İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Demir Yumruk Zakaryan ve Sevgili Memleketi

Alin Ozinian

Türkiye’nin ilk profesyonel milli boksörü ‘Demir Yumruk’ lakaplı efsane sporcu Garbis Zakaryan, 25 Ocak’ta 90 yaşındayken vefat etti. Türkiye’de 1950-1960’larda boks deyince ilk akla gelen, müsabakalarına bilet bulunmayan, 200 amatör, 50 profesyonel maça çıkmış ve sadece iki kez nakavt olmuştu. Zakaryan’ın ölümü Türk basınında “Cenazesi Türk Bayrağına sarılsın istemişti” ana teması ile gündeme geldi.

Bitlisli bir ailenin 1930’da dünyaya gelen çocuğu Garbis, İstanbul’daki Esayan Ermeni Okulu’nu yarıda bırakıp çalışmaya başlıyor. Atölyelerde çıraklık yapıyor, gazete dağıtıyor.

Aslı hikaye 1944’te başlıyor, Galatasaray Kulübü’nde (Hasnun Galip Lokali) oynanan boks müsabakalarından çok etkilen Zakaryan merak sarıyor bu spora. Çok zayıf olduğu için boks için yetersiz görülüyor ama yılmıyor, o kadar çok ısrar ediyor ki kovmaktan usanıp onu Beyoğlu Spor Kulübü’ne alıyorlar.

Oradan birkaç arkadaşı ile birlikte Ermenilerin kurduğu Taksim Spor Kulübü’ne geçiyor.  Galatasaray Kulübü istiyor Zakaryan’ı daha sonra; 1948’de İstanbul şampiyonu, 1949’da ise Ankara’da Türkiye şampiyonu oluyor. 1950’de tekrar Türkiye şampiyonu olunca önü açılıyor.

Eski boksörlerden Mahmut Kefeli’yi dinleyip profesyonelliğe adım atıyor. O dönem Galatasaray profesyonel lisans veremediğinden Avrupa Boks Birliği’ne müracaat ediliyor, lisans oradan geliyor. Nerede maç yapıyorsa, oradan lisans alıyor Zakaryan.

Burnunun kırılacağını düşünse de hep kaşları patlıyor. Kader işte, Garbis’in burnu bir trafik kazasında kırılıyor. Askerlikte de boksu bırakmıyor, İstanbul Birinci Ordu Şampiyonası’nda, Silahlı Kuvvetler Türkiye Şampiyonu oluyor. 

Lübnan, Mısır, Fransa, Almanya, Arjantin, Brezilya başta olmak üzere bir çok ülkede dövüşüyor. Kalust Çarkçı antrenörü, onu hiç bırakmıyor, hep onunla çalışıyor. Sol direkt iyi vurması, daima hareketli olduğu için sayı hesabıyla maçları kazanması ile ünleniyor. 1964’te Ortadoğu Şampiyonu oluyor, aynı senelerde dünyaca ünlü boksör Titi Clavel’i mağlup ediyor.

Babası ve annesi boksör olmasını hiç istemiyorlar başladığı yıllarda. Onlara kızsa da ileride kendisi de iki oğlunu bokstan uzak tutuyor. “Ağır spor, çok hırpalıyor, başka şey yapsınlar” diyor. Babası vefat ettikten sonra, ilk kez maça gelen annesi, “Bu son olsun!” diyor. Evladını kan revan içinde görmeye dayanamayacağını söylüyor. Büyük aşkı, İstanbullu İtalyan eşi Hersilia ise nakavt olduğu ve çenesine çok ağır bir darbe aldığı maçta heyecanlanıp ayağa fırlayınca henüz bebek olan çocukları yere düşüyor. Böylece artık Hersilia da gelmemeye başlıyor maçlara.

1966 yılında boksu kendi sözleri ile “tadında” bırakıyor. Bırakmadan hemen önce Federasyon Başkanı kendisine federasyon antrenörü görevini veriyor, Avrupa Şampiyonu olacak Cemal Kamacı’yı çalıştırıyor Zakaryan. İsmi Zakaryan’dan daha çok duyuluyor Kamacı’nın, adı spor salonlarına veriliyor.

Zakaryan ile sohbet etme fırsatı bulmuştum yıllar önce, dedemin Şişli Spor Kulübü’nde amatör halter ile ilgilendiği yıllardan tanıdığı Garbis tanışma isteğimi kırmamış, sevinmişti. Bu kadar yumuşak, bu kadar nazik ve insancıl biri nasıl boks yapar diye düşünmüş, hatta ona sormuştum. Boksun asaletini anlatmıştı bana.

Çok güzel Ermenice konuşuyordu, evin dilinin Ermenice olduğunu anlatmıştı. Yaşlanmıştı ama geçmişi anlatırken gençleşiyordu. “Ermeni olarak zor muydu Türkiye’de bunları yapmak?” diye sormuştum. “Türkiye’de boksta nereye kadar gidilirse, o kadar gittim, ötesi yoktu” demiş, sorumu geçiştirmiş ama anılarını paylaşmıştı.

1948’de Federasyon Başkanı’nın “Senin adını Galip Sakarya mı yapsak?” diye sorduğunu kabul etmeyince şakaya vurduğunu anlatmıştı mesela. Fazla bir kelime eklemeden, sadece uzaklara dalarak.  

Yurtdışındaki Ermenilerin farklı ülkelerdeki müsabakalara desteğe geldiklerini, “Zakaryan zark! (vur)” diye bağırdığını anlatırken, aslında salondaki yüzlerce Diaspora Ermenisinin Türk Milli Takımı’nı desteklediğini anlattığında, ikimiz de uzun uzun gülmüştük.

1950’de ünlü boksör Yüzbaşı Kenan Yargan ile Harp Okulu’nda dövüştüğünü, tüm Harbiyelilerin Yargan taraftarı olduğunu, maçta gerildiğini anlatmıştı. Güzel maç olmuş, ama Zakaryan önde gidiyormuş “Yüzbaşı her yere düştüğünde hakem hem sayıyor hem de hadi kalk oğlum Kenan diyordu, koskoca Yüzbaşı Kenan, tıfıl bir Ermeni oğlana yenilecek…”

Nakavt edince sorun olmamış, gelip tebrik etmişler, “Gerçekten demiryumruksun” demişler. Sevinmiş Garbis, gururlanmış. Uzun yıllar görüşmüşler Zakaryan ve Yargan, “Kenan Abi ile iyi anlaştık sonra” demişti Zakaryan.

6-7 Eylül 1955 pogromunu, Bozkurt Caddesi’ndeki evine giderken gördüklerini, 1964 sürgünlerinde Yunanistan’a sürgün edilen çok sevdiği boksör arkadaşını, efsane futbolcu Lefter Küçükandonyadis’i, onun yaşadıklarını konuşmuştuk… “Lefter hak etmedi” demişti Zakaryan. 

Kıbrıs sorunu döneminde Yunanistan ile Türk formasıyla maç yapmış Zakaryan. Olay çıkmasın diyerek maçı Beyrut’a almış taraflar. Suriye’den Türk askeri ateşesi de gelmiş Beyrut’taki maça, odasına gelmiş “Kıbrıs için vur oğlum, e mi” demiş. 

Beyrut’ta yaşayan Ermeniler de gelmişler, tam bir sinema sahnesi! Zorluymuş rakibi, kaşları patlamış, gözlerini kandan açamaz olmuş, ama yine de bırakmamış, yenmiş Yunanlıyı. Maç sonunda tertip edilen resepsiyondan önce dikiş atmışlar kaşlarına, sarmış sarmalamışlar,  Konsolosluk çalışanları birer birer tebrik etmişler, çok gurur duymuş, tüm acısını unutmuş…

“Arjantin’e gel” demişler, anlaşmayı göndermişler, şartlar daha iyiymiş, istememiş, “anamı, memleketimi, anılarımı bırakmam” demiş. Yıllar önce konuştuğumuzda hala doğru yaptığına emindi, “sevdiğim işi, sevdiğim yerde yaptım” diyordu.

Zakaryan,29 Ocak’ta Beyoğlu Üç Horan Ermeni Kilisesi’ndeki cenaze töreninin ardından Şişli Ermeni Mezarlığı’nda toprağa verildi. Törene Gençlik ve Spor Bakanı Mehmet Muharrem Kasapoğlu, İstanbul Valisi Ali Yerlikaya, Beyoğlu Belediye Başkanı Haydar Ali Yıldız, Spor Genel Müdürü Mehmet Baykan, Türkiye Boks Federasyonu Başkanı Eyüp Gözgeç ile Garbis Zakaryan’ın arkadaşları, öğrencileri, ailesi ve yakınları katıldı. Hepsi çok güzel şeyler söylediler, sevmişler  Zakaryan’ı. Öğrencileri bazıları gibi tereddütte düşmeden “ Allah rahmet eğlesin. Nur içinde yatsın Garbis baba” dediler,

Cenaze videolarını izledim, basının vurguladığı temel şey, Zakaryan’ın Türk bayrağına sarılı naaşı idi. Gazeteciler Garbis’in arkadaşlarına “Ülkesine, bayrağına çok bağlıydı, çok vatanseverdi, ay-yıldızlı formayı gururla taşırdı” cevabını duyacakları sorular sordu.

İlklere imza atan, İstanbul şampiyonlukları, Türkiye şampiyonlukları, Ortadoğu şampiyonlukları olduğu halde adı bugüne kadar bir tesise bile adı verilmeyen, yurt dışındaki teklifleri memleketimi bırakmam diyerek reddeden Zakaryan, 90 yıl boyunca bağlılığını kanıtlayamamış, yaptıkları yetmemiş diye düşündüm… 

“Beni Türk bayrağına sararlar değil mi?” diye sormuş, sarılmasını istemişti yıllar önce, iyi de yapmıştı. Bağlılığını, sevgisini, adanmışlığını bunca yıl idrak edemeyenler bu kez anlarlardı mutlaka…

© Ahval Türkçe

Bu makale yazarın görüşlerini yansıtır. Ahval’in yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir

https://ahvalnews-com.cdn.ampproject.org/c/s/ahvalnews.com/tr/analiz/demir-yumruk-zakaryan-ve-sevgili-memleketi?amp

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın