İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hain Abdül memleketi nasıl Ermenilere sattı

Sevan Nişanyan

15 Haziran 2020

Sosyal medyada gene bir ahmak-aldatan listesi dolaştırmışlar. Meğer Abdülhamit’in bütün kadrosu gavur değil miymiş? Millet önyargılarının bir kez daha teyidinden mutlu; kimi Ulu Hakan’ın ‘hoşgörüsünü’ över, kimi bak işte gör, hiç de yerli ve milli değilmiş havalarında. Milli cehalet skoru gene rekor peşinde.

Bakıyoruz kimmiş gerçekler aleminde Abdülhamit Han’ın kadrosu.

Yönetimin başı sadrazamlar, 16 adet. On üçü doğma büyüme Türk, yani anadili Türkçe olan Anadolu ve Rumeli Müslümanlarından (Mütercim Rüşdü, Midhat, Ahmet Vefik, Sadık, Safvet, Arifî, Said, Nureddin, Kâmil, Cevat, Halil Rıfat, Hüseyin Hilmi, Tevfik Paşalar). Aralarında Fırat’ın doğusundan gelen yok. Arap da yok. Biri (Avlonyalı Ferid Paşa) Arnavut ama en az diğerleri kadar Türkleşmiş. İkisi kölelikten gelme, Tunuslu Hayreddin Paşa Çerkes kökenli, İbrahim Edhem Paşa Sakızlı Rum, ikisi de küçük yaşta İstanbul’a getirilip Türk edilmişler, devlet hizmetinde yetiştirilmişler. İkisinin de torunları (Sedad Hakkı Eldem, Cemal Reşit Rey, Zeynep Tunuslu) Cumhuriyet Türkiye’sinin önde gelen seçkinlerindendir.

Şeyhülislamlar altı tane. Hepsi kuşaktan kuşağa sürdürülen Osmanlı ulema aristokrasisine mensup; dedeleri, amcaları, beşinci kuşak ataları da şeyhülislam. Birinin memleketi Çorum Mecitözü, biri Bodrumlu, biri Gürcü kökenli ama üç kuşaktan beri İstanbul ileri gelenlerinden. Öbür üçü İstanbul’un yerlisi.

Seraskerler, yani ordu başkomutanları: İlk başta Hüseyin Avni Paşa, Ispartalı; sonra Redif Paşa, Bursalı; Ahmet Muhtar Paşa, o da Bursalı; sonra yirmi sene boyunca askerin değişmez başı Rıza Paşa, İstanbul yerlisi. Hepsi Türk. Yani Devlet’in dininin, dilinin, kimliğinin ve ideolojisinin temsilcileri.

Dahiliye ve Maliye Nazırlarının ayrıntılı biyografilerine bakmaya üşendim, ama hepsinin Türk olduğu malum; zaten birçoğu sadrazamlığa devam etmiş. O devirde büyük nüfuz kazanan Saray başkatiplerinden Tahsin Paşa köklü bir İstanbullu Türk ailesinden; ancak İzzet Holo Paşa istisnaen Suriyeli (Müslüman) Araptır. Suriyeliliği göze batmış; şiddetli eleştirilere maruz kalmış, padişah devrilince yurt dışına kaçmaya mecbur olmuştur.

On adet Hariciye Nazırından sekizi Türktür. Safvet Paşa aslen Sürmeneli, Hürriyet gazetesi kurucusu sedat Simavinin dedesi. Asım Mehmet Paşa ile Arifi Paşanın babaları da önceki Hariciye nazırları. Said Halim Paşa Türk ve Arnavut kökenli olan Mısır hıdiv ailesine mensup. Turhan Paşa Türk akıncıları soyundan olmakla övünen Arnavutlardan; sonradan bağımsız Arnavutluk başbakanlığı da yapmış. Yine Arnavut kökenli olan Abidin Paşa, ressam Abidin Dino’nun ve Türk modernleşmesinin fikir öncülerinden Celal Nuri İleri’nin dedesi. Tevfik Paşa Kırım’ın han sülalesinden; yüz yıldan beri İstanbul’a yerleşik bir aileye mensup.

Devletin asli iktidar organlarından biri olan Hariciye Nezaretine sadece iki gayrimüslim getirilmiş: bir, Aleksandr Karatodori Paşa (Aralık 1878-Temmuz 1879, yedi ay), iki, İoannis Savvas Paşa (Ekim 1879-Haziran 1880, sekiz ay). Onların neden bu göreve getirildiğini kavradığınız zaman bütün tablo netleşir. Hatta son iki yüz yılın Türkiye tarihi pırıl pırıl olur. 1878’de Osmanlı devleti Rusya karşısında hezimete uğrayıp alayı vala ile çökmüştür. Avrupalıların desteğiyle Berlin Konferansında yeniden diriltilmesi gerekmiştir. Berlin’de berbat koşullarla bir antlaşma imzalanması lazımdır. İşte o pis işi yapması için, gerekirse satılıp “hain” ilan edilebilecek bir gayrimüslim maşa gerekmektedir. Karatodori görevlendirilir. İmzalar. Birkaç ay sonra “beni bu işten affedin” diyerek istifasını verir, güzel bir sürgün yeri olduğu için Samos’a Bey/Prens tayin edilir. Yerine üç aylığına eski Maarif Nazırlarından, modern Türk Milli Eğitim sisteminin kurucusu Saffet Paşa getirilir. Fakat bu esnada Avrupalılarla pazarlık devam etmektedir. Devlet maliyesi batıktır. İdare ve ordu reformu için Batılıların desteği lazımdır. Abdülhamit’in iktidarı sallantıdadır. Bu sefer Galatasaray lisesi müdürlerinden, saygın bir İslam hukuku alimi olan Savvas Paşa göreve çağrılır. Bakanlık kadrosuna hakim olamayacağı anlaşılınca birkaç ay sonra azledilir. Girit’e vali olur.

Devletin dümenini tutmak anlamına gelebilecek olan görevlerde başkaca da gayrimüslim istihdam edilmez.

*

Bu durum normal midir? Yani, madem burası Türk devleti yöneticilerin de Türk olması eşyanın tabiatına uygun değil midir?

Ufak ayrıntı: 1878 itibariyle Osmanlı devletinin nüfusunun tam olarak yüzde kırkı gayrimüslimdir. Üstelik önceki yüzyılların aksine, bu nüfus gerek eğitim, gerek profesyonel tecrübe, gerekse ekonomik güç açılarından Müslimlerle arayı açmaya başlamıştır. Memleketin gazeteleri, iyi okulları, bilimsel kuruluşları, ipekböceği atölyeleri, hastaneleri, postaneleri onlar sayesinde yürümektedir. Ve fakat İslam hukuku gereğince başkalarına emir verebilecek konumda bulunmaları, yeni kilise inşa etmeleri, sarı pabuç giymeleri, ata binmeleri, silah taşımaları, mahkemede Müslümana karşı tanıklık etmeleri yasaktır.

1856’da Osmanlı devleti Avrupalıların şiddetli baskısı altında Islahat Fermanını kabul ederek, gayrimüslim tebaasına devlette eşit fırsat kapıları açmayı vaadetmiştir. Peşinden askeriyede veteriner sınıfından birkaç Rum ve Ermeniyi paşalığa terfi ettirmiş, zararsız bakanlıklardan Nafıa ile Posta Telegraf ve Maden nezaretlerine gavurdan nazır atamıştır. Bunlar göstermelik işlerdir. AB’ye hoş görünmek için çıkarılan Yargı Reform Paketlerini hatırlıyor musunuz? İşte öyle.

Sonra tabii “biz ne yaptık, Devletten başka neyimiz var bizim, paylaşılır mı hiç” deyip pişman olmuşlar. Götü kalkan Ermeniyle Rumu bir güzel kesmişler.

Alo, Etyen, orada mısın?


http://nisanyan1.blogspot.com/2020/06/hain-abdul-memleketi-nasl-ermenilere.html

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın