İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İstanbul’da işgal günleri

***HyeTert, bu kaynağın ve/veya içeriğin yanlış ve/veya yanıltıcı bilgiler içerdiği/yaydığı kanısındadır. Metni paylaşmadan önce bu uyarıları göz önüne alarak, içeriği ve/veya kaynağı güvenilir kaynaklardan kontrol ediniz.***
“…Masum vatandaşlarımızın yolu üstünde sehpalar burada kuruldu. Gençlerimiz üstüne zindan kapıları burada kapandı. Gurbet ve sürgün yollarının ilk menzili burası oldu. Düşünen kafalar burada kırıldı. Yazan eller burada kesildi. Türk milleti en güzide evlatlarını burada kurban verdi…”

Burası, İstanbul’dur. Yakup Kadri 105 yıl önce bugün yüz yüze kaldıkları felaketleri böyle sıralar. Ağır bir hastalıktan İsviçre’de gördüğü tedavi sonucu kurtulmuş, vatanına dönmüştür. Tarihler 2 Ekim 1919’u göstermektedir. Vatanı işgal altındadır, tıpkı ana ocağı Manisa gibi. Anası mı? Yatalaktır. Yunan işgalinde felç inmiştir sol tarafına.

İtalya’dan vapurla gelir İstanbul’a. İstanbul, kazazede bir gemi gibidir. Ya herkes bir tarafa kaçmış ya da boğulup gitmiştir. Kadıköy vapuruna biner. Çevresine “bel bel bakar”.

“Birtakım ‘zenci’ ve Hintli askerlerden, İngiliz ve İtalyan subaylarından ve Türkçeden başka her türlü diller konuşan ne olduğu belirsiz insan kalabalığından başka bir şey” göremez.

Gerçi kalabalığın arasında birkaç Türk de yok değildir ama üçüncü plana atılmış sığıntı ruh gibidir. Onun ruhu endişelidir. Kime sığınacak, kimde kalacaktır? Akrabalar yerinde midir? “Keşke telefonu bir yere not etseydim” diye hayıflanır. Birden abone rehberi gelir aklına. Hızla bulur rehberi, merakla karıştırır ve işte bulur o ismi. Çevirir numarayı…

Kuzenini gönderirler ona. Fevzi Lutfi şimdi yağız bir delikanlı olmuştur. Yolda, ortak akrabaları Halit Paşa’nın Rum komşularının ihbarıyla nasıl katledildiğini anlatır Fevzi. O Halit Paşa değil midir kıtlıkta kendi ambarını komşularına açan, kızlarının çeyizini düzen, harap evlerini onaran. Odur ama…

Fevzi umutludur. O millici yani Kemalisttir. “Mutlaka muvaffak olacağız” der. Ev halkı mı? Hepsinin üstüne ümitsizlik çökmüştür. Yalnız hala kızları değil Manisa’dan kaçıp gelen erkekli kadınlı çoluk çocuk onlarca akraba sığınmıştır buraya ve hepsi şaşkın bakmaktadır Yakup Kadri’ye. Şaşkınlığın altında “Bu ne olacağı belirsiz memlekete neden geldin” sorgusu vardır. Sorarlar ona, Avrupa hakkımızda ne düşünüyor diye. Der ki “Bizi parçalamak istiyorlar. Türkiye deyince yaralı bir avın üstüne üşüşen köpekler gibi havlıyorlar. Fakat teslim olmayacağız.” Evin havası yine inançsızlık.

İkdam’da başyazılar kaleme almaya başlar Yakup Kadri. Kemalistleri destekler çünkü henüz işgal olmayan işgal onur kırıcıdır. Adnan Adıvar ve Ahmet Emin Yalman ile faytondadırlar bir gün. Tam Sirkeci’den geçerken İngiliz trafik polisi sert el hareketi ve keskin bir azarlamayla durdurur onları. Donakalırlar. Tam karşılarında İngiliz yüzbaşının kendilerini seyrettiğini görünce Ahmet Emin’i kurban ederler “Git şuna halimizi anlat” derler. Ne mümkün, daha o ağzını açamadan gök gürültüsü gibi bir ses duyulur. “Bir Türk, Büyük Britanya Ordusu erkanından birine ne cüretle hitap edebilir?” (Karaosmanoğlu, 18-40).

Sivas’taki millicilerin isteği olmuş, Osmanlı Meclisi açılmıştır aynı günlerde. Açılmakla kalmamış, Erzurum ve Sivas kongrelerinden süzüp gelen Misakı Milli’yi kabul etmiştir. Fransızlar Maraş’ta Türk yumruğunu yemiş kenti terk etmiştir. Emperyalistler şubat ayından beri Londra’da toplantı halindedir.

TOPLANTIDA KONUŞULANLAR

28 Şubat 1920: Bay Cambon Ermeni Patriğine dayanarak “Maraş’ta Ermeniler kesildi” dedi. Fakat Majeste Bogos Nubar Paşa bu haberi yalanladı. Mustafa Kemal… Bu adam olmasa Ermenilerin bir şansı olurdu… Türkleri uyarmamız yeterli değildir daha sert hareket etmeliyiz… Mustafa Kemal’in askerleri hiç para almıyor, onları harekete getiren vatan aşkıdır…

2 Mart 1920: Türkiye bir donanmaya sahip olamaz. Mali komisyon Türklerden kurulmayacaktır. Suriye’deki birliklerimiz oradan çıkacak yani bunun masraflarını biz mi ödeyeceğiz. Böyle saçma şey olur mu, Türkler ödemelidir… Türklerin altın stoklarını ele geçirmeliyiz…

10 Mart 1920: İstanbul resmen işgal edilecektir ve buna bahane olarak Türkiye’deki azınlıklara kötü davranıldığı ileri sürülecektir. Türklere barış koşullarını kabul ettirirken çıkacak ayaklanmalara karşı koymak için İstanbul’daki milliyetçi liderler tutuklanacaktır.

16 Mart 1920. Tarihi ve artistik değeri olan mallar alınıp götürülecektir. İtalyanlar kendileri için istediklerinin listesini veriyor. (Ulubelen; 227-235)

İŞGAL BAŞLIYOR

Sabahın kör karanlığında İngilizlerin Şehzadebaşı Karakolu’nda yaptıkları katliamla başlar resmi işgal. Sanki çoktan başlamamış gibi Fransız Yüksek Komiserliği baş tercümanı M. Ledoux, Vahdettin’i ziyaret eder. “İstanbul bugünden itibaren işgal edilecek” der. Padişah notayı üzüntüyle aldığını bildirir sadece… (Şimşir, 182, 208-209)

Aynı saatlerde Yakup Kadri, İstanbul’a gitmek için Kadıköy’deki evinden çıkmış, ölüm sessizliği içinde çevredeki İngilizlere anlam vermeye çalışır. İskeleye geldiğinde gazeteci arkadaşlarını görür. Akşam’dan Necmettin Sadık, Kâzım Şinasi, Ali Naci, Vakit’ten Ahmet Emin ve Enis beyler.

Ahmet Emin’in Mühürdar’daki evine giderler. Telaş ve korku. Ahmet Emin aranıyormuş, tutuklanacakmış, suçu millicilerden yana olmakmış, kaçmalıymış. Eee hepsi millici bunların. Nereye kaçacaklar? Anadolu’ya ama nasıl? Adnan Adıvar gelir Yakup Kadri’nin aklına, “O bir yolunu bulur” diye düşünür. Ancak ne Adnan’a ne Halide’ye ne Hamdullah Suphi’ye ulaşır. Yer yarılmış içine girmişlerdir. Girmeyen milliciler emperyalist avının kurbanı olur. Malta’ya götürülmek üzere Bekirağa Bölüğü’nde toplanır. Kimler yoktur ki aralarında…

Yakup Kadri gazetesine gelir. İşgal emri ondan önce gelmiştir. “Millicilik propagandasına son verilecektir.” Verilmezse? Başlarında yeni bir bela vardır. Gücünü hukuktan değil işbirlikçiliğinden alır o. Nemrut Mustafa Paşa ve onun savaş mahkemesidir o. (Karaosmanoğlu, 49)

Yakup Kadri “Küçük Hikâye”ler kaleme alır özü millici olan. Başlık sayesinde sansüre takılmaz. Takılanları kurtarır Nemrut Mustafa’nın eşkıya yatağından. Neden eşkıya yatağıdır? Bu mahkeme siyasi tutuklular hakkında ölüm cezası verir. Sonra oluşturulan teşkilat bunları kurtaracağız diye fidye belirler. Ödeyen kurtulur. Bunlardan biri de Falih Rıfkı olur. Onun için konan fidyenin pazarlığını adliye nezareti müsteşarı ünlü din adamı Sait Molla ile Yakup Kadri yapar. Fidye 1000 liradan 600’e iner, Falih Rıfkı özgür kalır. (Karaosmanoğlu, 52-53)

Emperyalistlerden kurtulamayan Ahmet Emin Malta’ya gönderilmeden son yazısını 20 Mart 1920 günü yazar. “Hastalığın Sebebi” başlığını taşıyan yazısında şöyle der:

“Bünyemizdeki hastalığı yenmek istersek kuvvetlerimizi bir araya koymalıyız şahıslarla değil. Meselelerle uğraşmalıyız, programlar etrafında birleşmeliyiz. Hastalığın sebeplerini görmek devasını bulmanın ilk adımıdır.”

Devayı bulan Kemalistler’dir. Sait Molla’ya ne mi olmuştur? Evini yakıp sigortayı dolandırdığı, üstüne bir de yetim hakkı yediği anlaşılınca tıpkı Nemrut Mustafa gibi yurtdışına kaçmıştır. (Halıcı, 80 vd)

KAYNAKÇA

Bilâl N. Şimdir, Malta Sürgünler, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1976.

Erol Ulubelen, İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, Aykaç Y., İstanbul, 1967.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Vatan Yolunda, Selek Y, İstanbul, 1958.

Şaduman Halıcı, Mütareke Döneminin İşbirlikçileri Yüzellilik Gazeteciler, Cumhuriyet Yayınları, 2021.


Cumhuriyet Gazetesi

Yorumlar kapatıldı.