Reşat Ekrem Koçu’nun tamamlamaya ömrünün yetmediği İstanbul Ansiklopedini kaynak alan dizi kente üç farklı evrenden bakış atıyor ve güncel sorunları kimlik sorgulamaları eşliğinde irdeliyor.
“İstanbul’un: cami, mescid, medrese, mektep, kütübhâne, tekke, türbe, kilise, ayazma, çeşme, sebil, saray, yalı, konak, köşk, han, hamam, tiyatro, kahvehane, meyhâne… Bütün yapıları…
Devlet adamı, âlim, şâir, sanatkâr, iş adamı, hekim, muallim, hoca, derviş, papaz, keşiş, meczub, nevcivan, nigâr, hanende, sazende, çengi, köçek, ayyaş, derbeder, pehlivan, tulumbacı, kabadayı, kumarbaz, hırsız, serseri, dilenci, katil… Bütün şöhretleri. Dağı, bayırı, suyu, havası, mesire yerleri, bahçeleri, bostanları ve ilâh.
Bütün tabiat güzellikleri ve coğrafyası… Sokakları, mahalleleri, semtleri… Yangınları, salgınları, zelzeleleri, ihtilâlleri, cinayetleri ve dillere destan olan aşk maceraları… İstanbul’a ait resimler, şiirler, kitaplar, romanlar, seyahatnameler… İstanbul’a gelmiş yabancı şöhretler…”
Reşat Ekrem Koçu’nun, 1944 yılından 1973’e kadar büyük oranda kişisel çabalarla sürdürdüğü ve toplamda 11 cilde ve “G” harfine dek varabilen İstanbul Ansiklopedisi, yukarıdaki cümlelerle başlıyor şehrin dokusunu ve hikayesini oluşturan parçaları anlatmaya…
Yazarın kendi deyimiyle İstanbul’un “kütük”ünü oluşturmak üzere yıllar süren bir çabanın ürünü olan ve ömrü vefa etmediği için tamamlanamayan eser, okuyucusunu şehrin geçmişinde bir tür gezintiye çıkarıyor. Tıpkı, yıllar sonra adını verdiği dizinin de benzer bir gayreti taşıdığı gibi…
Selman Nacar’ın Netflix’te yayımlanmaya başlayan İstanbul Ansiklopedisi, Reşat Ekrem Koçu’nun şaheserini yalnızca çeperine yerleştirmekle kalmayan; aynı zamanda çekirdeğine de konumlandıran bir öykü. Zira Koçu’da kişisel anlatıların, görüşlerin ve bakış açılarının, bir şehri panoramasını meydana getirmesi gibi; mikrodan makroya İstanbul’u ve hatta Türkiye’yi resmetmeye girişiyor: Ana karakteri Zehra’nın (Helin Kandemir) dizinin her zerresine, kentin köşe bucağına nüfuz eden yolculuğu ya da bir bavulu kendisine kabuk belleyen iç dünyası gibi küçük ölçekli unsurları, toplumun “şimdi”sini oluşturan yapılarla birlikte filizlendiriyor. Daha da mühimi, karşıtlıklardan beslenen bir organizmayı, her bir tarafını, “tarafsızca” anlatarak portrelemeyi deniyor.
Küçük şehirden büyük şehre göç, modern ve gelenekselin karşılaşması, doğu-batı karşıtlığı gibi pek çok kavram, köklerini Türk sinemasının geçmişinden almaları sebebiyle öykücülüğümüzde yeni değil ancak Selman Nacar, tüm bu “geleneksel” temaları, “modern” yapılarla bütünleştirerek nefis bir hikâye kurguluyor.
Amasya’da, muhafazakâr bir aile ve ortamda büyüyen Zehra’nın, İstanbul’da üniversiteyi kazanmasıyla birlikte şehre gelişini, buraya ayak uydurmaya çalışmasını ve bir Janus’u andıran kimlik bunalımını anlatan dizi, ona kontrast oluşturan Nesrin (Canan Ergüder) ile ilkin, tümüyle seküler-muhafazakâr ikileminde ilerleyecekmiş gibi görünüyor. Ne var ki dizi ilerledikçe, uzun zamandır hikâye anlatıcılığında belki de en çok görmek istediğimiz şeyi -hem de tuhaf bir zamanlamayla- yakalıyoruz: İstanbul’da hayatta kalmaya, eğitim almaya çalışan gençlerin maddi sıkıntıları.
Sanırım Zehra’nın telefonunun kabında saklamaya devam ettiği bir uçak biletiyle geldiği şehirde yaşadığı onca problemin ve bir nüfuz cüzdanına bile sahip olamayışının ifadesi “kimliksizliğinin” ötesinde iki söylem, İstanbul Ansiklopedisi’ni -sonlara doğru melodrama kaçan tavrını göz ardı edersek- Netflix’in uzun zamandır yayınladığı en iyi yerli dizi haline getiriyor.
Zira Bir Başkadır’ın karikatürize kötü karakterlerini sırtından atan ve toplumun her grubuna eşit mesafede yaklaşan İstanbul Ansiklopedisi ne öyküsünün ortasına yerleştirdiği Zehra’yı ne de etrafına yerleştirdiği seküler karakterleri tümüyle “iyi” ya da “kötü” olarak konumlandırmıyor. Çünkü bu biraz, Mithat Cemal Kuntay’ın da Üç İstanbul’u gibi aynı zamanda…
Farklı dönemlerine şahit olmuyoruz belki ama farklı zümrelerinin pencerelerinden bakıyoruz kente. Arafta bir kimlik Zehra’nın penceresinden, seküler kimlik Nesrin’in penceresinden, muhafazakâr kimlik Aylin’in penceresinden…
Bu sebeple her bir karakter kusurlu, her bir karakter hatalı bu öyküde; tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi, kimse pirüpak değil, kimse mensup olduğu çevreden ötürü masum ya da canavar değil. Her bir karakterin yolculuğu, bütünüyle yalnızca insan olmalarıyla ilişkili ve o yönde ilerliyor. Ve bu sebeple dönüşümleri de yine bu doğrultuda gerçekleşiyor.
Son olarak İstanbul Ansiklopedisi’nde, tiyatro hocasının seyircili provadan sonra öğrencileriyle yaptığı konuşma bile bugün, birbirimize neyi ve yanlış anlaşılmadan nasıl söyleyeceğimizi bilemediğimiz bir ortamın nefis bir yansıması bu hikâyede. Kim ne söylese, başka bir yere gidiyor. Kim ne dese herkes nefretle, öfkeyle karşılamaya hazır.
Çünkü “kafamızdaki o kalıplar” her şeyi birbirine karıştırıyor; o sohbetin sonundaki gibi çözümsüz bırakıyor. Dolayısıyla ben kendi adıma, sosyal kimliklerin birbirine karıştığı bir ülkede, hiçbir grubun “iyi” temsil edilmeyişini daha samimi buldum. Neticede olanlar, her birimizin kusuruyla ilişkili ve tam da bu yüzden daha gerçekçi.
Puanım: 7/5
Yorumlar kapatıldı.