İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Unutulan geçmiş, unutulamayan yakın geçmiş

Alev Er

Nazar, Hrant, Tomo ve Sırpazan Karekin Bekçiyan… Bu sırayla tanıdım onları, ama kiminin ilk kez, kiminin yeniden, kiminin daha derinden hayatıma girmesi Hrant’ın 2004 yılı başlarında önce Agos’ta, sonra Hürriyet gazetesindeki “Sabiha Gökçen Ermeni miydi” haberiyle oldu. Sonrasını herkes biliyor, anlatıp acıları yeniden deşmeyeyim ama “böyle başkaları da var mı” sorusu o haberle, Hrant’ın başına gelenleri, gelecekleri sorgularken düştü aklıma o yıl. Bununla ilgili her şeye daha bir kulak kesilmişken kimin nerede yazdığını hatırlamadığım bir anektod düştü önüme; “Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk 1920’lerin sonunda, Çorlu’da yaşayan Aras Yayınevi’nin sahibi Yetvart Tomasyan’ın annesi Mari’yi tren istasyonunda görmüş, onu da evlat edinmek istemişti.” Tomo’yla, Yetvart Tomasyan’la beni Hrant tanıştırdı ve ona ilk sorumdu “Olmuş mu böyle bir şey?” “Evet” demişti Tomo, “olmuş evet, anlatırım bir gün, hatta annemle tanışırsın, o anlatır.”

Nazar, Hrant, Tomo ve Sırpazan Karekin Bekçiyan…

Onları bu sırayla tanıdım.

Nazar Büyüm 12 Eylül’ün hemen sonrasında, devrimci örgüt maaşıyla iki yaşında bir çocuk büyütürken imdadıma yetişen, ilk profesyonel maaşımı aldığım Yurt Ansiklopedisi’nin ve başka birçok şeyin patronuydu. Yücel Yaman’ın getirdiği ansiklopedi projesinin çekiciliğini anında hissetmiş, Yaman’ı da ortak yaparak işe girişmiş, 12 Eylül sillesi yemiş kadın erkek onlarca insanı kampüsüne çekmişti. Sık görmezdik ama gördüğümüzde patronluğunu hissederdik; az konuşan, konuşmaktan çok delici gözlerle bakan bir adamdı. Ama o yukarıdan bakışa eşlik eden bir-iki kısa, kestirme cümleden anlardık ki bulunduğu yere hakkıyla gelmişlerdendi. Başkaları da anlattı; cennet yaptı bize o kampüsü 12 Eylül’ün cehennem günlerinde, bir tür vaha. 12 Eylül öncesindeki fraksiyon kavgalarını bile sürdürebildik o vahada aylarca, hizipler kurduk, bildiriler yazdık birbirimizi tepeleyen, dahası “Nazar Büyüm patronluğu”na karşı grev yapmayı bile denedik cuntanın grev yasağı günlerinde…

Hrant’ı örgüt günlerinden arkadaşım Necdet Açan tanıştırdı bana 1990’larda. Ama dostluğumuzun koyulaşması eski eşimin kızı Deniz Boston’daki Çocuk Hastanesi’nde kanser tedavisi görürken gönüllü hemşire Kınalıadalı Nıvart’ın, Hrant’ın Boston’daki akrabası kuyumcu Arto’nun ocağına düşmemizle oldu. O uzak diyarda Arto’yla, telefonla yetişen sesiyle kolumuz kanadımızdı Hrant. Döndüğümde Kınalıada’da balıkçı Gazaros’la, Doktor Kemal’le kahvede “aznif” arkadaşım oldu, ben de sonra kızının adadaki düğününde onun itibarlı konuğu…

Nazar, Hrant, Tomo ve Sırpazan Karekin Bekçiyan…

Bu sırayla tanıdım onları, ama kiminin ilk kez, kiminin yeniden, kiminin daha derinden hayatıma girmesi Hrant’ın 2004 yılı başlarında önce Agos’ta, sonra Hürriyet gazetesindeki “Sabiha Gökçen Ermeni miydi” haberiyle oldu.

Sonrasını herkes biliyor, anlatıp acıları yeniden deşmeyeyim ama “böyle başkaları da var mı” sorusu o haberle, Hrant’ın başına gelenleri, gelecekleri sorgularken düştü aklıma o yıl. Bununla ilgili her şeye daha bir kulak kesilmişken kimin nerede yazdığını hatırlamadığım bir anektod düştü önüme; “Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk 1920’lerin sonunda, Çorlu’da yaşayan Aras Yayınevi’nin sahibi Yetvart Tomasyan’ın annesi Mari’yi tren istasyonunda görmüş, onu da evlat edinmek istemişti.”

Tomo’yla, Yetvart Tomasyan’la beni Hrant tanıştırdı ve ona ilk sorumdu “Olmuş mu böyle bir şey?”

“Evet” demişti Tomo, “olmuş evet, anlatırım bir gün, hatta annemle tanışırsın, o anlatır.”

Bugün yarın derken görüşemedik Mari Hanımla, ama Tomo’yla dost olduk. Elini kolunu nereye koyacağını bilmez sevinçli telaşıyla “sevdim” dediklerini gün gelip bırakacaklardan değildi.

Hrant’ın ölümünden sonra daha da yakınlaştık ve on yıl önce bana bir kitap çevirmeyi önerdi. On dokuzuncu yüzyıl sonu ve yirminci yüzyıl başının en önemli Ermeni siyaset, bilim, tıp insanı, Osmanlı’nın saray doktoru Vahram Torkomyan’ın 1940’larda Fransa’da yayınlanmış anılarıydı çevirmemi istediği: “Unutulan Geçmiş.”

Çevirdim, teslim ettim. Ama haklıydı o sırada yayınevini yöneten Rober Koptaş; Ermenice kitapların anadilinden çevrilmemesi içine sinmedi, Tomasyan da hastaydı üstelik ve onun, eşi Payline’nin çeviriyi Ermenicesiyle karşılaştırarak okuması, Ermenice terimlerin, Fransızca’ya yanlış aktarılmış yerlerin düzeltilmesi uzun sürdü, zahmetli oldu. Nitekim kitabın Ermenicesi benim Türkçe çeviriden önce basıldı, yayınlandı Aras’ta.

Sorulara yanıt ararken

Sonra bir teşrik-i mesaimiz daha oldu Tomo’yla. Hrant’ın “Sabiha Gökçen Ermeni miydi?” sorusunun cevabını aramaya başlamıştım yukarıda çıtlattığım gibi. Okudum, Paris’te, Beyrut’ta, Basel’de, Londra’da kütüphaneler gezip taradım, görgü tanıklarıyla değil elbette ama o tanıkları tanıyanlarla konuştum ve daha önce Agos’ta ve başka yerde yazdıklarımla, yazarken kendimden, kendime dair kattıklarımla basbayağı bir kitap oluştu: “Sabiha Gökçen-Hatun Sebilciyan’ın peşinde, Hrant’ın izinde…”

Çalışmamdan ilk haberdar olanlardan biri 30 yıl sonra artık arkadaşım olan Nazar Büyüm’dü. Almanya Ermenilerinin ruhani lideri Sırpazan Karekin Bekçiyan’a ulaşmam da onun sayesinde oldu; Hatun Sebilciyan-Sabiha Gökçen dönüşümünün izlerini kilise kayıtlarında arama işini ona havale etti Nazar; can ciğer dostu ve Tıbrevank lisesinden arkadaşıydı. Ben de öyle tanıdım Bekçiyan’ı internetten yazışarak; henüz hastalanmamış, buralara dönmemişti. Patrik seçilmesinin önüne henüz taş döşenmemişti…

Yazıp bitirdiğimi ilk duyanlardan biri de yine Nazar oldu. Okudu, uzun notlar aldı ve beni bayağı silkeledi: “Çok uğraşmışsın, bunu ben de basarım ama önce dinle: Bir kere adını değiştir yazdığının, aramış ama tam bulamamışsın. İkincisi çok ağlamışsın, Hrant’ı her andığında salya sümük yerlere yayılıyorsun, toparlan…”

Dediklerini yaptım yapmadım, ama 2016 yaz sonunda ben Aras’ın kapısını çalarken yayınevi yeniden yapılanıyor, Tomo’yla Rober Koptaş’a Anna Turay, Arsen Yarman ve Osman Kavala da katılıyordu. “Basalım kitabı” dediler, ama önce Osman Kavala tutuklandı, koptu onlardan, ardından sanırım ötekiler de ayrıldı ve anlaşılacağı üzere kitap basılamadı…

Geçen nisanda, yani birkaç ay ancak oldu, İstanbul’da değildim, bir sabah telefon çaldı. Tomo’ydu. “Sana kötü bir haberim var” dedi sesini alçaltarak; “Nazar çok hasta, bilinsin de istemiyor. Sen de bilme. Biz bir Nazar Büyüm kitabı yapalım istiyorduk, ama o hep karşı çıkıyordu. Şimdi razı oldu, çünkü günleri sayılı, o da bunun farkında.”

Kitabı benim yapmamı istiyordu Nazar. Hrant’la ilgili yazdıklarım yine de aklında kalmış olmalıydı. Nitekim bir iki ay önce bir gece aramış, Agos’taki eski yazılarımı okuduğunu söylemiş, sormuştu: “Ne oldu kitap?”

Hemen cevap vermedim. Bir şeyler karıştırdım, internete, Nazar’ın yazılarına, onunla yapılmış söyleşilere baktım.

Sonra “Yapamam” dedim Tomo’ya. “Bunu yıllar önce ben önermiştim ona, ama yapamam.” Gerekçem: “Çok işim var bu ara.”

Öyle dedim, çünkü benim yapacağımı da aşanları çoktan yapmış, yazmış, söylemişti Nazar. Sonra evet, arkadaşımdı, ama yıllarca da patronum olmuştu, eşit ilişki kuramamaktan korktum onunla onu konuşurken; üstelik o hastayken, üstelik hastalığını benden bile saklarken. Soracağımı soramaz, almam gereken cevabı alamazken. Yığınla örneği olan ısmarlama bir kitap daha çıkardı; içine sinmez, bunu bana söyleyemezdi, ikimize de dert olurdu…

20 Kasım 2024 Çarşamba. Benim için çok tuhaf bir gündü. Agos’taki “Torkomyan’ın anıları Türkçe’de yayınlandı” başlığını okudum önce sevinçle internette; “nihayet” diyerek siteye girdiğimde de Nazar Büyüm ve Sırpazan Karekin Bekçiyan’ın hayatını kaybettiği haberini.

Tomo da yoğun bakımdaymış o sırada, öyle anlattı sonra Payline, arkadaşlarının artık bu dünyada olmadığını ona duyuramamışlar.

Şimdi Tomo da yok…

(Ayrıcı bkz: Hrant’ın, kayıp Ermeni yetimin peşinde- Alev Er)


Agos

Yorumlar kapatıldı.