İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Savruldukları Gurbet Elleri Vatan Belleyenler

Yervant Özuzun

Çemeni ekmeğine katık yapıp yiyen…

Gesi bağlarında dolanıp türküsünü çığıran…

“Övünmek gibi olmasın emme Ğayseriliyim” diyen…

Haço dayının dilini, dişini bilmediği taa Patagonya’yanın oralarda…

Arjantin denen gurbet ellerde ne işi ola ki…

Oralara ne diye savrula, oraları nasıl vatan belleye ki.

***

Haço Dayı Kayseri’nin Gesi Köyü’ndendi.

Hani “Gesi bağlarında dolanıyorum / Yitirdim yarimi aman aranıyorum” diye devam eden gurbet türküsünün diyarından.

Çocukluğu hep o bağlarda geçmişti. Köydeki Kilisenin bitişiğindeki Ermeni okuluna gidiyordu…

Yıllardan 1915 aylardan haziran ayıydı, Gesi’deki Ermenileri “tehcir” dedikleri ölüm yoluna sürerler. Çok gidemezler. Silah ve çığlık sesleri vadide yankılanır da yankılanır.

Haço 8 yaşındadır, kanlar içerisinde, yaralıdır. Kaçar, kaçabildiği kadar kaçar. Ama çok gidemez, bir ağacın altında yığılıp kalır.

Komşu köyden, Hasan Dede “Bu bizim Ohannes varbetin (usta) oğlu” diyerek çocuğu aldığı gibi evine götürür…

Oğlu Haydar’la yaşıttır. Bağda, bahçede, tarlada çalışırlar. Orada 9 yıl kalır.

Helalleşir vedalaşır, Kayseri’ye gider. Kimi kimsesi yoktur. Kiliseye sığınır. Pastırmacılar çarşısında işe girer.

Askerden sonra evlenir. 1931’de babasının ismini verdiği oğlu Ohannes dünyaya gelir. Sonra da kızı Nektar.

***

Haço ailesiyle İstanbul’a taşınır. Gayri İstanbul’u mesken tutar.

Atatürk’ün öldüğü yıldır. Dolmabahçe’de Atatürk’ün naaşının önünde saygı geçişi yapanların içinde o da vardır.

Kumkapı’da tek göz odalı bir yer kiralar. Eminönü’nde pastırmacıda iş bulur. Oğlu Ohannes ve kızı Nektar okula yazılır. Hanımı Bayzar ise çocukların okulda oldukları saatlerde fındık, ceviz kırma, işinde çalışır.

Yeni bir hayat kurup, ayakta kalmaya çalışırlar. Çalışırlar ama o yıllar gayrimüslimler için kötü yıllardır. Dönemin yönetiminde ittihatçı ideoloji hakimdir. Azınlık karşıtı politikaların 1941 tarihli uygulaması başlar.

Tüm gayrimüslimler 20 tertip, babadan oğula askere alınır. “Nafıa Askeri” derler. Yani “Amele Taburları”.

Haço da Ermeni, Rum ve Yahudi arkadaşlarıyla, kazma, kürek omuzda, ülkenin refahı, imarı için Sivrihisar’da çakı gibi “Gayrimüslim Mehmetçiktir.”

Ya bu Mehmetçiklerin geride bıraktıkları mı? Söz konusu vatansa böyle soru sorulur mu?…

Elde yok avuçta yok. Ayakta durmaya çalışırlar.

Terhisten, daha doğrusu salıverilmelerinden sonra Haço eski işine döner. Hayata yeniden sarılır.

***

Aradan 3-4 ay geçer. Gayrimüslimlere vergi gelecekmiş derler. Derler ama bir memlekette Müslim vergisi, Gayrimüslim vergisi olur mu?. Olurmuş…

Adına “Varlık Vergisi” derler. Bu da ittihatçı uygulamaların 1942 tarihli versiyonudur.

Her şeylerini satıp, savıp vergini ödeyemeyenler için, kara trenle, Aşkale Çalışma Kamplarına yolculuk başlar. Gidenlerin hepsi gayrimüslimdir.

Haço’nun patronları da Ermeni’dir. Yüklü vergi gelir, ödeyemezler. İş yeri, iş yerleri kapanır. El değiştiren piyasa kan ağlar. İş, güç yoktur.

***

Haço işsizdir. Zor günler geçirir.

Kışın sokaklarda, pazarlarda hanımının ördüğü eldiven, bere, kaşkol ve Kayseri mantısı satmaya başlar…Yazın talaşlar içerisinde buz satar. Oğlunu sonra da kızını okuldan alıp konfeksiyona çırak verirler.

Rum arkadaşı Vasil’in Karaköy’de bir dükkânı vardır. “Ortak olalım, mezeci (şarküteri) dükkânı açalım” der Vasil.

Haço işin ehlidir. Müşteri tutarlar. Biraz nefes alırlar. Alırlar ama…

6/7 Eylül 1955’de Rum, Ermeni ve Yahudilerin ev ve işyerlerine, mal ve canlarına yönelik, İstanbul tarihinin en büyük, yağmasının, talanının, yakıp, yıkmanın yaşandığı o gecede onların iş yeri de vandalizmden nasibini alır.

Devletin politikası amacına ulaşmış, gayrimüslimlerin göçü hızlanmıştır.

Ama onlar gitmez. İşe kaldıkları yerden devam ederler….

Askerden gelen oğlu Ohannes konfeksiyon işi yapar. Kızı da terzidir.

Çocuklar evlenir, Haço’nun torunları olur.

***

Onlar için rahatlık ve huzur geçicidir…Hele ki o yıllarda.

1960’larda Kıbrıs olayları başlar, 1964 de Rumlar sınır dışı edilir. Ortağı Vasil’i ve ailesini de gönderiler. Onlar “İstanbul’un son sürgünleri’dir.

70’lere doğru ve sonrasında ülke genelinde iç huzurun bozulduğu, milliyetçiliğin, nefret söyleminin olağanlaştığı, gazete manşetlerine taşındığı yıllardır. Gayrimüslimlere fazlasıyla yansır, yansıtılır…

Tehditler başlar, Haço’nun iş yerinden haraç almaya başlarlar, Rum mal varlığı bloke edildiği için ganimet sayılan dükkânı elinden almak isteyenler baskı uygular, huzuru kalmaz, işi bozulur…

Oğlu Ohannes Almanya’ya gidip, sonra da hanımını ve çocuklarını almak istediğini söyler durur. Kızı da “ağbi sen git arkadan bizde gelelim” demeye başlar…

Haço’nun ata topraklarıyla gönül bağları değilse de yaşam bağları kopar, kopartılır…

Ve bir gemi; Haço’yu, hanımını, çocuklarını, eşlerini ve torunlarını Marsilya’dan Buenos Aires Limanına birer valizle bırakır…Yıl 1975’dir.

Onlar artık göçmendir. Haço dayı bu yaştan sonra vatanından ırak, dilini dişini bilmediği gurbet ellerdedir.

Ağzından kötü söz çıkmayan Haço “Bizi bu hallere düşürenler, bizden beter olsun” diye mırıldanarak çaresizliğini dile getirir.

***

El ele verip, Arjantin’de tutunmaya çalışırlar. Çocukların, mesleği işlerine yarar, konfeksiyon atölyesi açarlar…

Haço ve hanımı yaşlandıkça memleket özlemi başlar…

Gesi, Kayseri, dört bir düvele savrulan arkadaşları, Gesi’de kilisenin ardındaki vadide babasının, annesinin, kardeşlerinin, komşularının son çığlıkları onu kurtaran Hasan Dede, hanımı, çocukları hep rüyalarına girer.

Hele de o kara günde vadide yankılanan silah sesleri ve çığlıklar…

Hanımı da öyledir. O da 15 yetimidir. “Annemin babamın mezarı olmadı ama büyüklerimin Kayseri’deki mezarından bir avuç toprak getirip mezar yerimize dökelim, bir de sabah kahvaltısında ekmeğime çemen sürüp yemeyi çok istiyorum” der, durur.

Haço Dayı söz verir. Hem hanımının isteklerini yerine getirecek hem de dünya gözüyle Kayseri’yi köklerinin bulunduğu toprakları bir kere daha görecektir.

***

Ama kısmet olmaz… Gittiklerinin 11’inci yılında hanımı yaşamını yitirir.

Haço Dayı mezarın başında hanımına bir kere daha söz verir.

Ve bir hafta sonra Türkiye’ye gelir.

Doğru Kayseri’ye gider. Her pazar gittikleri, dini nikahlarının yapıldığı kiliseye gider. Cemaatten birkaç kişi dışında kimsenin kalmadığını öğrenir. Yandaki mezarlığa gider, hanımının istediği iki avuç toprak alır.

Çarşıya gider. Pastırma alır, çemen alır. Onları güzelce sarıp, sarmalar.

Hasan Dedenin köyüne, evine gider. Bir tek küçük oğlu Hüseyin sağdır.

Sarılırlar, bir daha, bir daha ağlaşarak, sarılırlar. Hüseyin’in hanımıyla çocuklarıyla tanışır.

Beraber Gesi Köy’üne giderler. Evlerinin yerini bulur. Bir yıl gidebildiği okul ve kilise şu karşıdadır. Mezarlıklarının olduğu yerde yanında. Oradan da toprak alır. Biraz soluklanırlar.

Vadinin yamacından, köyün Ermenileri için yolun bittiği yere gelirler. Taş kesilir. Hüseyin de öyle…

İstanbul’a döner. Kumkapı’da yıllarca oturduğu sokakta, pencerelerde, tanıdık bir yüz de yoktur, arkadaşlarıyla buluştuğu Hayık’ın kahvesi de yoktur. Yalnızlığını daha çok hisseder.

Bir arkadaşına rastlar. Israrla evine götürür. Birkaç gün misafir olur. İstanbul’u çalıştığı yerleri gezerler. Gesi bağları türküsünün ve çok sayıda Türk müziğinin kasetlerini alır. Bir de ut (ud) alır.

Hanımının 40’ına yetişmek ister…

***

Ve…Haço Dayı Arjantin’e Buenos Aires’e uçar.

Gümrükte valizindeki kat kat sarılmış pastırmayı, çemeni görürler.

Birkaç kelime İspanyolcadan başka dil, diş bilmeyen Haço Dayı nasıl anlatsın?

Arjantinli pastırmayı, çemeni nereden bilsin?

Pakete bıçak atıp patlatırlar, koklarlar, incelerler ne olduğunu anlayamazlar.

Uyuşturucu sanıp tahlile gönderirler, geceyi poliste geçirir…

Oğlu gelir, anlatır, serbest kalır. Ama çemeni, pastırmayı imhaya gönderirler.

***

Hanımının 40 duasının yapılacağı gün erken kalkar.

Gümrükte çemen paketini kestiklerinde valize bir miktar çemen dökülmüştü. Onu karar, hanımının istediği gibi bir dilim ekmeğe sürer, toprakları alır, mezarlığa da erken gider.

Çemenli ekmeği mezarın baş ucuna gömer, getirdiği, toprakları serper.

Gidip, gördüğü, yaşamlarının geçtiği yerleri biir biir hanımına anlatır.

“Bu dünyada çok acılar, çok yoksulluklar çektin, yetim büyüdün, bana fedakâr bir eş, çocuklarına şefkatli bir anne oldun. Nurlar içerisinde yat. Seni yalnız bırakmayacağım benim de vaktim geldi. Çocuklarım ve torunlarım için gözüm arkada kalmayacak.” Der ve ellerini açıp, tanrıya dua eder.

Boğazı düğümlenir, mezarın kenarına çöker. Gömleğinin koluyla göz yaşlarını silerken, çocuklarının, torunlarının geldiklerini görür…

Ve iki yıl sonra Haço Dayı da (80’ine geldiğinde) bu dünyadan göçer, “seni yalnız bırakmayacağın” dediği hanımına kavuşur…

Bunun adı “gerçek tarihtir”.

Yervant Özuzun

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın