İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kafkaslar, İslam-Hıristiyanlık, Covid-19 şeffaflığı ve Kamhi

***Metinde yer alan görüşler yazar(lar)ına ait olup, HyeTert’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.***

Mehmet Öğütçü

Ermenistan, Azerbaycan topraklarının yüzde 21’ini işgal altında tutuyor. Uluslararası hukuk ve toplum bu emrivakiyi kabul etmedi, ama askeri kasları göstermeden toprakların geri kazanılması mümkün görünmüyor.

*

Tarihi olarak iki toplum arasında sorunlu bir alan olan Dağlık Karabağ 1923’te Azerbaycan Cumhuriyeti’ne bağlı özerk bir bölge statüsü kazandı. Sovyetler Birliği’nin dağılmaya başladığı 1980’lerde on yıllardır üzeri kapanan birçok sorun gibi Dağlık Karabağ sorunu da su yüzüne çıktı.

Dağlık Karabağ’da örgütlü Ermeniler, Sovyetlerin kuruluşunda “Türkiye’yi memnun etmek için bölgenin Azerbaycan’a bağlandığı”nı iddia ederek Bakü yönetiminden ayrılmayı talep etti.

Ekim 1987’de Erivan’da bu talebe destek gösterileri düzenlendi. Gösterilerden birkaç gün sonra, 18 Ekim 1987’de, bugün hâlâ sınır bölgesinde zaman zaman yaşanan çatışmaların ilk temeli atıldı.

*

BM Güvenlik Konseyi, Genel Kurulu, Minsk süreci ülkeleri dahil sorunu çözmek için bugüne kadar onlarca girişim yapıldı ama hepsi sonuçsuz kaldı.

Sorunu çözmek bir yana Ermenistan, sınırın özellikle petrol ve doğal gaz boru hatlarına yakın bölgelerinde de, yeni toprak kazanmak ya da kontrol sağlamak için saldırganlığa devam etti. Sınır çatışmaları neredeyse her yıl cereyan ediyor, ama bu defakinin daha ciddi olduğu aşikar.

Rusya ve İran Ermenistan’a yakın zamana kadar açık destek sağlıyor, hatta gerilimi teşvik ediyor. Bakü ile Ankara arasında Nahçıvan’dan başlayan (ve Hazar’ın ötesindeki Orta Asya Cumhuriyetleri üzerinden Çin sınırına kadar uzanacak) bir kara bağlantısı olmaması için elden gelen her şeyi yapmaya kararlı bu iki başkent de.

*

Aslında iş, Bakü’ye kalsa, askeri bakımdan zayıf, ekonomik zafiyet içindeki Ermenistan’dan işgal altındaki Azerbaycan topraklarını kurtarmak pek zor olmasa gerek. Ancak Rusya ile çatışma riski ve Moskova’nın bu konudaki uyarıları böylesi bir “yıldırım harekatı”nı zorlaştırıyor.

Azerbaycan, enerji diplomasisi yoluyla İngiltere ve ABD’de epey müttefik kazandı. İsrail ile güçlü askeri ve ekonomik bağlar oluşturuldu. Bu, stratejik olarak Bakü’ye önemli bir kaldıraç gücü sağlamaktadır. BP ve Total üzerinden, Güney Enerji Koridoru’nun kaldıracını da kullanarak, Avrupa Birliği’ni kendisine yakınlaştırdı. Moskova ile dengeyi iyi kurdu.

*

1994’te AGİT’in önerisiyle resmen oluşturulan, eş başkanlığını Rusya, ABD ve Fransa’nın yürüttüğü Minsk Grubu’nda Türkiye, Almanya, İtalya, Portekiz, Hollanda, Belarus, İsveç ve Finlandiya yer alıyor.

Minsk süreci en azından tarafları masa etrafında tutuyor ama gerçekte oyalama taktiğinden başka bir şey olmadığını gördük bugüne kadar. Bence sorunu çözmede ciddi bir rolü olmadı, bundan sonra da olmayacak.

*

Şayet mevcut fırsatı değerlendirip işgal altındaki topraklarının en azından en stratejik olanlarını – Rusya’nın kırmızı çizgilerine dokunmadan – kazanabilirse bu Azerbaycan açısından büyük bir başarı olarak görülecektir. Rusya’nın kararlı tavrının, İran’ın da açık ya da gizli desteğinin, Bakü’nün hareket serbestisini kısıtladığı da bir vakıa.

Tarafların keskin olduğu bu ihtilafta Ankara’nın çekingen, mahçup, ihtiyatlı ve tarafsız kalması beklenmemeli.

Ki, öyle de davranmıyor zaten.

Haklı olduğu davada Ermenistan kendi rızası ile çekilmeyeceği, siyasi çözüm seçeneği de çok güçlü görünmediği için Bakü’nün – Ankara’nın yanısıra – çok daha geniş bir uluslararası koalisyonu kendisi lehine harekete geçirmesi, askeri caydırıcılığını yüksek düzeyde tutması gerekiyor.

Çözüm

Bana göre beş maddede Azerbaycan-Ermenistan sorununa çözüm:

– Ermenistan, işgal altında tuttuğu yüzde 21’lik Azerbaycan topraklarından çekilecek. Uluslararası hukuk gereği bu toprak bütünlüğü ve egemenlik ihlalinin daha fazla sürdürülmesi mümkün değil. Askeri olarak güçlenmiş Azerbaycan’ın artık bu “unfinished business”e müsamaha etmeyeceği de aşikar.

– Rusya da bu çizgiye geliyor süratle. Hatta Putin inisiyatifi başkalarına bırakmamak için harita üzerinde nereye kadar çekileceğini Bakü ve Erivan’a ulaştıracak.

– Yukarı Karabağ’a Azerbaycan içinde özel bir statü tanınacak, oradaki çoğunluk Ermenilerin hak ve menfaatleri korunacak.

– Mevcut Ermenistan Başbakanı görevden ayrılmak zorunda kalacak.

– Ortaya çıkacak durum Ermenistan’a yeni bir fırsat yaratacak, varılacak paket anlaşması çerçevesinde Bakü’nün Ankara’nın Ermenistan açılımına itirazı kalkacak, sınırlar açılacak, karşılıklı Büyükelçilikler kurulacak.

Gerilimi azaltacak, aynı zamanda iki ülkenin milliyetçi gruplarını bir nebze tatmin edecek “kazan-kazan” bir öneri,  Mayıs 1992’de Karabağ Ermeni güçleri tarafından açılan ve Ermenistan ile de facto Dağlık Karabağ’ı birbirine bağlayan Laçin Koridorunun korunması, bunun karşılığında Türkiye ile sınır paylaşan Nahcivan bölgesi ile Azerbaycan arasında bir koridorun açılmasına Erivan’ın yeşil ışık yakması olabilir. Ama gerçekçi olmak gerekirse, Ankara ve Bakü’nün Azerbaycan’a Ermenistan üzerinden doğrudan kara koridoru yaratılması stratejik hedefi bu aşamada mümkün değil.

İslam-Hıristiyanlık uçurumu

Londra’da meşhur bir düşünce kuruluşunda Arap ülkeleri Büyükelçileri ile bir yuvarlak masa toplantısında idik.

Belki 15 yıl oldu.

İslam dünyası ile Hıristiyanlık arasındaki uçurumun genişlemesini, diyalog ve karşılıklı anlama kanallarının yetersiz olmasını, bu konuda neler yapılması gerektiğini konuşuyorduk.

Eski Dışişleri Bakanı Geoffrey Howe’dan sonra ben konuştum. Soru-yanıt bölümünde Arap Büyükelçilerden birisi, İngiltere’yi İslam karşıtlığı İle suçladı, barış dini olan İslam’ın anlaşılamadığından yakındı, uçurumun kapanması İçin daha fazla çaba gösterilmesi gerektiğinin altını çizdi.

Normalde yumuşak ve diplomatik üslubu ile bilinen Geoffrey Howe bu suçlama karşısında yerinde duramadı, iki elini kaldırarak müdahale isteğini belirtti. Sinirden yüzü kızarmış vaziyette sorular yönelterek şöyle konuştu:

# Siz İngiltere’de, hatta Londra’nın kalbinde, kaç tane cami var biliyor musunuz? Peki sizin ülkenizde kaç tane kilise var bana söyler misiniz?

# İngiliz üniversitelerinde kaç tane İslami İncelemeler Merkezi ya da kürsüsü olduğunu biliyor musunuz? Peki sizin ülkenizde bir tane bile Hıristiyanlık İncelemeleri Merkezi var mı, lütfen söyleyin?

# Londra sokaklarında Kuran’dan ayetler okuyarak kutsal din kitapları rahatça dağıtılıyor? Sizin ülkenizde İncil dağıtılmasına izin veriyor musunuz acaba?

#Okullarımızda İslam dahil karşılaştırmalı dinler öğretiliyor, siz de var mı Hıristiyanlığı da kapsayan böyle bir öğretim içeriği?

Herhalde yanıt beklemiyordu, makineli tüfek gibi bu soruları sıraladıktan sonra odadan çıktı gitti.

Derin bir sessizlik oldu.

Oturum başkanı telaşlandı, hemen sohbeti o zamanlar modernite ve laiklik ile İslami barıştırmış örnek ülke olarak gösterilen Türkiye’ye kaydırıp yeniden bana söz verdi.

Hala düşünürüm rahmetli Geoffrey Howe’un soruları üzerine…

Jak Kamhi

95 yasında bir çınar ağacı daha devrildi.

Eksildik.

Sadece kendi iş dünyasında değil kapalı kapılar ardında Türkiye’ye birçok cephede muazzam kazanımlar sağladı.

Bazılarına tanıklık ettim Dışişleri’nde çalıştığım yıllarda.

Ülkemizin menfaatleri için güçlü ilişkiler içinde olduğu dünya Yahudilerini ikna edebilen, harekete geçirebilen, sonuç alabilen nadir şahsiyetlerden birisi idi.

Önümüzdeki dönemde İsrail ve dünya Musevileri ile yeniden köprüler inşa etmemizde onun güvenilir kişiliğine çok ihtiyaç olacaktı.

Işıklar içinde yatsın Jak Kamhi.

Bu ülke ve insanlarımız onu, hizmetlerini unutmaz.

Açık mektup

Kafamın taşı atmıştı.

Yıl 2002. 18 yıl önce.

O zamanlar Dışişleri Bakanlığından ayrılmış, Paris’te OECD Sekretaryasında uluslararası yönetici olarak çalışıyorum.

Avrupa Birliği anayasası hazırlanıyor. Bu çabanın başında da Fransa eski Cumhurbaşkanı, burnu hep yukarıda gezinen, Türklerden hiç haz etmeyen Giscard d’Estaing var.

Le Monde’a verdiği bir mülakatta Türkiye’nin Avrupa’da yeri olmadığını ağır ifadelerle anlatıyor, normal eleştiri sınırlarının ötesinde bir üslupla.

Mızmız etmek, aramızda ateş püskürtmek yerine o gece uyumadım oturdum kendisine medeni bir üslupta açık mektup yazdım.

Sadece kendisine iletmekle kalmadım, hem İngilizce hem Fransızca hem de Türkçe gazetelerde yayımlattım.

Avrupa Parlamentosu başkanına ilettim, AB Komisyon Başkanına da. Üye ülkelerin devlet başkanlarına da gönderdim.

Giscard d’Estaing yazılı olarak cevap verme ihtiyacını hissetti. Görüşlerini muhafaza ettiğini, ama üsluptan dolayı Türkleri incittiği için özür dilediğini belirtti.

AB kurumları da onun görüşlerini tasvip etmediklerini ifade ettiler yine yazılı olarak.

Şeffaflık

Sağlık Bakanlığı’nın korona “vaka-hasta” ayrımı dış dünyada güvenirlik konusunda yeterince güçlü olmayan imaja bir darbe daha vurdu.

“Sadece sağlık değil ulusal çıkarlar da var işin içinde” itirafı ise yaraya tuz dökmek gibi oldu.

Elbette ekonomik yansımaları hesaba katmak lazım ama sağlıktan daha önemli ne olabilir ki…

Gerçek rakamın bildirilenin 20 katı olabileceği haberinin ilk yansıması İngiltere’nin Türkiye’den gelen yolculara 14 günlük karantina kararı olarak karşımıza çıktı.

Uluslararası standartlara uygun vakalara ilişkin bildirim yapmadığımız gerekçesiyle.

Zaten diğer Avrupa ülkelerinin çoğu vatandaşlarını göndermiyor Türkiye’ye.

Şeffaflık tüm kötülüklerin pan zehiri. Güvenin anahtarı.

Her alanda.

https://www.gozlemgazetesi.com/HaberDetay/1129386/kafkaslar-islam-hiristiyanlik-covid-19-seffafligi-ve-kamhi.html

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın