İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Gölgeden aydınlığa vakfedilmiş bir hayat

İbrahim Gürbüz’ün İsmail Beşikçi Vakfı (İBV) tarafından yayımlanan otobiyografik üçlemesinin iki cildi aynı anda “Ülkemin Gölgesinde Bir Uzun Yol I/II Vakfedilmiş Bir Hayat” ismiyle okurla buluştu.

İnsan, zamanı ve tarihi tek başına deneyimlediğini zanneder çoğu zaman. Ancak var olmanın bir noktada başkalarıyla ve yaşadığı çağla temas etmekten geçtiğini gerideki izlerine bakarak anlar. Geçmişi “hatırlayarak” inşa etmek; onu ses, fotoğraf, resim veya ritimle biyografik bir metne dönüştürmek duyguların nesnelerle bağ kurarak tarihe tutunma çabasıdır. Bu noktada sadece hatırlananlar değil unutulanlar da yeni izler düşürür zamanın belleğine.

Yaşanmış olanı kayda almak ve onu bir yere konumlandırmak için tanık olunan/olunmayan her şeye ve herkese ihtiyaç duyulur. Bu bağlamda biyografik ve otobiyografik eserler deneyimlerin ötesinde bir yolculuğa çıkarır insanı. Böylece insan, farklı hayatlarla kendi yaşamını yeniden anlamlandırdığı gibi “kolektif bilinç” adı verilen ortak bir hafıza odasına kapı aralar. Zamanı mekânlaştırarak yaşadığı çağın tanıklığını yapanlar, bilinç yolculuğuna çıkanları hafıza kapılarında karşılar. Bu tanıklıklardan birini, döneminin izleklerini sorumluluk gerektiren bir misyonla üstlenen İbrahim Gürbüz’ün otobiyografik üçlemesinde görmekteyiz.

Gürbüz’ün İsmail Beşikçi Vakfı (İBV) tarafından yayımlanan “Ülkemin Gölgesinde Bir Uzun Yol I. Yaşamın Kıyısında” otobiyografik üçlemesinin birinci cildi yayınlamasının üzerinden çok geçmeden iki cildi aynı anda “Ülkemin Gölgesinde Bir Uzun Yol I/II Vakfedilmiş Bir Hayat” ismiyle okuyucuya ulaştı.

Deniz Mahabad

Çalışma; doksanlı ve iki binli yıllarda Kürt kültür kurumlaşmasının değişim ve dönüşümünü, dönemin politik-sosyolojik gelişmelerini ve popüler kültür imgelerini irdelemekle birlikte çağını etkileyen düşünce sistemlerine kadar pek çok konuya değiniyor.

Tolstoy’un “Akıl hiçbir şey göstermedi bana. Bütün gördüklerimi yürek verdi, yürek gösterdi.” ifadesinde vurguladığı gibi Gürbüz de çalışmasına sadece belleği ile değil yüreğiyle eşlik ettiğini hissettiriyor. Kitapta bulunan çok sayıda belge ve bilgiler de yazarın geniş ve zorlu bir araştırma yaptığına işaret ediyor. Bu noktada, Kürt tarih yazımına önemli ve değerli bir arşiv katkısı sunuyor Gürbüz. Bellek ve tanıklığın kayda alınması, tarihin bir dönemine “şimdi”nin koşullarında nasıl bakacağımızı gösterdiği gibi gerçek hikâyelerin yok olmasını/ unutulmasını da engelliyor. Ortadoğu’ya uzun zamandır hâkim olan karmaşık atmosfer, gerçek bir yüzleşme ve kabullenme gerektiriyor. Bu noktada söz konusu çalışma ülke eksenindeki “yaşanmışlıkları”; politik, kültürel, sosyolojik açılardan değerlendiren önemli bir bellek olarak sunuyor okuyucuya.

YENİDEN İNŞA ÇABASI

Geçmişi doğru yerden öğrenmek için belli bir kimliğe ihtiyaç duyulmaz ancak Şebnem İşigüzel’in de dediği gibi “Her insanın hayatında memleket tarihi gömülüdür”. Gürbüz, hayatındaki memleket gömüsünü kazmaya cesaret edemeyenlerin sözcüsü ve yol göstericisi olmak için derin bir kuyuya inmeyi göze alıyor.

Şiddet, baskı ve sömürünün kabul görerek hakikatin eğilip büküldüğü, yalanın ve inkârın hüküm sürdüğü bir coğrafyada devlet; çoğu zaman yapay karanlık bir boşluktan ibaret olur. Bu yapay karanlıkta yaşanan ve çoğu zaman bilinmezlikle sınanan gerçeklikleri kadrajına alıyor Gürbüz. Kürtlerin ve Kürtçenin geçirdiği zorlu süreçlerin ortaya konması, araştırma metnini daha önemli kılıyor. Kürtlere ait her türlü kültürel öğenin tahrip edilme çabası, Kürt toplumunun kültürel yapısında çok büyük olumsuzluklara zemin hazırlamış görünse de maddi-manevi değerleri yeniden inşa çabası umut verici. İbrahim Gürbüz yeniden inşa sürecini bizzat yaşarken aynı zamanda sürecin bellek görevini de üstleniyor. Yok sayma ve yok etme eğilimleri Kürtlerin ve Kürtçenin kurumlaşmasını geciktirmiştir. Kitap, bu gecikmelerin nedenlerinin kaynağına iniyor.

Çalışmasının içeriği kolektif bir bütünlük sağlayan Gürbüz, Kürt kültüründeki canlanmayı sağlayan birçok oluşumun ve kuruluşun dirilme yolculuğunu ele alıyor. Gözetim, baskı ve denetim mekanizmalarının çatışma içinde olduğu Kürt kimliğinin insani ve demokratik bir mücadele ile birleştiği düğümü yazınsal boyutlarla ilmek ilmek açmaya çalışıyor İbrahim Gürbüz. Jacques Rancière’ın dediği gibi “İçinde bulunduğumuz, adına artık yaşam demeye zorlandığımız ve varlığımıza yer bırakmayan uygulamalar bir çözülmeye değil, her anlamda baskısını ve şiddetini hissettiğimiz daha fazla devlete, daha fazla hükümete neden oluyor.”

Gürbüz, hayatının bir dönemini geçirdiği cezaevi sürecini önemli bir muhakeme mekânı olarak kabul ediyor. Sanatın ve kültürel belleğin devamlılığına, dayanıklılığına ayrıca değiştirme gücüne olan inancıyla kurumlaşmak için neler yapılacağını düşündüğünü, cezaevinden sonra da düşündüklerini yaşama geçirmeye çalıştığını anlatıyor çalışmasında. Gürbüz oluşturduğu programda en önemli ögenin acı ile sanatı harmanlamak olduğunu belirtse de bunun nasıl ifade edileceğine dair tartışmaların uzağında kalıyor.

Çalışmasının ilk bölümünde, Osmanlı’da İttihat ve Terakki Dönemi ve öncesine, Cumhuriyeti Dönemi’nden Türkiyelileşme olgusuna kadar önemli detaylar bulunuyor. Ayrıca bu süreçte kurulan cemiyetlerin (Kürt Azmi Kavi Cemiyeti, Kürt Teavun ve Terakki Cemiyeti, Kürt Maarif Cemiyeti, Kürt Talebe Hêvî Cemiyeti Kürt Tamîmî Maarif ve Neşriyat Cemiyeti, Kürt Kadınlar Teâlî Cemiyeti vd.) çalışmalarına, etki alanlarına, karşılaştıkları zorluklara dair önemli detaylar aktarıyor.

Detaylar kültürel çalışmaların birleştiği esas alana işaret ediyor. Çünkü bir toplumu özünden uzaklaştırmanın ilk adımı kültürel unsurların deformasyonudur. Bu noktada Gürbüz: “Nasıl ki Osmanlı Dönemi’nde, Osmanlılaşma adı altında Kürdler, Ermeniler, Türkleştirildiyse bugün de Kürdler, Türkiyelileştirme adı altında Türkleştirilmeye çalışılmaktadır” ifadesiyle yozlaşmanın nasıl gerçekleştirildiğini açıklıyor.

‘HAYALLERİMİN GERÇEKLEŞMESİ’

Kültürü geliştirip yeni nesillere ulaştırmanın, gelecek nesillerin tarihi anlama noktasındaki önemi inkâr edilemez. Bu doğrultuda birinci kitabın ikinci bölümünde “Hayallerimin Gerçekleşmesi” başlığı ile yaptığı/yapılan kültürel kurumlaşma çalışmaları ön plana çıkıyor. Kültür kelimesi, Latince “cultura” sözcüğünden türetilmiştir. Latince “Colere”, ekip biçmek, sürmek ve toprağı işlemek, toprağa hayat vermek anlamına gelirken Fransızcada, “culture”, yetiştirme, ekim yeri, tarla, kafa eğitimi, kafa ürünleri, ekin olarak bilinir. Yazar da toplumsal varlığın dayanağı olan kültürün bir hafıza odasında saklı kalmasını istemiyor. Bilince ekilip biçilenin insanlara ulaşarak tekrar dirileceğine inanarak bu uzun soluklu çalışmayı kaleme alıyor.

Kurumsal çalışmalar arasında “Yukarı Mezopotamya Kültür Merkezi” dikkat çekiyor. Gürbüz, bu merkezin oluşum aşamasını dile getirirken sanat, tiyatro, resim, sinema, kültür, bilim, aile birliği ve çocuk bölümü gibi çok kapsamlı bir doku yaratıldığını belirtiyor.

Bu çalışmalar neticesinde özellikle müzik alanında birçok Kürt sanatçı toplumsal kanallara ulaşabiliyor. Bununla birlikte Ayşe Şan gibi değerli Kürt sanatçıların yaşarken kıymetlerinin bilinmediği, maddi sıkıntılar içinde vefat ettikleri ancak ölümlerinden sonra da olsa hak ettikleri kıymetlerin anımsatıldığını vurguluyor. Ayrıca bu bölümde, Agirê Jiyan, Koma Çiya, Koma Rojhilat, Koma Amêd, Koma Gulên Xerzan, Koma Azad, Koma Rojhilat, Koma Mezrabotan, Koma Gulên gibi önemli sanatçılar ve müzik grupları hakkında bilgiler veriyor.

“Vakfedilmiş Bir Hayat” ın her bölümü ayrı önem arz ediyor. İstanbul Kürt Enstitüsü, Kürt Kültür Vakfı, Şêx Said Vakfı, Mezopotamya Kültür Vakfı gibi kurumların incelendiği bölümlerde vakıfların kurulması sürecinde yaşanan sorunları detaylıca sunarken mücadele etmenin devamlılık gerektiğini ifade ediyor yazar.

Çalışmada Türkiye ile sınırlı olmayan kurumlaşma sürecine de değiniyor Gürbüz. Irak ve Suriye’ye gerçekleştirilen ziyaretlerle bu minvalde yapılan görüşmeleri de kaleme alıyor. Seyahatler kapsamında İbrahim Gürbüz, Feqi Hüseyin Sağnıç ve Filiz Uğuz’dan oluşan Mezopotamya Kültür Merkezi (MKM) ve Kürt Enstitüsü heyetinin 1990’lı yıllarda kültür birliğini oluşturma yolundaki öngörü ve çabalarını önemli bir arşiv olacak şekilde inceliyor. Ayrıca, 1990’lı yıllarda İstanbul’da kurulan, diğer kültür ve sanat kurumları da söz konusu ediliyor. Bunlar arasında, Kürt Kav, Halk Kültürünü Araştırma ve Yaygınlaştırma Derneği, Med Kom, Arya Kültür ve Sanat Merkezi sayılabilir. Çalışmada tüm bunların yanı sıra “Kültürel Çalışmada Yol Arkadaşlarım” başlıklı bir bölüm de dikkat çekiyor.

Üçlemenin her kitabında fotoğrafların olması, yazar için anının yaşandığı zaman diliminde oluşan fikri “şimdi”ye taşıyor. Fotoğrafla oluşan fikir zamanının hissiyle, kişileriyle, nesneleriyle, politik anlarıyla, değişen koşulların alışkanlıklarıyla “tanınır” hale getiriliyor. Dönemi anlayabilmek ve somutlaştırabilmek adına fotoğraflar metinleri daha gerçekçi ve samimi kılıyor.

Çalışmada Çeşitli konferanslarda Chomsky, Yaşar Kemal, Ahmet Güneştekin, Tahir Elçi ile yapılan görüşmelere yer veriliyor. Kürt kurumlaşma çalışmaları sırasında görüşülen siyasi şahsiyetlerin yanı sıra Kürt sanatçı, aydın ve yazarlarla yapılan röportajlar, görüşmeler birçok önemli noktayı bir araya getiriyor. Gürbüz ikinci kitapta, Yaşam Radyo’dan, İsmail Beşikci Vakfı’ndan söz ediyor. İsmail Beşikci Vakfı’nın kuruluşu ile ilgili bölümde yazar İbrahim Gürbüz, Memduh Selim Kütüphanesinin akıbetine de işaret ediyor.

İsmail Beşikci Vakfı’nın (İBV) kuruluşu, Kürdoloji çalışmalarının geliştirilmesi ve zenginleştirilmesi açısından büyük önem taşımaktadır. “Vakfedilmiş Bir Hayat” çalışmasının ikinci kitabında, İBV’nin kuruluş süreci detaylı bir şekilde ele alınıyor.

İbrahim Gürbüz çok kapsamlı bir çalışmanın yanı sıra çok güçlü bir arşiv sunuyor okuyucuya. Biyografi yazımının sınırlarını genişleten anlatım tarzı ile yakın tarih için bir başuçu üçlemesi niteliğinde “Vakfedilmiş Bir Hayat” . Halbwachs’ın ifadesiyle, “Anıyı konumlandırmak için, onu zaman içindeki yerini bildiğimiz diğer anı bütünüyle ilişkilendirmek gerekiyor.”


Gazete Duvar

Yorumlar kapatıldı.