İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Bilmeyenler, bilsin istedim

Muharrem ERGÜL
Hatırlarsanız, geçen sayıdaki yazımda “Beykozlu Olabilmek” başlığını vermiştim.

Sonra da demiştim ki; ‘Bir yere ait olmak demek, orada uzun yıllar yaşamış olmak demektir. Bir yere ait olmak demek, yaşadığın yerde dost, arkadaş biriktirmek demektir. Bir yere ait olmak demek, yaşadığın yerin kültürünü yüreğine sindirmek demektir. Bir yere ait olmak demek, sokağınızı, mahallenizi ve içinde yaşayanları tanımak, bilmek demektir.’

Velhasıl bir yere ait olmak “ikametgah nakliyle olabilecek bir şey değildir” demektir.  Sonra da 1840 ve 1844 yıllarına ait sosyo-ekonomik yapının incelendiği “Beykoz Temettüat Defterlerini” günümüz Türkçesine çevirtildiğini söylemiştim. Bu Temettüat Defterlerine göre, Beykoz Merkez Kasabası’nın etnik yapısı ve nüfus oluşumunu istedim ki bilesiniz, istedim ki, bilmeyenler de bilsin.

Osmanlı Devleti’nde yerleşim yerlerinin en küçüğünü oluşturan mahalle şehirlerin oluşumundaki en temel birimdir. Mahallenin temelini ise; cami, mescit, kilise ya da sinanag gibi ibadet merkezleri oluşturmaktaydı. Mahalleye hayat veren aileler, dini açıdan önemli olan bu binaların etrafında bir araya gelerek bir yerleşim birimini oluştururlardı. Birbirini tanıyan ve belki de birbirlerine kefil olan ve sosyal dayanışma içerisinde bulunan insanların bir arada oturduğu mahalleler, köyler genellikle dini açıdan homojen bir yapı oluşturmaktaydı. Ancak homojenlik her alanda geçerli değildi. Müslüm ve gayrimüslimlerin evleri ayrı mahallelerde olsa bile aynı ortak mekanlar kullanılmaktaydı. Bunun en güzel örneği Beykoz Merkez Kasabası’nda görülmekteydi.

Müslümanlar ve gayrimüslimler dükkanlarını karşılıklı açabildikleri gibi aynı mülkün hissedarı olabiliyor, birbirlerine toprak da kiralayabiliyorlardı. Yani özetle, dini farklılıklar bile toplumda bir ayrışma nedeni olmuyordu. Bu durum o günkü şartlara göre adeta ileri demokrasi uygulamasıydı. Müslümanlar için Onçeşmelerin yakınında bulunan Serbostani Mustafa Ağa Camii, Ermeniler için Surp Nigoğayos Kilisesi ve Rumlar için Ayios Konstantinos Rum Kilisesi dini olduğu kadar toplumsal hayatında merkezleriydiler. Manevi ağırlığı olan bu üç yapının birbirlerine çok yakın olması da ilginç bir durumdur. Cami ile Rum Kilisesi arasına iki sokak bulunmakla birlikte, Ermeni ve Rum kiliseleri de birbirlerine çapraz bir konumdaydı. İbadethanelerin birbirlerine çok yakın olmaları kasabada homojen yapıdaki mahallelerin varlığından bahsetmeyi güçleştirmektedir. Bu nedenle 19. Yüzyılın bu ikinci çeyreğinde birbirlerinden millet olarak izole olan mahalleler bulunmaktadır.

Sonuç olarak o tarihlerde Beykoz Kasabası’nda yaşayanlar karma bir yapı sergilemekte olup birbirleriyle kardeşçe yaşamaktaydılar. Ahali yerleşikti ve kültürel alışveriş hayli canlıydı. 1840 sayımında Beykoz Merkez Kasabası’nda 1716 kişinin yaşadığı görülmektedir. Camilerini ve evlerini deniz kıyısında inşa eden Müslüman erkek sayısı 200, biraz yukarda yer alan Ermeni mahallelerinin erkek sayısı 181, Ermeni kiliselerinin üst tarafındaki Rum mahallelerindeki erkek nüfus ise 48 kişiydi. Buradan hareketle, Beykoz Kasabası’nda toplam 800 Müslüman, 724 Ermeni ve 192 Rum bulunmaktaydı diyebiliriz.

Osmanlı Devleti’nde çarşıya yakın olan yerler, diğer yerlere göre daha fazla itibar görüyordu. Çarşıya yakın yerler refah seviyesi yüksek elit kesimlerin ikamet ettikleri yerler değildi. Zira elit kesim Tanzimat öncesinde, Tanzimat sonrasında olduğunun aksine halkla iç içe yaşamaktaydı. Bir konakla, küçük ahşap bir evi, bir malikane ile basit bir kulübeyi yan yana görmek mümkündü. Beykoz, zenginle yoksulun izole olmadığı, iç içe yaşadığı huzur kasabasıydı. Farklı yerleşim birimlerinde oturup Beykoz’da yazlık mülkleri olanlar da vardı. Bu kişilerin sayısı Müslüman mahallelerinde 8, Ermeni mahallelerinde 4, Rum mahallelerinde 12 kişiydi. İstanbul sur içi yerleşim mekanlarına oranla daha tenha olan Beykoz, özellikle bahar ve yaz mevsimlerinde İstanbul ve civar illerden gelen ziyaretçilerle dolup taşmaktaydı. Özellikle Beykoz iskelesi dolayısıyla Beykoz Kasabası kiraz ve kestane mevsiminde adeta yeniden canlanıyordu.

Geldik kıssadan hisseye 1840’lı yılların Beykoz’un bu yapısını size niye anlattım? Önümüz seçim. Siyaset kazanı kaynadıkça kaynıyor. Herkes diline geleni söylüyor. Etten önce kazana düşen düşene mikro milliyetçilik hortlatılıyor. Beykoz’da yaşayıp hemşericilik batağında debelenen debelenene. Oysa 180 yıl önce farklı bir dini kimlikteki insanlar bile bu kadar ayrışmış değildi. Onlar sadece biz Beykozluyuz diyordu. Sahi biz Beykozluyuz diyebiliyor muyuz? Yoksa mikro milliyetçiliğin dipsiz kuyusunda kaybolacak mıyız?

Bilmem anlatabildim mi?


https://dostbeykoz.com/bilmeyenler-bilsin-istedim

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın