İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Gürcistan’dan Ermenistan’a yolculuk

Sevan’dan Erivan’a pedallıyoruz, hava biraz sert. Tüm gece rüzgarlıydı. Erken saatte çadırı topluyor, bizim emektarlara yüklüyoruz. Ana yolu takipteyiz. Gözümüze Van isimli restorantlar, hoteller çarpıyor. Yol inişli çıkışlı olmasına rağmen, 65 km’yi düşündüğümüzden çabuk alıyoruz. Son 20 km’de müthiş keyifli bir iniş gerçekleştiriyoruz. Bir pilotun uçağını havaalanına indirmesi gibi adeta. Tek üzüntümüz, Ararat’ın yüzünü göstermemesi…

Miyase Pelin Tunç
Aziz Küçük

2018’in temmuzu, İstanbul’un gamını kederini arkada bırakıp Kafkaslara pedalladığımız güzel ay olarak geride kaldı. Önceki yıl Hrant Dink Vakfı’nın da desteklediği Ermenistan bisiklet turu projemiz, diş kavuğunu doldurmayacak pürüzler nedeniyle hayata geçememişti. Şimdi ise kör talihin sillesiyle çıktığımız rövanş maçından anayurda galibiyetle dönmenin gururuyla bu güzel başlığı atıyoruz.

GÜRCİSTAN’DA İSTEDİĞİNİZ YERE KAMP YAPABİLİRSİNİZ

Herkese malum olduğu üzere Ermenistan ile Türkiye arasında sınır kapısı bulunmamakta. Bu nedenle Ermenistan’a ya Gürcistan ya da İran üzerinden giriş yapılabilmekte. Hopa’dan başlattığımız rotamız, Gürcistan’dan giriş, İran’dan çıkış yapacak şekilde, Ermenistan’ın önemli merkezlerinden geçiyordu. Eş pedal derneğinden arkadaşımız Mustafa birkaç sene önce benzer bir güzergahla Hopa’dan Erivan’a kadar pedallamıştı. Onun harikalar harikası tavsiyeleri doğrultusunda, Acara özerk bölgesini geçtik, Goderdzi geçidini atlattık ve Ahıska ile Ahılkelek şehirlerini geride bırakarak Ermenistan’ın sarı sıcak gerçeğiyle yüzleştiğimiz ilk köyü Bavra’ya girdik.Gürcistan’da istediğiniz yere kamp atabilirsiniz. Bu belediye binasının bahçesi, polis karakolunun arkası ya da şehrin futbol sahası olabilir.

İnsanların size yardımcı olacağından emin olabilirsiniz. Belediyenin WiFi bağlantısı, tuvaleti ve elektriğini de dilediğinizce kullanabilirsiniz. Yerel halkla yaşayacağınız en büyük problem, sizi ısrarla evlerine davet etmeleri olabilir en fazla. Bu arada futbol sahalarının tamamının sentetik değil, gerçek çim olduğunu söylemeden geçmeyelim.

SOVYET KÖPRÜSÜ…

Sovyet döneminden kalma bir köprü. Geçen yıllara rağmen orak ve çekiç her gün insanları selamlıyor. Her parkta 2. Dünya Savaşı’nda faşizme karşı savaşırken hayatını yitiren insanların anıldığı bir köşe olması da dikkat çekiyor.

Kartpostal gibi manzaralardan o kadar çok var ki, hangi birini fotoğraflayacağımızı şaşırıyoruz. En büyük keyfimiz, erkenden hedef durağımıza varıp, manzaraya karşı dinlenmek. Bu fotoğraf Khulo’da çekildi. Her gün biraz daha rakım alıyoruz.

Acara bölgesinde, fotoğraftaki Dandalo köprüsü gibi 9-10. yy’dan kalma yapılar sıklıkla karşınıza çıkıyor. Birçok kasabada çok iyi İngilizce konuşan Tourism Info çalışanları bulmak mümkün. Bürolarından ücretsiz haritalar ve güzergahla ilgili kilit bilgiler almayı ihmal etmeyin, kenarda köşede kalmış ortaçağ sahnelerini es geçmeyin.
Khulo şehrinden çıktıktan sonra yaşlı bir çiftçinin çatlamış ellerine benzeyen yol zamanla asfaltın esamesinin okunmadığı toprak bir yola dönüşüyor. Haritada ana yol görünen bu yol, aslında yayla köylerinin birbirine bağlayan basit bir toprak yoldan ibaret. Acara özerk bölgesinin sınırlarını oluşturan dağları ve 2025 rakımla bilinen Goderzi geçidini bu yolu takip ederek aşabiliyoruz ancak.

Ayakkabı numaram 36, rakım 2025. Goderdzi köyü Kuş uçmaz kervan geçmez 2000m rakımdan hangi akılsız bisikletli geçer ki diye düşünürken, bizden önceki bir bisikletlinin imzasıyla karşılaştık. Temmuz ayında böyle çağlıyorsa, diğer mevsimlerde varın siz düşünün bu yolun halini. Haritada ana yol gibi görünen bu yol aslında toz toprak. Acara çıkışında sıradan bir viraj. İnişi çıkışından beter bu yolda rüzgarı alnınızda hissederek inmek mümkün değil. Toprağın akarsulara yenik düşerek yerini taşlara ve kayalara bıraktığı bu yolun inişi Rodeo gibi adeta. Saatlerce vites yükseltemediğimiz, fren rötorlarının mangal kömürüne dönüştüğü, hayal gücümüzün sınırlarını zorlayan bir tecrübe. Duble yollar, kaymak asfalt size çok daha cazip geliyor olabilir, ancak emin olun bu toprak yol çok daha keyifli.

Yol kenarlarında soluklanmaya, yemek hazırlamaya uygun birçok durak var. Fotoğraftaki de bunlardan biri. Gürcistan’da pedallarken, yeni yapılmakta olan HES’lere, plastik kirliliğine, doğanın bağrına saplanan beton otellere şahit olduk. Hatta bu durağın hemen arkasında, kamyonların ve dozerlerin hummalı çalışmasıyla dereden kum çekiliyordu. Talan burada da devam ediyor.

Gürcistan’ın her yerleşim yerinde merkezi bir park bulunur. Parklarda bir köşe mahallenin erkeklerinin toplanıp, sohbetle içki içtikleri bir masaya ayrılmıştır. Bu masalarda, 1 damacana bira ya da birkaç şişe çaça mutlaka bulunur. Elbetteki şehrin gerçek sahipleri büyük başlardır. Geçiş öncelik hakkı her zaman ineğindir.

HAYASTAN’A GİRİŞ…

Yağmur ha yağdı ha yağacak. Sis usulca dağlardan yola çöküyor. Erken bir saat halbuki ama akşamüstü gibi bir his var. Aylardan temmuz ama sanki eylüle göz kırpan bir temmuz. Tek tük geçen tırlar ve binek araçlar, kornalarla selamlayıp bizi geçiyor. Sınıra doğru yaklaştıkça yol olduğunun kendi bile farkında olmayan yollar kafamızı karıştırıyor. Artık son düzlüklerdeyiz. Ermenistan bu düz yolların öcünü fazlasıyla alacak bizden. Gri renkli bir iki köyü de geride bıraktıktan sonra, otobüs terminalinin arka kısmını andıran sınır kapısına varıyoruz. İstanbul’dan Erivan’a yola çıkmış ve 2 gündür yollarda olan yolcu otobüsünü dev çukurlar sayesinde sollayabiliyoruz. Yolcular perişan gözüküyorlar. Gürcü kapısından çıkıp Ermeni kapısına doğru pedallarken 4 Ermeni askeri sigara içerken görüyoruz. Tüm sempatikliğimizle ellerimizi kaldırarak selam veriyoruz. Donuk bakışlar sonrasında selamımızın havada kaldığını idrak ediyoruz. Vize işlemleri sırasında memurun “Azizcan” demesiyle çekincelerimiz buharlaşıyor. Can’ların ülkesine hoş geldik.

“Ermenistan’da sizi etkileyen şey vadilerdeki taşlar, dağ tepeleri, dik yamaçlar, karlı tepeler değil. Sizi sarsan şey, yerde uzanan dümdüz taşlar, taştan çayırlar ve tarlalar, taştan bozkırlardır” der Vasili Grosman, Taşlar Ülkesine Yolculuk isimli kitabında.

Gümrü’ye doğru ilerlerken tanıdık isimlerle karşılaşıyoruz. Ermenistan’ın daha birçok köşesinde Anadolu’dan isimlerle karşılaşacağız. İnsanların jest ve mimiklerinden, kullandığı baharatlardan ayranına kadar birçok şey Anadolu’daymışız hissi uyandırıyor. Zaten büyük bir kısmı birkaç kuşak önce Anadolu’dan gelmiş bir halktan söz ediyoruz. Kazancıyan, Demirciyan, Torosyan… Elbetteki böyle hüzünlü karşılaşmalar devam edecek. Kavurucu güneş altında hızla Gümrü’ye iniyoruz. Gölgesinde dinlenebileceğimiz bir ağaç dahi bulamıyoruz. Gürcistan yeşilinden sonra sıra artık Ermenistan’ın taştan turuncu şehirlerinde.

Ermenistan’ın 2. büyük şehri Gümrü, 2yy önceki ismi Alexandropol, Ekim devriminden sonraki ismi ise Leninakan.

6 günün yorgunluğunu atmak ve zorlu rampalar için güç toplamak adına Gümrü’de 2 gece hostelde kalıyoruz. Odayı Birleşik Devletler’den gelen Ermeni gençlerden oluşan bir kafileyle paylaşıyoruz. Gümrü’de çocuklarla ilgili bir proje yürütmekteler. Daha sonraları Erivan’da da Kanada ve Amerika’dan gelmiş Ermeni gençlerle yolumuz kesişiyor.

Sevan Gölü’ne doğru ilerliyoruz. Sıradaki durağımız ülkenin 3. büyük şehri olan Vanadzor. Şehrin eski ismi, şehirdeki siyah renkli bir kiliseden geliyor: Karakilise. Hala da bazı haritalarda Karakilise olarak görebilirsiniz. Stalin dönemindeki Sergey Kirov cinayetinin (bugün bile hala karanlık bir yanı vardır) ardından, şehrin ismi Kirovakan olarak değiştirilmiş. Sovyetlerin yıkılmasından sonra ismi Vanadzor olmuş.

Şehre girerken dere yatağına kurulmuş fabrikalarla karşılaşıyorsunuz. Metruk görünümlü binalardan müteşekkil köyler giderek planlı bir şehre dönüşüyor. Fabrika işçileri için kurulmuş bir şehir olsa gerek diye düşünüyoruz. Ülkenin 3. büyük şehrinin Anadolu’daki bir ilçe büyüklüğünde olması ise bizi oldukça şaşırtıyor.
Bir sonraki durağımız olan Dilijan şehrine doğru tırmanırken, 5-10 senelik ağaçlandırılmış alanlarla karşılaşıyoruz. Bu ormanlık alanlardan biri de Hrant Dink’in hatırasını yaşatıyor. Ülkede benzincisinden bakkalına birçok insan Hrant Dink’i, cinayetini ve Agos gazetesini biliyor.

Dilijan şehri matkapla kayalara oyulmuş bir şehir gibi. Dağlarla kuşatılmış. Sevan Gölü’ne doğru uzanırken çıkıyor çıkıyor iniyoruz. Sisten ötürü kamera lenslerimiz bile buğulanıyor. Sevan Gölü uğruna tırmanmaya devam ediyoruz. Ermenistan için yerin bulutları öptüğü ülke deniyor. Burada geçen birkaç günden sonra düz yolda bisiklet sürmenin nasıl bir his olduğunu unutuyoruz. Yol dediğin ya az eğimlidir, ya da çok eğimli.

Gümrü’den Sevan’a giderken birkaç tünelle karşılaşıyorsunuz. Tüneller aydınlatma veya emniyet şeridi olmaması sebebiyle bisikletliler için büyük tehlike arz ediyor. Tünelden geçmek yerine dağ köylerine tırmanmak da bir seçenek. İşte o zaman bizim gibi aynı vadiye bakarak saatlerce tırmanırsınız.

Biraz daha biraz daha derken, 2000 metre yükseklikte kuzu gibi yatan Sevan Gölü’ne ulaşıyoruz. Kendisini görmemizle yağmurun inmesi bir oluyor. Sevan Gölü Ermenistan’ın denizi gibi. Tatilcilerin uğrak mekanı. Gölün kıyısındaki Sevanank Manastırı’nın bahçesinde kamp atmayı düşünürken yağmur şiddetleniyor, doluya dönüyor. Pansiyon fiyatları dudak uçuklatır cinsten. Turizm her yerde olduğu gibi Sevan’da da insanlığı öldürüyor. Bir otoparkta geceliyoruz.

YEREVAN…

Sevan’dan Erivan’a pedallıyoruz, hava biraz sert. Tüm gece rüzgarlıydı. Erken saatte çadırı topluyor, bizim emektarlara yüklüyoruz. Ana yolu takipteyiz. Gözümüze Van isimli restorantlar, hoteller çarpıyor. Yol inişli çıkışlı olmasına rağmen, 65 km’yi düşündüğümüzden çabuk alıyoruz. Son 20 km’de müthiş keyifli bir iniş gerçekleştiriyoruz. Bir pilotun uçağını havaalanına indirmesi gibi adeta. Tek üzüntümüz, Ararat’ın yüzünü göstermemesi.

Yerevan Ermenistan’ın gözbebeği denebilir. İsmi Van’a özlem anlamına geliyor. Diğer şehirlerine göre orantısız büyüklüğüyle ve sınıfsal eşitsizlikleriyle oldukça şaşırtıyor. Yakın dönemde hükümet karşıtı gösterilerin başını bu şehir çekiyor. Barcelona, Real Madrid formalarını görmeye alışkın olduğumuz küçük çocuklar, Ermenistan’ın yeni başbaşkanı Paşinyan’ın t-shirtlerini giyiyorlar. Caddeler ve kavşaklar o kadar geniş ki, hem yaya hem bisikletleyken feleğimiz şaşıyor.

Soykırım anıtı şehrin biraz dışında, bir tepenin üzerinde, ülkenin sembolü olan Ararat’ı (Ağrı dağını) seyrediyor. Anıtın çevresinde dünyanın dört bir yanından önde gelen isimlerin ektiği çam ağaçları bulunuyor. Sakinliği, müziği ve ateşiyle oldukça etkileyici bir anıt. Müzeye tırmanırken solda kalan ve anıttan Ararat’a bakıldığında gözleri rahatsız eden bir AVM’nin varlığı “olmamışlık” hissi yaratıyor ne yazık ki.

Kuruyan çiçekleri temizleyen hanımefendi, görevini dini bir ritüel ciddiyetiyle gerçekleştiriyor, kendisine verilen bahşişleri ise reddediyor.
Ermenistan üzerine yazılmış gezi yazılarında dikkat çekici temalardan biri, tarihin tarihçilere, soykırım mevzusunun hükümetlere havale edilişi. Tur boyunca paylaşımda bulunabildiğimiz Ermenilerde de benzer bir tutum sezdik. İkinci tema ise, varolan bir “düşmanlığı” güler yüz, sevgi, dostluk ve kardeşlik maskesiyle kendisine zarar gelmeyecek bir seviyeye indirmeyi başardığını düşünen faydacı yaklaşımdı. Ermenistan’da yaşayan Ermenilerin “Türk düşmanlığı” gütmediklerini, daha çok diasporada yaşayan Ermenilerin bu “düşmanlığı” çoğalttıklarını söyleyenler de mevcut. Sorunun bu düzeyde işlenmesi son derece kaba ve yüzeysel. Eğer bir gün tekerleriniz Ermenistan’a dönerse ne demek istediğimizi anlayacaksınız. Sizi sopalarla değil karpuzlarla bekleyen insanlar göreceksiniz.

Erivan’a 20 km uzaklıkta bir şehir olan Ecmiadzin, dünyanın dört bir yanındaki Ermeniler için dini bir merkez. Genişçe bir alana yayılmış komplekste farklı fonksiyonlarda birçok bina mevcut. Dini öneminin yanı sıra soykırımdan sonra yetimlerin sığındığı yer olarak da değer görüyor.

Erivan’dan çıkıyor, Ararat’a doğru yol alıyoruz. Büyük Ağrı ve küçük Ağrı dağlarının bu kadar yakın olması bir kez daha şaşırtıyor. Yıllar önce bisikletle Asya turuna çıkmış 2 Amerikalı gencin Ararat macerası aklımıza geliyor. Ararat’a tırmanmayı akıllarına koyan bu ikilinin haberini alan Ecmiadzin’deki dini liderler, bu eylemin imkansız olduğunu, o kutsal dağa ancak Nuh peygamberin çıkabileceğini söyleyerek itiraz ediyorlar. Hikayenin sonunda, sularına rakı katan gençler (suyun donmasını engellemek için) Ararat’ın zirvesinde Amerika’nın kurtuluş günü 4 temmuz şerefine 4 el ateş ediyor.

Bizim için Ermenistan turu Erivan’dan çıktıktan sonra başladı diyebiliriz. Tarlasından karpuz getirip kesen, yol üstünde elimize kayısı tutuşturan, arabasını sağa çekip bize buzlu su veren, önümüzü kesip elimize bira tutuşturan, evlerine misafir etmek isteyen, en azından bir kahve ikram etmek isteyen insanlarla Erivan’dan sonra karşılaştık.

Ermenistan-Nahçıvan gerilimini de yine Erivan’dan sonra fark ediyoruz. Peşi sıra geçen askeri konvoylar sınır hattındaki gerilimi köylere iletiyorlar. Her gün birkaç askerin kaybedildiği söyleniyor. Artık sadece tırmanıyoruz. Benliğimizi kaybetmiş bir şekilde sadece tırmanıyoruz. Bisikletin tırmanmak dışında işe yaradığını düşünmüyoruz. Bu yokuş biter mi diye de sormuyoruz artık. Nasılsa bitmiyor. Bacaklarımız tempoya uyum sağlamakta zorlanıyor. Sıcak da öte yandan bastırıyor, vücudumuz iflas bayrağı çekmeye meyil ediyor. İran’a doğru giden tek bir ana yol var, biz de onu takipteyiz. Sırasıyla Yeğegnadzor, Vayk, Vorotan geçidi, Sisian, Goris giderken, artık kaya görmekten usanıyoruz. Neden 100 metre ötesini bile göremiyoruz, neden her yer kayalarla kaplı?

Ermenistan’da yol kenarlarında çeşme bulmak sorun değildir. Çünkü tırmanırken hararet yapan motorları çeşme başlarında durdurup kovalarla motora su dökmek gayet normaldir. Bazı eğimler saatlerinizi, belki de günlerinizi alabilir. Eğer kısıtlı zamanınız varsa, kamyona binebilirsiniz. Eğer sadece kas gücüyle yol almak istiyorsanız, temmuz ayının çok kötü bir seçenek olduğunu bizzat tecrübe ettiğimizi belirtmek isteriz.

Yeğegnadzor’da bir benzinlik yanı. Ermenistan’ın bu dağlık bölgesi birçok manastır, şelale ve restorant barındırdığı için hayli turistik. Üstelik İran yolu üzerinde olduğu için (eski İpek yolu) çok işlek. Erivan’la kıyaslandığında konaklama fiyatları çok yüksek. Gün içinde koyu muhabbete tutulunca vakitlice bir yere varamayan bizler, gece karanlığında Şoşik ve Arman’ın işlettiği benzin istasyonuna sığındık.

Goris şehri Karabağ sınırında, Erivan’a 250 km uzakta, gene bir çukur şehri. Teleferiğiyle meşhur Tatev şehri de Goris’e çok yakın. Ancak Tatev’e uğramaya mecalimiz kalmıyor. Şehir merkezine girdiğimizde kendimizi bakkala nasıl attık hatırlamıyoruz. Elimize geçen her şeyi hunharca içiyorduk. “Hancı biraz daha kolaa!”
Sovyetlerin dağılmasından sonra derin bir yoksullukla başa çıkmaya çalışan Ermenistan, yakacak ihtiyacını, tüm ormanlarını biçerek karşılamış. Şimdi ise, tek bir ağaç kesmenin bile çok büyük cezasının olduğunu söyledi Vartan. Kendisi Karabağ’dan kereste nakliyatı yapıyordu.

Şehrin anahtarı ayının ağzında. Bu coğrafya, ancak bu kayaları yenebilecek dirayettekiler için diyor adeta. Sembolü olduğu şehrin ismi de manidar: KAPAN, dağların arasında kalmış bir sınır şehri.

KAJARAN ŞEHRİ…

Kajaran şehri, Ermenistan’dan çıkmadan önceki son durağımız. Yol boyunca çok fazla İran plakalı tır görüyorsunuz. %90’ı dağlık olan Ermenistan’da çok az şey üretilebiliyor. Temel ihtiyaçların birçoğunun Rusya ve İran’ın tarafından karşılandığı söyleniyor. Tabii ki, tekstil de Türkiye’den geliyor.

Megri’ye doğru giderken, dağın arkası Nahçıvan. Megri geçidi 2535 metre yükseklikte. Biz de ülke olsaydık sınırımızı Megri yapardık. Bu geçit, Ermenistan dahilindeki en zor yollardan biri olsa gerek. Yılan gibi kıvrılarak zehir zemberek eğimler almak zorunda bırakıyor insanı. Bisikleti itmek dahi çok zor.

Ermenistan’ı arkada bırakıyoruz, çok söylendiğimiz rampaları, ensemizi yakan güneşi, sadece allah sevgisiyle yapılabilecek güzel manastırları, lavaşı ve tan‘ı, Vanlı Grigor’u, Ararat’lı Vartan’ı, bu kadar yolu biz mi yaptık dediğimiz kilometreleri. El mecbur istikamet İran.

Eve dönmek için paldır küldür pedallıyoruz artık. Termometrelerin insanüstü derecelere çıktığı bir coğrafyaya girdik, engebesiz yollardan hızlıca Doğubayazıt’a sürüyoruz. 2 gün, İran için çıkarsamalar yapamayacağımız kadar hızla geçiyor. Kendimizi Doğubayazıt’ta yeniden Ararat’a bakarken buluyoruz.

Hem Erivan’da hem de Doğubayazıt’ta yüzünü gösterdiğin için çok sağol Ararat. Nuh Babayla bir sonraki tufandan önce gemiye yapılacak bisiklet pistinin detaylarını da konuştuğumuza göre, artık eve dönebiliriz.

https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya/2018/08/23/gurcistandan-ermenistana-yolculuk/

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın