İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

GELENEKLER TOPLUMUN AİDİYET BAĞLARIDIR

Biraz öz eleştiri, biraz dün, biraz bugün.
Amacımız 85.Patriğimizi seçmekti. Süreci on bir yıl önce başlattık… Olmadı. Hep geleneklerimizden, nizamnameden söz ettik. Ama yalnızca söz ettik. Patrik Seçim Kararnamesini bilmiyorduk, filan tarihte seçim yapmak istiyoruz diye dilekçe vermekle seçim yapılamayacağını bilmiyorduk. Değabahın ne zaman, nasıl seçileceğini bilmiyorduk ve 2018 tarihli Valilik yazısının içeriğini ya unutmuştuk ya bilmiyorduk. Bilsek de dikkate almadık. 
İşte örnek: Biliyorsunuz, 05.02.2018 tarihli Valilik yazısıyla on bir yıllık patrik seçim süreci sonlandırıldı. Yazıda üç konu hakkında görüş vardı.
Birincisi: Patrik yaşamını yitirmeden değabah seçildiği için Bekçiyan Sırpazanın değabahlığının sonuçlarıyla iptal edildiği bildiriliyordu.
İkincisi: Patrikhanenin ve cemaatin dini ve hayri işlerinin yürütülmesi için Ateşyan Sırpazanın Patrik Genel Vekilliği süresinin uzatıldığı bildiriliyordu.
Üçüncü konu ise: Geleneğimize göre yeni değabah seçimiyle ilgiliydi. “Değebahınızı Patrik yaşamını yitirip, makam boşaldığında seçebilirsiniz” deniyordu.
Cümle aynen şöyle: “PATRİKLİK MAKAMININ BOŞALMASI DURUMUNDA ANCAK BİR PATRİK KAYMAKAMININ SEÇİLEBİLECEĞİNİN AŞİKAR OLDUĞU… BİLDİRİLMİŞTİR.”
Biz ne yaptık?
Patriğimiz yaşamını yitirdi. (Geleneğimize, Nizamnameye, Valilik yazısına göre) seçmemiz gereken değabahı seçmedik. 
Valiliğe bir dilekçe verdik. Patrik seçim sürecini başlattığımızı bildirdik.
Patriğimizi nasıl seçeceğiz? Onun yanıtını Valiliğe bıraktık. Neden?
Oysa, Valiliğe verdiğimiz dilekçede 2018 tarihli Valilik yazısını ilgi gösterip “MAKAMIN BOŞALDIĞINI, GELENEĞİMİZE GÖRE DEĞABAHIMIZI SEÇEREK SEÇİM SÜRECİNİ BAŞLATACAĞIMIZI” bildirmeliydik. 
Bizim ilgi alanımızda olmayan geleneğimiz 2018 tarihli Valilik yazısında bize hatırlatılmıştı, bu defa Bakanın Patrikhaneyi ziyaretinde bir kere de sözlü hatırlattığını öğreniyoruz. Bunun yorumunu size bırakıyorum. 
***
Dünümüzü de hatırlayalım mı? 
Ermeniler Hıristiyanlığa inanan ilk halk, Ermenistan Devleti ise (301’de) Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul eden ilk devlettir. On yedi asırdır Hristiyan’ız. Bu sürenin çoğunu İslam devletleri egemenliği altında geçirdik. Birer devlet kuruluşu olan, bulundukları başşehirlerin isimlerini alan, ‘dini merkezlerimiz’ de buna dahil. 
Eçmiyatzin Katoğigosluğu: 302-303’de Büyük Ermenistan Krallığı tarafından,
Kudüs Ermeni (-Rum) Patrikliği: 637’de Halife Devletince Hz. Ömer tarafından, 
Ahtamar Katoğigosluğu: 1113’de Ermeni Kral/Prenslikler tarafından,
Adana Sis Katolikosluğu, 1293’de Kilikya Ermeni Krallığı tarafından, 
İstanbul Ermeni Patrikhanesi 1461’de (Rum 1453’de) Osmanlı Devleti tarafından kurulmuşlardır.
1516-1517’de Ahtamar ve Sis Katoğigoslukları ile Kudüs Patrikliği, 1540’da Eçmiyatzin Osmanlı hakimiyetine geçer. Beş dini merkezden Eçmiyatzin Katoğigosluğu eşitler içerisinde en üsttedir. İstanbul Patrikhanesi ise idari merkezdir. Seçilen dini liderleri önce İstanbul Patriği onaylar, ‘pişkeş’ (mir-i rüsum) denen vergi ödenir ve yedi gün içerisinde Padişah onaylardı.
***
Ermeniler 637 yılından bu yana, Orta Doğu ve Anadolu, Trakya coğrafyasında, kısmen veya tamamen İslam egemenliği altında yaşadılar. 
İslam hukukuna göre iki türlü insan vardır. Millet-i hâkim Müslümanlar ve bir alt statüde, millet-i mahkûm Müslüman olmayanlar. 
Müslüman olmayanlar; İslam hukukuna göre bedel ödeyerek, vergiler vererek, çocuklarını beş asır yeniçeri ocağına göndererek, ölerek, din değiştirerek, her alanda kısıtlı haklarla geleneklerini, kültürlerini, inançlarını, toplumsal varlıklarını asırlarca devam ettirdiler.
Osmanlıda ‘millet’ sistemi içerisinde farklı etnik ve dinsel gruplar aynı trenin yolcularıydı ama her milletin vagonları ayrıydı. Kırsalda köyleri, şehirlerde mahalleleri ayrı, dini kurumları, okulları ayrı, verilen hakları, gelenekleri ayrıydı.
Ermenilerin beş dini merkezi, altmış dokuz piskoposluk merkezi, beş bine yakın okul, kilise, manastır, yetimhane ve hastaneleri, milyonla ifade edilen nüfusları vardı. Ama yok olmadılar. 1915’de kendi iradeleri dışında varlıkları yok edilene kadar bu böyleydi. 
Böylesi bir ortak amacın, ortak değerlerin, böylesi bir cemaat yapılanmasının ‘sırrı’ gelenekler dediğimiz toplumların aidiyet bağlarıdır.  
Sözlük tanımıyla: “Bir toplumda kuşaktan kuşağa iletilen toplum üyeleri arasında manevi bağları güçlendiren her türlü kültürel kalıntılar, töreler, alışkanlıklar, bilgiler, davranışlardır.” 
Bunlar önce karşılıklı anlaşmalarla ‘ahitnamelerde’ sonra fetva ve padişah iradeleriyle ‘fermanlarda’ yer aldı. Tanzimat’la beraber ‘Millet Anayasası’ olarak kabul edilen, her etnik ve dinsel gruba ayrı içerikli ‘nizamnamelere’ dönüştü. 1950’den bu yana da ‘Patrik Seçim Kararnamesi’ oldu.
1863 Nizamnamesinin başlangıcında şöyle yazıyor: “Yüksek Devletin Gayrimüslim uyruğu hakkında bağışladığı ayrıcalıklar, her milletin özel alışkanlıklarına, usul ve özel adetlerine uygun olarak ve özel bir şekilde buyrulmuştur. 
***
Ermeni tarihinin en büyük kırılması 1915 soykırım sürecinde yaşandı. İnsanımızla, kültürümüzle topraklarımızla, kişisel ve kurumsal varlıklarımızla, kısaca her şeyimizle yok edildik. 
Yok etme sırası, 1916’da dini merkezlere gelmişti. Ahtamar Katoğigosluğu fiilen yoktu. Hukuki varlığı da sonlandırıldı. Sis (Kozan) Katoğigosluğu Katoğigos Sahak’la Beyrut’a, İstanbul Patrikhanesi, Kudüs’e, Patrik Zaven Der-Zor’a sürgün edildi. Patrikhanedeki tüm belgeler, çuvallar dolusu tarihimizle Kudüs’e gönderildi. 
1918’de Osmanlının yenilmesinden, yabancı güçlerin İstanbul’a gelmesinden, ittihatçıların kaçmasından ve Vahdettin’in Tahta geçmesinden sonra ‘Padişah İradesiyle’ Patrikhane ve Zaven Patrik sürgünden geri geldi.*
Ve sonunda… İttihatçılar Osmanlı’yı da yok ederek kaçmış. İttihat rejimi sonlanmıştı. Yeni Cumhuriyet rejimi Azınlıklar için unut rejimiydi, Atatürk’e ve Cumhuriyete bağlandılar.
Cumhuriyetle beraber Osmanlının gayrimüslim tebaası ‘vatandaş’ olmuştu. Olmuştu ama her ne kadar Anayasa eşitlikten söz etse de onlar eşit vatandaş olamamışlardı. Onlar “azınlık vatandaşlarımız”dı. 
Umutları uzun sürmedi. İttihat ideolojisinin azınlık karşıtı politikalarında bir değişiklik yoktu. Bu politikaların belleklerdeki tortuları, yakın tarihimizde, (1934’de 1941, 1942’de, 1955 ve 1964’de) azınlık karşıtı arındırma politikalarının farklı uygulamaları oldu.
Amaç, ulus devlet için sona kalan arındırmaları tamamlamaktı. Hedef kitle İstanbul’da kalan Müslüman olmayan unsurlarla, Anadolu’da kenarda, köşede kalan ve İstanbul’da toplanan bir avuç Ermeni ve diğer Hıristiyanlardı.
Öngörülen politikalar amaca ulaştı. Bugün genel nüfus içerisinde Azınlıkların oranı, binde bir gibi.
Dünden bugüne, İstanbul Patrikhanesi, otuz beş kilise, öğrencisi her gün azalan okulları ve elli bin gibi nüfus kaldı.
Azınlıktık azıcık kaldık. Bilirsiniz azıcık kalmak yok olmanın başlangıcıdır.
***
Evet Ermeni tarihinin en büyük kırılması “1915 soykırımıdır” dedik.
Bu kırılmalar tüm azınlıklar için yakın tarihimizde de Meslek kısıtlamalarıyla, Trakya Olaylarıyla, Amele Taburlarıyla, Varlık Vergisiyle, 6/7 Eylül Olaylarıyla, İstanbul’un son sürgünleriyle devam etti.
Her kırılma beraberinde göçleri getirdi. Anadolu’dan İstanbul’a, İstanbul’dan dünyanın dört bir düveline göç başladı.
Osmanlının Pay-ı Tahtı İstanbul, ayrıcalıklı bir şehirdi, halkı en az beş yüz yıllık kentli kültür birikimine sahipti. İç ve dış göçler bu yapıyı değiştirdi.
Okul ve kilise yönetimlerimizde boşalmalar oldu. 1950’lerden itibaren Anadolu’dan gelen Ermeniler kurumlarımızın yeni yöneticileriydi. Bunlar. Sivaslıydı, Kastamonuluydu, Malatyalıydı, Yozgatlıydı, Sasunlu, Kayseriliydiler. Kısaca Anadolu’ydular. 
Kimi ilk okulu bitirmiş, kimi terk, kimi okula gitmemiş, Ermenice bilmeyen, 1915’den sonraki acılı tarihin, yoksullukların kuşağıydılar. Hepsi de inançlı, iyi yürekli güzel insanlardı. Artık yönetimlerde soyadı ‘yan’la bitenlerin yerlerinde onlar vardı. Vardı ama yeterli değillerdi, geleneklerden habersizdiler. Yanlış da yaptılarsa doğru bilerek yaptılar. İnanç ve iyi niyet, onların değer ölçüsüydü. Onlar kurumlarımızın ara dönem yöneticileri oldular. 
*** 
Cumhuriyet döneminde ilk patrik seçimi 1927’de,1863 Nizamnamesine uygun olarak yapıldı. Cumhuriyetle beraber Nizamnamenin içeriğindeki maddelerin büyük bölümü geçerliliğini yitirmişti. Yerine yeni bir düzenleme de yapılmamıştı. 1950 seçimlerinde Cumhurbaşkanı Celal Bayar, 1961 seçimlerinde İhtilal Lideri ve Devlet Başkanı Cemal Gürsel dönemlerinde ‘yönetmelik hazırlamamız’ hatırlatıldı. 1961, 1990, 1998 seçimlerinde patriklerimizi geçici yönetmelikle seçtik. Yanlışlar, eksikler, sapmalar yaptık. 1950 seçimlerinde zorunluluktan, diğer seçimlerde o günün koşullarını geçerli kıldık ve geleneklerimizi dikkate almadık. Son on bir yıllık süreç bu yanlışların devamı ve yumağı oldu.  
Yeni bir sürece başlarken geçmişle, yanlışlarla ilgili bir analiz yapmadık. Eksikleri görüp, ilkeleri koyup geleneklere bağlı kalarak devam etmeliydik. 
Ve en önemlisi de Cumhurbaşkanı’nın da söylediği kalıcı Patrik Seçim Yönetmeliğimizi Valiliğe vermeliydik. 1950’den bu yana, devletin üst yönetimince bu bize hep hatırlatılıyor. Buna rağmen gündemimizde olmadı. Hep seçim sonrasına bırakıldı.
Nizamnamelerden hep söz ederiz. Ederiz de kaçımızın elinin altında var, kaçımız içeriğini bilir? Patrik Seçim Kararnamesini ve Patrik Seçim Talimatnamesini ismen biliriz. O kadar.
Ya dünden bugüne seçimlerin nasıl yapıldığını, yanlışlarını biliyor muyuz? 
Yönetmeliğimizin ‘uzlaşmamız’ gereken konuları bunlardır. Esas alacağımız her seçimde içeriği değişmeden, geçici olarak yürürlüğe konulan 1961 Kararnamesinin ekindeki ERMENİ PATRİK SEÇİM TALİMATNAMESİ dir. Bunu devletle diyalog içerisinde, eksiği, fazlası güncelleştirip, KALICI hale dönüştürmemiz gerekirdi. Bunu Museviler “Hahambaşı Seçim Yönetmeliği” ile 8 yıl önce yaptı. Bizim de ihtiyacımız olan bu (Cemaat Tüzüğü veya Cemaat Özerkliği değil) kalıcı bir seçim yönetmeliğiydi.  
Bu zor bir şey değildi. Elde taslak metin de vardı. Ama söyledim ya ‘seçim sonrasına bırakmamız’ gelenek oldu. 
Bunu yapmadığımız için elimizde seçimle ilgili bir mevzuatımız olmadığı için sorunumuzu yargıyla veya devletin tek taraflı ‘İdari Kararları’yla çözmek durumunda kalıyoruz.
Anlaşılan o ki, yeni yönetmelik yeni bir bahara kaldı. 1950’den bu yana 70 yıldır şöyle, böyle idare ettik. 70 yıl daha idare edersek sonrası Allah Kerim mi? diyelim. Hiç olmazsa 1961 ve 1989 Kararnamelerinin mutlaka güncellenmesi gereken maddelerini değiştirerek, geçici kararlarla da olsa seçimimizi yapalım.  
***  
Yervant Özuzun

*Günümüzde Kudüs Patrikhanesi İsrail ve Ürdün devletinin garantörlüğünde ve Mısır’a kadar bölgesindeki kiliseler bağlıdır. 1863 Nizamnamesinin Kudüs Patrikliğiyle ilgili maddelerine göre (İstanbul Patrikliğinin onay maddesi hariç) yönetilmektedir.
*Sis (Kilikya) Katoğigosluğu 1919’da Fransız yönetiminde bulunan sürgün bölgesi Kudüs’ten yine Fransız yönetiminde bulunan Sis (Adana-Kozan’a) geri döner. 1921’de Fransızlar bölgeden ayrılırken o da ayrılır. Halep’e, Şam’a sonra Beyrut’a geçer. Beyrut yakınlarında Antilyas’ta varlığını Lübnan devletinin garantörlüğünde devam ettiriyor.
*Kilikya Gatoğigosluğu 1941 yılına kadar 1863 Ermeni Millet Nizamnamesi’ne göre idare olmuştur. Bu tarihten günümüze kadar ise “Kilikya Gatoğigosluğu Nizamnamesi” hükümlerine göre yönetilmektedir.
Kaynak bilgilere göre: Kilikya Gatoğigosluğu ya da Antilyas Gatoğigosluğu olarak da bilinen Sis Gatoğigosluğu’na Beyrut, Suriye Şam, Halep, Lefkoşa, Atina, Tebriz, Tahran, İsfahan, Kuzey Amerika, Kuveyt bölgeleri bağlıdır.

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın