İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hatay’ın kiliseleri neden iki yıldır enkaz halinde? 

Gonca Tokyol

Kazım Kızıl

Hatay’daki Hristiyan nüfus için ibadet ve toplumsal hayat açısından hayati önem taşıyan kiliselerin çoğu 6 Şubat 2023’te Türkiye ve Suriye’yi vuran depremlerden beri enkaz halinde.

Peder Nikola Papasoğlu’nun yası hala taze. Hatay’ın sahil ilçelerinden İskenderun’un merkezinde bulunan Aziz Nikola Kilisesi’nde bahsederken, “Oradan geçmemeye çalışıyorum” diyor Papasoğlu. “Kilisemizi yıkıntı halde görmek beni dayanılmaz şekilde üzüyor.”

Bir zamanlar İskenderun’daki Ortodoks nüfusun başlıca ibadet mekanı olan çarşı içindeki Aziz Nikola Kilisesi, 6 Şubat 2023’te Türkiye ve Suriye’yi vuran depremlerden beri kısmen enkaz halde. Ön cephesi depremler sırasında çatının bir kısmıyla birlikte yıkılan 150 yıllık kilisede restorasyon çalışmalarının ne zaman başlayacağı henüz belli değil.

Aziz Nikola Kilisesi, Hatay’da yeniden inşa edilmeyi bekleyen tek ibadet mekanı değil.

Kültür ve Turizm Bakanlığı verilerine göre depremde Hatay’daki 293 kayıtlı kültür varlığı depremde zarar gördü. Bunlar arasından bazı camilerde ve sembolik binalarda yeniden inşa çalışmaları başlasa da depremlerden etkilenen kiliselerden neredeyse hiçbiri henüz kullanıma açılmadı. Ekonomik ve bürokratik engeller, kiliselerin yeniden inşasını geciktiriyor. 

Hatay’ın en kalabalık Hıristiyan cemaati olan Rum Ortodoks topluluğu, tarihi öneme sahip kiliselerinin yeniden inşası için hassas bir süreç yürütülmesinin yanı sıra büyük bütçeler de gerektiğini kabul ediyor, ancak birçoğuna göre gecikmenin tek sebebi para değil.

İsimlerini vermeksizin Inside Turkey’e konuşan bazı Hataylı Hıristiyanlar, dillendirmeye gönülsüz olsalar da bürokratik zorluklarla ve üstü kapalı ayrımcılıkla hayatları boyunca karşılaştıklarını ve bu durumun depremlerden sonra da değişmediğini söylüyor.

Kiliseleri kaybetmek

Türkiye tarihinde en fazla can kaybı yaşanan doğal afetlerden biri olan 6 Şubat depremlerinde 50,000’den fazla kişi hayatını kaybetti, yüz binlerce bina yıkıldı ya da ağır hasar gördü, milyonlarca kişi evsiz kaldı.

Hatay kent merkezinin tarihi kalbi eski Antakya’da yer alan Antakya Rum Ortodoks Kilisesi de depremlerin ardından enkaza dönüşen yapılardan biri.

“Kilisemiz hem cemaatimiz hem de diğer Antakyalılar için her zaman ihtiyaç anında yüzlerini dönebilecekleri bir yer oldu” diyor Peder Dimitri Doğum. Cemaat, 1997 yılında, bir Fenerbahçe-Beşiktaş maçı sırasında meydana gelen ve bütün Antakya’yı sokağa döken deprem sonrasında birkaç gün boyunca kilisede kalmış.

“Bu depremde de çok gitmek istedik” diye devam ediyor Peder Dimitri. “Ama yerle bir olmuştu artık.”

Peder Dimitri, kiliseye ancak depremin dördüncü günü ulaşabilmiş. İki yıl sonra, kilise hala kullanılamaz halde olsa da Doğum her gün mahalleye gelmeye devam ediyor. Ailesinden kalan kuyumcu dükkanının taşındığı geçici konteyner, kiliseye sadece birkaç yüz metre mesafede yer alıyor.

Doğum’un dükkanının ve kilisenin de bulunduğu eski Antakya’nın Uzun Çarşı tarafında yeniden inşa çalışmaları tüm hızıyla devam ediyor. Diğer kısımlarda ise çalışmalar o kadar da hummalı değil. Hasarlı binalar ve enkazlardan kalan boşluklar göze çarpıyor. Birçoğu tescilli kültür varlığı olan eski Antakya evlerinin restorasyonu ve yeniden inşası zaman alıyor ve bu sebepten de birçok yerde çalışmalar henüz başlamamış.

Eski Antakya’nın sembol binalarından biri olan Antakya Rum Ortodoks Kilisesi bir zamanlar mahalledeki en ihtişamlı yapılardan biriydi. Ancak depremden sonra neredeyse tanınmaz hale geldi.

Çevredeki enkazların büyük kısmının henüz kaldırılmadığı ilk aylarda kilisenin yerini bulmak çoğu zaman ancak bahçesindeki ağaçları kerteriz alarak mümkündü. Kilisenin arka cephe duvarı dışında büyük kısmı çökerken, etrafında yer alan kiliseye ait dükkanlar da yıkıldı.

Yeniden inşa

Mimar Buse Ceren Gül depremin yarattığı yıkıma dair görüntülerin ilk günlerde hem Türkiye’de hem dünyada büyük etki yarattığını ve herkesin nasıl da yardım etmek istediğini hatırlıyor. İş arkadaşlarından biri bunun hep böyle devam etmeyeceğini, bu insanların her zaman orada olmayacağını söylediğinde Gül bu yorumu biraz kötümser bulmuş. 

İki yıl sonra ofisinde otururken, “Arkadaşım haklıydı” diyor Gül. “Günün sonunda hiç kimse yok, kalmadı. Sadece biz varız. Biz bizeyiz yani.”

30’lu yaşlarının başındaki Gül doğma büyüme Antakyalı. Birkaç farklı projede kiliselerin ve havranın yeniden inşası ve restorasyonu için kentin Hristiyan ve Yahudi cemaatleriyle birlikte çalışıyor. Bu iş, bir taraftan teknik kısımlarla uğraşırken diğer yandan da bütçe bulunmasını ve bürokratik meselelerle ilgilenilmesini de gerektiriyor.

Antakya’daki Ortodoks kilisesi hayatında büyük yer tutan Gül, Hristiyan bir aileden gelmiyor. Kilise ekibinin bir parçası olması, depremlerden iki yıl önce kilisenin rölevelerinin çıkarılması projesini üstlenmesiyle başlamış. Bu çalışma, kiliseyi deprem öncesi kayıtları olan istisnai kültür varlıklarından biri yapıyor. Projenin dosyaları da Gül’ün depremde ağır hasar alan ofisinden kurtardığı ilk ve tek şeyler olmuş.

İskenderun’daki St. George Kilisesi’nde bir pazar töreni (Kazım Kızıl)

“Ofisime sağ olsun bir arkadaşım girdi ve kilisenin dosyalarını çıkarttı” diye hatırlıyor Gül. “Sadece kiliseyi çıkart dedim, başka bir şey istemiyorum. Çünkü orası şehir için çok önemli. Cemaat için çok önemli, dini bir yer, doğru. Ama bunun dışında bir de Antakya’nın kalbi orası.”

Genç mimar, yeniden inşa ve renovasyon çalışmalarının neden bu kadar uzun sürdüğü sorulduğunda “Zaten bu süreçlerin hızlı olmaması gerekiyor,” diye cevap veriyor. 

“Biz hiç bilinmeyen bir şeyin içerisinde yeni bir bilinen yaratmaya çalışıyoruz. Birçok yapı ilk defa projelendiriliyor. Bunları toparlamak, bulmak çok zor. Bunun ötesinde de biz yapıyı çizeriz, yaparız ama onun sahada nasıl uygulandığı önemli. Depremle iç içe olmak zorunda. Biz şu anda elimizdeki teknolojiyle, verileri değerlendirerek bir sonraki depreme yönelik bir çalışma yapıyoruz.”

Kültürel varlıkların mülkiyetlerinin kimde olduğu da yeniden inşa ve restorasyon projelerinin gidişatını etkiliyor. Bölgedeki tarihi camiler ve medreseler Turizm ve Kültür Bakanlığı’na bağlı Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait, ancak kiliselerinin birçoğunun sahibi özel vakıflar.

“Tabii ki süreçler aynı ilerlemiyor” diyor Gül. O ve ekibinin gerekli çalışmalara başlamak için proje aşamasında birçok farklı kurumdan onay almaları gerekiyor. Bu aşamalarda gelebilecek revize talepleri de düşünüldüğünde sürecin oldukça uzun sürebildiğini söylüyor Gül.

“Burada da maalesef ki personel sıkıntısı var,” diye ekliyor. “Çünkü bir insan kaç projeye yetişebilir? Tescilli yapı kısmı çok yoğun ve tamamen özel çalışılması gereken bir yer. Arkadaşlar ellerinden geleni yapıyorlar, yetişmeye çalışıyorlar ama bir insan bir günde kaç projeye bakabilir, kaç projeyi aklında tutabilir?”

Para para para

Tüm bu uğraşların yanında kiliseleri hayata döndürmenin bir de maddi bir boyutu var. “Biz projelerin tamamını finansal açıdan da kendimiz yaptığımız için tabii ki bizim süreçlerimiz biraz daha da uzuyor,” diyor Gül.

Gül’ün ekibi Mayıs 2023’te Kültür Bakanlığı’ndan bir hibe almış, ancak bu meblağ masraflarının yalnızca bir kısmını karşılamış. Kilise vakfı da destek olmuş ama “şu anda daha çok gemimizi kendi kendimize yürütmeye çalışıyoruz diyebilirim” diyor. “Maalesef ki günün o kısmındayız ama yapacak bir şey yok. Antakya için bir şey yapmak gerekiyor, o da böyle oluyor.”

Antakya’nın en eski camilerinden biri olan Habib-i Neccar’da yenileme çalışmalarının haziran ayında tamamlanması bekleniyor. (Kazım Kızıl)

Neyse ki Antakya Rum Ortodoks Kilisesi Dünya Anıtlar Fonu’nun 2025 izleme listesine girmiş. Kendisi de kurumun Antakya temsilcisi olan Gül, fonun yeniden inşa çalışmalarını hem teknik, hem de maddi olarak destekleyeceğini söylüyor. Geçen yıl Mart’ta, Lübnan’da ziyaret ettikleri Antakya Rum Ortodoks Patrikhanesi de sürece destek sözü vermiş.

İskenderun’daki Aziz Corç Kilisesi’ndeki tadilat giderlerinin büyük kısmı için Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) devreye girerken, Suriye sınırındaki Altınözü’ndeki Aziz Georgios Rum Ortodoks Kilisesi de kısa süre önce ise Europa Nostra ve Avrupa Yatırım Bankası’ndan heyetler tarafından ziyaret edildi. Bu örneklerin her birinde Türkiye devletinin desteği ya kısıtlı ya da hiç yok.

Ayrımcılık: Her yerde, her zaman

Depremden sonra yürüyen bürokratik süreçlere dahil olan ve ismini vermek istemeyen bir cemaat üyesi, “En başından beri kiliseleri yeniden yapmak için gereken paraya sahip olduğumuzu düşündüler” diyor. Cemaat üyesine göre, azınlıkların yeteri kadar parası olduğunu ya da bir şekilde bulabileceklerini düşünen hükümet yetkilileri, kiliselerin yeniden inşasını önceliklendirmedi.

“İşler en başından beri her zaman nasılsa biraz da öyle yürüyor” diyor cemaat üyesi, ülkede azınlıkların uğradığı ayrımcılığı kastederek. “Ama ben yine gidip onlarla iş yapacağım, yine toplantı masasına oturacağım, o sebepten de ismimi yazmazsanız iyi olur” diye ekliyor.

Ortodoks cemaati üyelerinin çoğuna göre Türkiye’deki farklı dini grupların etkileşiminin kısıtlı olması, devletin ve toplumun Hıristiyan topluluklara yönelik önyargılarını besliyor. Birçoğu doğup büyüdükleri Hatay’ın çok kültürlülüğüne ve bu kentte nasıl da ayrımcılık görmediklerine vurgu yapsa da büyük bir kısmı için askere gittiklerinde işler değişmiş.

“Hristiyan olduğumuz için sarı saçlı, mavi gözlü olmamız gerektiğini sanıyorlardı” diye gülerek hatırlıyor bir cemaat üyesi. “Böyle Hristiyan mı olur be, sen bize benziyorsun dediler bana.”

Yaygın inanışın aksine Hatay’daki çoğu Ortodoks, Ortadoğu’daki diğer etnik gruplar gibi koyu renk tenli ve koyu renk saçlı. Aynı zamanda bölgedeki birçok Alevi, Sünni ve Yahudi gibi, onların da ana dilleri Arapça.

Bir başka cemaat mensubu da “iş paraya gelince Türkiye’deki insanlar azınlıkların gizli hazineleri ya yabancı yardımlara doğrudan erişimleri olduğunu sanıyor” diyor. Mesleği tesisatçılık ama artık emekli olmuş.

“Bu yüzden de her ne kadar ihtiyacımız olsa da bize para vermek istemiyorlar” diye devam ediyor. “Bir de tabii kötü yönetimleriyle uğraşmak zorunda kalıyoruz. Her şey her gün değişiyor, kimin kimden sorumlu olduğu belli değil.”

Ortodoks cemaati de deprem bölgesindeki diğerleri gibi son iki yıldır sürekli değişen kuralların, düzenlemelerin ve uygulamaların oluşturduğu belirsizlikle boğuşuyor.

Deprem bölgesindeki milyonlarca kişi iki yıldır konteynerlerde ya da geçici barınma çözümlerinde yaşıyor. Barınma, eğitim, sağlık ve ulaşım alanlarında problemlerin hala devam ettiği bölgedeki insanlar, tüm bunların yanı sıra bürokratik yükün de kendilerini zorladığını söylüyor. Bölgede binaların hasar durumlarına yönelik uygulamalar ve de rezerv alan sınırları sıklıkla değişirken, yasal süreçler uzuyor, yardım talepleri belge değişikliklerine ya da eksikliklerine takılıyor.

Bir cemaat mensubu bu durumun yalnızca azınlıkların sorunu olmadığını kabul ediyor ama ona göre sorunlar herkesi de eşit derecede etkilemiyor. “Bu felakete hazırlıksız yakalandılar,” diyor. “Kayıpları onaracak, yerine koyacak paraları yoktu. Hal böyle olunca da bize daha da az cömert olmakta beis görmüyorlar.”

Ortodoks cemaatinin Inside Turkey’e isimlerini vermeksizin konuşan üyeleri, eleştirilerini açıkça paylaştıkları takdirde devletten gelebilecek misillemeden çekiniyor. Çoğu geçen 15-20 yılda azaldığını söylese de ayrımcılığın yine de bir şekilde devam ettiğine dikkat çekiyor. 

Depremlerden önce Hatay’ın ilçelerine dağılan cemaatlerin her birinin kendi kiliseleri vardı. Bu kiliselerin çoğu arasında seyahat etmek, arabayla en az bir saat sürüyor. Şu anda bu kiliselerin biri dışında hepsi enkaz halinde ya da yeniden inşa ve restorasyon çalışmaları daha yeni başladı. 

İskenderun’daki Aziz Corc Kilisesi artık il sınırları içinde ayakta kalan tek Ortodoks kilisesi. Bu küçük kilise depremden önce Pazar ayinlerine ev sahipliği yapmıyordu, daha çok hafta ortasındaki ayinler için kullanılıyordu. Hristiyan olmayan topluluklar arasında da popüler bir mabetti, özellikle de baharın gelişini müjdeleyen ve bazı inançlarda dini anlam taşıyan Hıdırellez’de.

Ocak ayının sonunda bir Pazar ayini başlarken kilisede yaklaşık on kişi vardı, çoğu 60’lı ya da 70’li yaşlarındaydı. Koridordaki birkaç çocuk pazar sabahını yatakta ya da çizgi film izleyerek geçirmiyor olmaktan şikayetçi gözükmüyordu. Özel kıyafetleriyle tören haçını, şamdanları ya da buhurdanlığı taşıyarak ayinin bir parçası olurken keyifleri yerindeydi.

Zaman ilerledikçe kilisedeki kişilerin sayısı arttı, hatta cemaatin bir kısmı ayininin sonunu ayakta takip etti. Ayin sonrası bahçede bir araya gelen cemaat bir taraftan sohbet ederken, diğer yandan da o hafta cenazesi olan ailelerden birine taziyelerini sunuyordu.

Cemaat, doğu-batı ekseninde çatlaklar bulunan kilisenin Paskalya sonrasında restorasyona girmesini bekliyor. Restorasyon çalışmaları için BM Kalkınma Ajansı’ndan destek bulunmuş, geriye bir tek projelerin onaylanması kalmış. Çalışmalar başladığında Pazar ayinleri kilisenin avlusunda kurulan geçici salona taşınacak.

Bahçedeki genç bir çift, Peder Nikola’ya dönerek sitemde bulunuyor: “Çalışmalara başlamak için bizim düğünün geçmesini bekleyebilirsiniz” diye. Biraz sonra bahçede Antakya kahvesi içerken, “Kiliseler sadece taştan ibaret binalar değil” diyor Peder Nikola.

“Kiliselerin her yönden önemi var. Çocuk doğuyor, kiliseye getiriliyor, vaftizi burada oluyor. Büyüdüğünde düğünü burada oluyor, yakın akrabalarının cenazesi bu kiliselerden kalkıyor. İstemese bile, kiliseye gelmese bile bir bağ var. Her zaman bir bağ var. Ve bu bağı kimse koparamaz.”

Peder Dimitri, kiliselerini bir daha görememe fikrinin en çok ileri yaştaki cemaat üyelerini üzdüğünü, gençlerin ise şehri terk etmesini hızlandırdığını söylüyor.  

Gül’e göre bu durum tersine çevrilebilir ama yapılması gereken çok fazla şey var. “Antakya bir insan gibi,” diyor. “Yeni Antakya dediğimiz, şu anda inşaatların yapıldığı bölgeler artık bizim tanıdığımız bölgeler olmayacak. Ama kilise yeniden ayağa kalktığında, o bölge yeniden düzgün şekilde inşa edilebilirse tanıdığımız sokaklardan yürüyebileceğiz. Antakya’nın ruhu orada olacak.”

Kiliselerin birçoğu yeniden inşa edilmeyi beklerken camilerde devam inşaatları gördüklerinde üzülüp üzülmedikleri sorulunca birçok cemaat mensubunun yüzü bulutlanıyor. Peder Nikola ise bu durumu normal buluyor.

“Bu felaket Yunanistan yaşansa orada da aynı olurdu” diyor. “Hristiyan çoğunluğa sahip bir ülke olarak onlar da ilk başta kiliseleri onarırdı. Bu biraz da öncelikler meselesi. Bizim cemaatimiz çarşıdaki hiçbir caminin cemaati kadar büyük değil. Ama bu tabii bizim de kiliselerimize ihtiyaç duyduğumuz gerçeğini değiştirmiyor.”

Bu habere Burcu Özkaya Günaydın da katkıda bulundu.

https://insideturkey.news/tr/2025/02/28/hatayin-kiliseleri-neden-iki-yildir-enkaz-halinde/

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın