İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

DİNLERARASI DİYALOG VE BOP

***HyeTert, bu kaynağın ve/veya içeriğin yanlış ve/veya yanıltıcı bilgiler ve/veya soykırım inkarcılığı, ırkçılık, ayrımcılık ya da nefret suçu içerdiği/yaydığı kanısındadır. Metni paylaşmadan önce bu uyarıları göz önüne alarak, içeriği ve/veya kaynağı güvenilir kaynaklardan kontrol ediniz.***

Murat ŞENEL

Bir önceki yazımızda izah edildiği üzere iki nehir arasındaki vaat edilmiş topraklara halen kavuşamamış ve bunu bir devlet politikası olarak benimsemiş Yahudi topluluğu bir kurtarıcı beklerken, bu anlamda hizmet etmeyeceğini gördükleri İsa peygamber çarmıha gerilmişken ve akabinde de bu beklentilerin boş olduğunu, kurtarıcı gelmeyeceğini ifade eden Hz. Muhammed ortaya çıkmışken bu siyasi emellere ulaşmanın yolu tekdir. İşte bu yolun adı Dinler arası diyalog ve akabinde gelen sınırları çizilmiş, inanç sistemi zayıflatılmış İslam ülkelerini temsil edecek olan Büyük Ortadoğu Projesidir. İnsani manada dinler arası diyalog yüzyıllardır yaşanmıştır ve halen devam etmektedir.

Sizlerden hiçbir kimse arkadaşlık ederken arkadaşınızın dinini, inancını sorgulamamışsınızdır, zaten böyle bir ihtiyaç dahi hmemişsinizdir. Ticaret yapılmış, mal alınmış hatta evlilikler meydana gelmiştir. 

Son yıllarda ise bu kavram beşeri ilişkilerin de dışına çıkılarak inanç sistemlerine ve gündelik yaşama sirayet ettirilmiştir. Özellikle dış güçlerce beslenen ve ileride izah edeceğim düşünce örgütleri ve liderler vasıtasıyla medya önünde yapılan son üç dinin özel yetiştirilmiş din alimlerince tartışılması, iftar yemeklerine Hıristiyan ve Yahudi din adamlarının daveti, yortu ve noel günü kutlamalarına katılmalar vb pek çok uygulama diyalog ve hoşgörü adı altında toplumumuza mesaj olarak verilmeye başlanmıştır.

Oysa binlerce yıldır bu üç dinin liderleri ve din adamları tarihte pek çok örneği olan din savaşlarını desteklemiş, bazılarını birebir organize etmiş ve kendi dinlerinin dışındaki tüm dinleri kabul etmediklerini de ifade etmişlerdir.

Dinler arası diyalog öncesi faaliyetler yaklaşık 200 yıldır hız kazanmıştır. Misyonerlik faaliyetlerinin modernize edilmiş hali aslında şu ana düşünceyi yayma amaçlıdır, “son savaş Allah yani Rabbi ordusu ile (Yahudilerin kutsal mabedini yapmaları ve vaat edilmiş toprakları almaları adına) diğer dinlere inananlar ve inançsızlar arasında olacak, Mesih yalancı peygamber Deccal ile savaşan Mehdinin saflarına katılacaktır.” Bu konuda Hıristiyanları bağlayan ise Yahudilerin son savaşı kazanmalarına yardımcı olmaları halinde cennet ile ödüllendirileceklerinin binlerce yıldır kendilerine empoze edilmesi dikkat çekicidir. 

Papa II. Paul bu bağlamda RedemptorisMissio (Kurtarıcı Misyon) isimli bir genelge yayınlamış ve “Dinlerarası diyalog, Kilise’nin bütün insanları Kiliseye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır. Bu misyon aslında Mesih’i ve İncil’i bilmeyenlere ve diğer dinlere mensup olanlara yöneliktir.” demiştir.

1964 yılına geldiğimizde ise 2. Vatikan Konsilinde Hıristiyan Olmayanlar Sekreteryası kurulmuş, tam dokuz yıl sonra sekreterlik görevine getirilen PietroRossano “…. Bu sebeple diyalog, Kilise’nin İncil’i yayma amaçlı misyonunun çerçevesi içinde yer alır.” diyerek amaçlarını açıkça ifade etmiştir.

Ne ilginçtir ki Dinler Arası Diyalog kapsamında Papa’yı ziyaret eden Fethullah Gülen’in “Papa 6. Paul Cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarası Diyalog İçin Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz.” (F. Gülen’in Papa’ya mektubundan, Zaman,10.2.1998) Artık gelinen noktada hedefler şu şekilde belirlenmişti ve bu durum Papa II. Paul’un 2000 yılı mesajında “Birinci bin yılda Avrupa Hıristiyanlaştırıldı. İkinci bin yılda Amerika ve Afrika Hıristiyanlaştırıldı. Üçüncü bin yılda ise Asya’yı Hıristiyanlaştıralım.” ifadesiyle adeta kalıcı hedefler haline getirilmişti.

Bu konuda bulunabilir ise ülkemizin samimi ama okumadan uzak Müslümanlarının nasıl sisteme dahil edilmeye çalışıldıklarına dair önemli ip uçları veren “Küresel Barışa Doğru” kitabını okumanızı tavsiye ederim.

Kitabın 131’inci sayfasında Fetullah Gülen, Kelime-i Tevhid’in ikinci bölümünü söylemeyenler için onlara da rahmet nazarıyla bakılmasını istiyor:“… Herkes kelime-i tevhidi esas alarak çevresine bakışını yeniden gözden geçirmeli ve ıslah etmelidir. Hatta kelime-i tevhidin ikinci bölümünü, yani ’Muhammed Allah’ın rasûlüdür’ kısmını söylemeksizin sadece ilk kısmını ikrar eden kimselere rahmet ve merhamet bakışıyla bakmalıdır.”

Ayrıca, Kur’an-ı Kerim’deki Hristiyan ve Yahudilerle ilgili ayetlerin bugünkü Hristiyan ve Yahudileri içine almadığını anlatıyor:“Kur’ân-ı Kerim’de Hristiyanlık ve Yahudilik hakkında kullanılan ifadelerin çok sert olduğu söylenir… Geçmiş dönemlerde, belli Hristiyan ve Yahudilerin apaçık gerçek karşısında gösterdikleri inat, ayak direme ve düşmanlığı ifade için Kur’ân’ın kullandığı aynı üslûp, bugünün Yahudi ve Hristiyanları için de kullanılacak diye bir şart, bir mecburiyet olamaz… O âyetlerin ilk günden bu yana her Yahudi ve Hristiyanı içine aldığı kesin değildir.”(Fetulah Gülen, Fasıldan Fasıla 4, sayfa 95).

İlginçtir ki kitapta bu diyaloğun ilk temsilcilerinden birinin de BediüzzamanSaidi Nursi’nin olduğu, Papa XII. Pier ile yazışmalar yaptığı da yer almaktadır. Ancak konumuzun özünden uzaklaşmamak gereklidir (bu konudaki tartışmaları daha sonra bir başka yazımızda gündemimize alacağımızı da ifade edeyim).

Ancak daha vahim olan ise Bülent Ecevit, Süleyman Demirel ve günümüzde liderlik yapan birçok siyasinin de bu konuya çok ilgi göstermeleri ve desteklemeleridir.

Peki amaçlanan şey nedir ve Türk halkı hangi tuzağa çekilmektedir? Devam edecek yazımızı bu soruya ait en kesin cevabı vererek bugünlük sonlandıralım.

Vaat edilmiş topraklar Fırat ve Dicle nehirleri arasında kalan toprakları yani Mezopotamya’yı tarif etmektedir. Bu toprakların büyük bir kısmı ise ülkemiz sınırlarında kalmaktadır.

Yine hatırlatalım ki Hatay tüm bu olayların tam göbeğindedir ve Mustafa Kemal Atatürk neden Hatay konusunda oldukça kararlı ve ketum davranmış, Kurun (Vakit) gazetesinde Asım Us takma adıyla 23-27 Ocak tarihleri arasında 5 gün üst üste Hatay meselesiyle ilgili görüşlerini yazmıştır. İlk üç gün Fransa’yı sert bir dille eleştirmiş ve işi yokuşa sürmemeleri gerektiğini aksi takdirde Türkiye ve Fransa’nın siyasi durumlarının ortada olup Türkiye milletinin her şeyi göze aldığını açıkça belirtmiştir.

Dilerseniz bu konuyu da son bölümde açıklayalım. Sağlıcakla kalın, görüşmek üzere…

https://www.samsunetikhaber.net/yazar-dinlerarasI-diyalog-ve-bop-928.html

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın