İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Zeynep Oral: Maria ve Ötekiler

Zeynep Oral

Sinema ne muhteşem bir sanat, önünüzde büyük ufuklar açabiliyor. Bizi düşünmeye zorluyor, hayatı çok yönlü sorgulamamıza yol açıyor. Derhal sadede geliyorum.

Geçen hafta içinde adından çok söz edilen üç film izleme fırsatı buldum. Üçüne de değinmek isterim:

KAPİTALİZM VE SANAT İLİŞKİSİ

“Brütalist” önce mimariyle yok hayır, tüm sanatlarla ilgilenen herkesin görmesi gereken birçok “sofistike”, çok yönlü, çok katmanlı bir film. Adını modern mimarideki bir akımdan alıyor. “Brüt sanat” “brüt beton”. (Meraklısına hemen birkaç isim anımsatmalıyım: Le Corbusier, Louis Kahn, Mies van der Rohe ve Alvar Aalto… Ah, ah, bunların kimini tanımıştım!)

Brady Corbet’in bu bol ödüllü filmi 2. Dünya Savaşı sonrasında Macar asıllı Yahudi mimar László Tóth’un ABD’ye göçü ve mücadelesini anlatıyor. Başrolde Adrien Brody muhteşem. Elbet film göçmenlik, “Amerikan rüyası” sınıfsal çelişki, yaratıcılık ve daha nice meseleyi irdeliyor ama bence önemli olan, filmde irdelenen kapitalizmle mimarinin, kapitalizmle sanatın, kültürün ilişkisi.

TÜSİAD’ın şu son çıkışını (geç kalmış bile olsa) alkışlarken günümüzde yaşadıklarımızı, iktidarın “Kültüre egemen olamadık” ağlaşmasını yeniden yeniden düşünmeye bizi zorlaması harika!

DİN ÖRGÜTLENİNCE

“Konsey”, Edward Berger’in filmi, gücünü ve konusunu, bir zamanların çok popüler olmuş Robert Harris’in kitabından ve görüntü yönetmeni Stéphane Fontaine’in gücünden ve oyuncuların (Ralph Fiennes, Stanley Tucci) ustalığından alıyor.

Özetle: Papa ölmüş ve yerine yeni papa seçilecek. Dünyanın tüm kardinalleri Vatikan’da buluşur ve… Aman Tanrı’m! Sırlar, entrikalar, politik çatışmalar…

Anlayacağınız din olgusu örgütlendikçe tamamen sömürüye, gericiliğe, kadınları aşağılamaya, güç ve çıkar ilişkilerine dönüşüyor.

Yani “Kazanmak için her yol mübahtır”. Hani bizim demokrasi ve tramvay meselesi. (Sevgili Nilgün Cerrahoğlu yıllar önce o röportajı iyi ki yapmış da demokrasi tramvayına ne zaman binilir, ne zaman inilir hepimiz önceden öğrenmiş olduk.)

Oysa din olgusunu insanların sadece vicdanına bıraksanız inanın dünya çok daha yaşanılası olur.

LA CALLAS DEĞİL MARİA

Baştan söyleyeyim: Benim için de Maria Callas gelmiş geçmiş en muhteşem divalardan biri. Onu sahnede izledim, hakkında çok şeyi okudum. Bu filmi de tat alarak keyifle izledim.

Ancak… Usta yönetmen Pablo Larrain bu role neden Angelina Jolie’yi seçmiş, anlayamadım. O kadar yapay, o kadar zorlama ki! Angelina Jolie, iyi bir oyuncu. Belli ki senkronizasyon işini çok çok iyi çalışmış. Ama ona baktığınızda estetikli yüzü, şişirilmiş dudaklarıyla sadece ve sadece rol yapan Angelina Jolie hissiyatına kapılıyorsunuz! Çok soğuk. Sanki ruhu yok! Sonuçta Maria’yı La Callas gibi değil, trajik bir kurban gibi sunuyor.

Film gerçekler, hayaller, düşler, ilaç etkisiyle sanrılar ve “flashback”lerle kutsal divanın son yedi gününü anlatıyor. Sesini kaybetmenin ve yalnızlığın ağırlığını da. Filmin sevdiğim yanları şöyle:

Düşle gerçeklerin belirsizliği, iç içeliği. Callas’ın sesinden aryaları dinlemek. Paris sonbaharında ve İtalya’da La Fenice, La Scala’da şaheser görüntüler (Edward Lachman’a şapka!) ve sona sakladım: Haluk Bilginer’in muhteşem Onasis yorumu. (Taklit değil yorum). Maria’nın iki sadık hizmetkârla (Pierfrancesco Favino ve Alba Rohrwacher) insanın içini ısıtan, gülümseten sahneler… Mutfakta Ferruccio omlet yaparken Maria’nın arya sunması unutulmazdı. Gözyaşlarımı tutamadığım Onasis’le son karşılaşma gerçek olmasa da ne gam, duygusallık güzeldir. Bunlat, filmin soğukluğunu kırıyor.

Elbet film boyunca bol bol Leyla Gencer’i de çok düşündüm: Callas’a hayranlığını, son güne dek La Scala Akademisi’ndeki müdürlüğünü, hocalığını… Cömertliği, evinin herkese açık olması, sofrasını hep paylaşması, dostları, öğrencileriyle sarmalanmasını… Onu yitirdiğimizde Nişantaş’taki bir apartman dairesinden başka hiçbir şeyi yoktu. Ki onu da müze-ev olması için İKSV’ye bağışlamıştı (Bu da bir başka konu) Ama hayatı boyunca mal mülk değil, dostlar ve öğrenciler biriktirmişti. Bu filmi izleseydi acaba ne hissederdi?

İyi pazarlar.


Cumhuriyet Gazetesi

Yorumlar kapatıldı.