İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ağlıyordu Vartar bibinin Oluklu pınarı (3)

Fikri Demirtaş

Toplanan yetişkin erkeklerin hepsi Taşhan’a götürüldü. Jandarma,” padişahın emri savaştayız eli silah tutan bütün erkekler vatan savunmasında görevlidir. Verilen her görev yapılacaktır. Kaçanlar yargılanır savaş suçlusu olarak idam edilir” diye nutuk atmış.

Bu erkeklerin yol çalışması için askeriyenin yol taburunun emrinde çalışacakları söylendi. Ancak, gittikleri yerden bir daha dönmedikleri gibi akıbetleri hakkında kesin bir bilgi edinilemedi. Kadınlar ve çocuklardan oluşan Ermenileri, kilisede topladılar. Analar bebekleri ağlamasın diye, tüfeklerin arasında yavrularını emziriyorlardı. Kilisede toplananlar olan biteni konuştular, ağlaştılar, bağrıştılar, ağıtlar yaktılar, yaşlılara sordular, tartıştılar. Kimse erkeklerin nereye ve niçin götürüldüklerini, ne zaman döneceklerini bilmiyordu. Kim bilir Zurbahan dağı , Yücekaya tarihin ne sırlarını saklıyordur.”

Anneannem burada durdu. İçini çekti. Yaşaran gözlerini beyaz yaşmağının ucuyla sildi. Benim de gözlerim yaşardı. Pamuk ellerini öptüm. Konuşmaya devam etti: “Erkeklerin götürüldüğü günlerden sonra köyün birtakım adamlarca basılacağını. Köyün güzel, genç kızlarını, kadınlarını kaçıracaklarını, geride kalan bütün Ermenilerin sevk edileceği, karşı gelenlere zor kullanılacağı dedikodusu yayılıyordu… Müslümanlığı kabul edenler rahatça yerlerinde kalıp işlerine devam edeceklerdi.

Sabah ay ışığında, bizi kağnı ile Kocaözü köyüne götürecek Türk komşumuz gelmişti. Akşamdan hazırladığımız eşyaları denk etmiştik. Kucağımda kundakta 6 aylık kızım Eleni , 8 yaşındaki oğlum Hagop ve bizimle üç komşu kadında çocukları ile geldi… Evimizden yuvamızdan ayrılıp yola çıktık. Kağnının gıcırtısı acımıza eşlik ediyordu sanki. Gafladan kesiköprüye doğru Kuruçay’ın kenarından yavaş yavaş gidiyorduk. Yağmur yağıyordu ve kağnımız çamura bata çıka gidiyordu. Bu utanç verici olaylar anılarımıza kazınıyordu.

Eleni ağlamaya başlayınca sırtımdan kucağıma alıp hem emziriyorum hem yürüyordum. Bir taraftan da oğlumun elini sıkı sıkıya tutmaya devam ediyordum. Ne kadar yol gittik bilmiyorum. Hepimiz yorulmuş susamış ve acıkmıştık. Komşumuz Armine, elindeki bohçadan bize kavurmalı lavaş ekmeğinden verdi.

Sabahtan beri yürüyorduk. Hava, kara bulutlar yüzünden kararmıştı. Kesikköprü’den geçerken yağmurun sesi, tufan gibi ortalığı inletti. Müthiş bir uğultu ve selin sesi… Kuruçay‘ın masallardaki devin kükremesini andıran akışı kulakları sağır ediyordu. Önüne kattığı ne varsa ağaç, hayvan kocaman dalgalarla götürüyordu. Kulakları sağır eden gök gürültüsü ve sel sesinden korkarak kağnımızın ardından yolumuza devam ettik. Kısa sürede sırılsıklam olduk. Yol üzerinde bulunan bir mağaraya sığındık. Oğlum Hagop yolda hastalandı. Yağmurdan çamurdan mosmor olmuştu ayağı, tir tir titriyordu. Elleri avucumun içinde buz gibiydi. Ne yaptıysak onu kurtaramadık. Gözyaşları içinde yavrumu bir meşe ağacının dibine gömdük, üstünü ıslak ve soğuk toprakla kapattık. Oğluma dua ettikten sonra yavruma bir ağıt mırıldanmaya başladım.

“Merdiven altında taş olaydım

Yavrum gelip gittiğinde, ayağını öpeydim,

Ah! Keşke doğmasaydım,

Yavrumun anası olmayaydım”

Yüzümü göğe doğru kaldırdım. Ve gökyüzündeki yıldızlara baktım. Ellerini kaldırdım gözlerimi kapadım. Ve dudaklarım titriyordu. Kaderin, umutsuzluğun izleri beni derinden sarsıyordu. Sonra haykırdım. Ah tanrım neden, insanlara acı çektiriyorsun. ? Neden darda kalan kullarına sahip çıkmıyorsun? diye sitem ettim. Kızım Eleni de ağlıyordu. Kucağıma aldım, bağrıma bastım Eleni’mi Kokladım kokladım… Hıçkırıklarla ağlamaya başladım. Artık kızım Eleni için yaşayacaktım. (DEVAM EDECEK)

http://www.malatyasonsoz.com.tr/agliyordu-vartar-bibinin-oluklu-pinari-3-h262837.html

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın