovyetler. Doğu halklarını, Kafkas halklarını yeni bir toplum temelinde yeniden var edecekleri bir arayışı örüyorlardı. 

Çarlık Rusya, İngilizlerin Azeri ve İran petrolleri üzerindeki niyetlerini kavrayınca bölgede etnik ve dini temelli ayrışmaların önünü açtı. Bu sayede İngilizlerin Kafkas petrolleri için birden fazla hamle yapmak zorunda kalacağını öngörüyordu. Dolayısıyla Ekim Devrimi öncesinde Kafkas bölgesindeki etnik ve dini ayrımlar, Çarlık Rusyası’nın diğer bölgelerine nazaran daha belirgindi. 

Sovyetler ise kökenleri Çarlık Rusya’ya dayanan sorunların çözümü için bir hayli zorlu sürecin henüz başında duruyordu. SSCB’nin dağıldığı 1990’lı yılların başına kadar bu süreci başarıyla götürdüğünü söyleyebiliriz. 

Bugünden bakınca, Dağlık Karabağ savaşında, dünyanın ve bölgenin tavrını da görünce, silah tüccarlarının iştahı kabarınca, şovenlerin akılsızlığını anlayınca SSCB döneminde halkların kardeşçe yaşadığı ama en önemlisi kardeşçe ürettiği bir süreç gayet “başarılı” duruyor.   

Kimi örneklere bakalım.

1915-16 yılları arasında yapıldığı düşünülen ve Ermenilerin ilk sinema filmi olarak lanse edilen kayıtların adına “Kürtlerin boyunduruğu altında” ismi verilmişti. Daha önce II. Abdülhamit tarafından kurdurulan Hamidiye Alayları’nda yer alan Kürt aşiretlerin, Ermenilere yaptıkları zulümlerden ötürü, 1915 dönemecinde çekilmiş olan filme bu adın verildiği düşünülüyor. Varın siz düşünün iki halk arasındaki düşmanlığı. İlk sinema üretiminiz bir başka halkı lanetlemek üzere kurulu. 

Ekim Devrimi’nden sonra yıl 1926’yı gösterdiğinde, Kürt tarihinin ilk sinema filmi çekilir. 56 dakikalık bu kaydın adı Zarê’dir. Geleneksel bir Kürt aşk hikayesidir filmin konusu. Filmin çekildiği yıllarda sinemada ses teknolojisi henüz olmadığından film sessiz filmler listesinde yer alır. Yönetmeni ise Ermeni sinema sanatçısı ve yönetmeni Hamo Beknazarian’dır. On yıl öncesinde, sinemada düşman olarak konu edilen bir halkın, bir araya gelerek sinema filmi çekme “mucizesine” sosyalizm diyoruz. 

Ermeniler yoksul ve çaresizdiler Çarlık Rusya yıllarında. Hem Osmanlı hem de Çarlık Rusya topraklarında sefaletin türkülerinde Ermenilerin adlarına rastlarız. “Tuzsuz olur Arabistan fıstığı, taştan imiş Ermeni’nin yastığı.” diye geçer bizim topraklardaki türkülerde. Sınırın ötesinde farklı değildi durum. Eski gravürlerde ya da fotoğraflarda ayakkabı yerine ayaklara dolanmış bezler, yırtık kıyafetlere rastlarız bolca. Ermeni toprak ağalarını ve beyzadelerini saymazsak, çobanlıkla ya da tarlalarda ırgatlıkla ekmeğini kazanırdı Ermeni emekçileri. Yoksuldular. 

Devrim sonrasında astrofizik alanında Viktor Ambartsumyan ve Artem Alihanyan isimlerine rastlarız Ermenistan Sovyetinde. Yoksul köylülerden uzay çalışmalarına uzanan sürecin adıdır Sovyetler. Sovyet uzay ve astronomi çalışmalarında yer alan isimlerden Beniamin Markaryan’ın yaptığı katkılar bugün hala “Markaryen galaksiler” ya da Markaryan Zinciri” olarak anılıyor.

Aram Haçaturyan, muhteşem eseri olan Gayaneh balesini bestelerken 1942 yılında, Kılıçlar Dansı adını verdiği bölümde Kürtleri anlattığını söyler. Sovyetler Birliği’ndeki Kürtleri…

Kürtlerin anlatıldığı operalar baleler ve sesleriyle buna güzellikler katan Azeriler, Ermeni bestekarlar. Reşid Behbudov lirik bir mahnı seslendirir. Gelmedin’dir adı. Kürtçeye çevrilir bu şarkılar. 

Edebiyat dergilerinde Kürtçe-Ermenice-Azerice karşılaştırmalı edebiyat yazılarına rast gelmenin verdiği heyecanı duyumsayabiliyor musunuz? Ya da radyolarda arkası yarın programlarını?

Devrimden sonra Azeri, Ermeni ya da Kürt yazarların önemli bir çoğunluğunun babası Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda hayatını kaybedenler arasındadır. Bu nedenle “yetimler edebiyatı kuşağı” olarak adlandırılır. Kürt edebiyatının ilk romanı bu ortamda yazılmıştır.

Tüm bunları yan yana koyunca, sanat, bu sosyalist düzenin sağladığı eşitliğin bir çıktısı olarak duruyor karşımızda. Ya da tersinden söyleyecek olursak, sosyalizmin olmadığı koşullardan bakınca, yani bugünden, acının ve göz yaşının hikayesi yükseliyor yeniden.

Sosyalizm Kafkas halklarına kıymetli bir ayrımı aşikâr kıldı, eşit olmadan kardeş olamıyoruz. 

Mevzuya Sovyetler Birliği’nden başlayınca, en malum soru yine gelir hemen akla: “Sovyetlerin dağılışında, SSCB’nin hiç mi suçu günahı yoktu” diye. Elbette. Olmaz olur mu. Ama biz en büyük günahını en başa yazalım. Sovyetler, emekçi halkları, kendisinden mahrum bıraktı. Emperyalizm de köpeksiz köyde değneksiz çobana döndü. 

Madem öyle, bugün bize o türküleri yeniden söylemek düşüyor. Yarının dünyası bugünden daha iyi olacak. Çünkü daha önce yapmıştık. Tekrar yapabiliriz. 

https://sol.org.tr/haber/ermeni-astrofizikci-ve-kurt-operasindaki-azeri-18293

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın