İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Şair, ressam, yazar, hep sürgünde bir kadın: Etel Adnan

Bir ev, bir sokak, kent ya da ülke ne zaman ‘ev’likten çıkar? Ya da bir insan kendini ne zaman sürgünde hisseder? Köklerinden ayrılıp bir başka coğrafyayı yeniden ev yapmak mümkün müdür? Bu soruların cevabı Etel Adnan’ın hayatı ve sanatına tekabül ediyor.

Cennet SEPETCİ

İzmirli Rum bir anne ve Şamlı Osmanlı subayı bir babanın çocuğu olarak 1925 yılında Beyrut’ta dünyaya geliyor Etel Adnan. Köksüz kalmış, ortak bir din, dil ya da coğrafyaya sahip olmayan anne babanın tek çocuğu olarak Fransız sömürgesi altında, katolik kilisesinin dayattığı kültür ve dini eğitimle büyüyen, gün geçtikçe bu çok dillilik ve çok kültürlülükle bocalayan, kendine ve çevresine yabancılaşan deyim yerindeyse dilsizleşen bir kadın Etel Adnan.

Annesi Arapça bilmediğinden evin ortak dili Fransızca, Türkçe ve Yunanca da konuşuyorlar fakat zamanla giderek azalıyor. 15 yaşına geldiğinde ikinci dünya savaşının tüm cepheleriyle konuşlandığı Beyrut’ta öncelikle maddi sebeplerle okuldan alınıyor Adnan, ardından 16 yaşında Fransız Danışma Bürosu’nda işe başlıyor sekreter olarak. Bu dönemi ‘sosyal bir devrim’ olarak niteliyor Adnan. Savaşın gereklilikleri kadınlara bir iş olanağı ve evin dışında bir hayatın kapılarını açıyor. Üç yıl sonra da patronunun yardımıyla okula geri dönüyor, işe de devam etmek kaydıyla. Devamı Beyrut Edebiyat Yüksek Okulu.

“İşte orada hayatımın amacının şiir olduğuna artık kendimi inandırmıştım; karşı-meslek olarak, kişisel ve zihinsel özgürlük olarak ve edebi başkaldırı olarak şiir. Şiir bir devrime edebi bir yolculuğa dönüştü.” Lübnan’da Yetişip Şair Olmak isimli yazısında böyle anlatıyor o yıllarda şiirle olan ilişkisini.

1949 yılında da kendisine verilen bursu kabul ederek Fransa’ya gidiyor, Sorbonne’da felsefe eğitimi almaya başlıyor. Ardından Amerikaya göçüp Berkeley Üniversitesi’nde felsefe doktorasına başlıyor. Fransa’dayken Fransızca, Amerika’dayken İngilizce yazıyor. Şiirleri Arapçaya çevrilip Beyrut’ta yayınlanıyor. Fransızca yazdığı şiirlerin bir kısmı Arapça’ya çevrilince tüm anlamını yitireceğinden çevrilemiyor. işte o zaman dönüp etrafındaki şairlere bakıyor ve Arapça, Fransızca, İngilizce konuşulan vatanında hangi dilde yazarsa bir grubu mutlaka dışarıda bırakacağını fark ediyor. Bunca dilin konuşulduğu bir ülkede bir şair, halkının tamamına aynı anda seslenebileceği bir dil olmadığını görüyor. Hoş zaten Arapça yazmayı da bilmiyor.

ÜÇÜNCÜ DİL: RESİM

Resim, Amerika’da öğretmenlik yaptığı yıllarda çalıştığı okuldaki resim öğretmeniyle tanışması ve ona sanat felsefesi öğrettiğini söylemesiyle giriyor hayatına; resim yapmadan nasıl felsefesini öğretebilirsin?

Fransa’nın Cezayir müdahalesiyle Fransızcayla arası açılıyor Adnan’ın. Cezayir müdehalesi bir yandan da sömürge altında yetişmiş olduğunu idrak etmesine bu yüzden anadilinde kendini ifade etmekten uzaklaşmasına sebep oluyor. Böyle bir zamana tekabül ediyor Adnan’ın resimle karşılaşması.

Etel Adnan’ın resmi tüm fazlalıklarından arınmış, yalın ve canlıdır. Şiirlerindeki yüksek ses, resimlerinde tüpten çıktığı haliyle kullanılan renklerle çıkar karşımıza. Soyutlamalarla başladığı resimler zaman içerisinde gelişerek kaligrafinin de dahil olduğu resim ve yazının birlikte kullanıldığı leporellolara* dönüşüyor.

leporello örneği

SÜRGÜN

1972 yılında, annesi babası ölmüş ve Beyrut’ta kimsesi kalmamış olsa da geri dönüyor Adnan. “Her şeye rağmen Beyrut benim evimdi öyle ki temelli döndüğümü düşünüyordum” diye anlatıyor bu dönüşü ‘Yolculuk, Savaş ve Sürgün’de.

1975’teki iç savaşa dek Fransızca çıkarılan bir gazetede kültür sayfalarının editörlüğünü yapıyor. Savaşın başlamasıyla Beyrut yerle bir olmaya ve Beyrutlular da göç etmeye başlıyor. Böyle dönüyor Adnan, önce Fransa’ya sonra da bir eve ihtiyacı olduğunu fark ettiğinde Amerika’ya. Yabancı bir yer değil, daha önce uzun yıllar evi olmuş bir şehir Kaliforniya ama bu kez kendini sürgünde hissediyor Etel Adnan:

“Sürgünün derin anlamını keşfediyor- yaşıyordum. Sürgün, bir insanin kimliğini oluşturan canlı simgelerin şiddetle ve kendi tercihi dışında yitirmesi degilse neydi? Ve o anda, ben Beyrut’tan ayrılacağıma, Beyrut beni terk ediyordu ve bugün, bunun sonsuza dek böyle süreceğini biliyoruz. Bu defaki topyekûn, mutlak bir sürgün: Beyrut’taydım ve kentin kendisini var eden o çekirdeği koruyup bir daha asla normal olarak gelişemeyeceğini gözlemliyordum. “Yitik cennet” deyiminin anlamını abartısız biçimde anlıyordum.”

Bu sürgün anne- babasından başlayarak tüm hayatını gözden geçirmesine de sebep oluyor aslında. Onların sürgünlüğünden kendi sürgünlüğüne. Belki o zamana kadar hissetmediği ya da adlandırmadığı bir şeyi de fark ediyor bu mesaide; Bir Fransız sömürgesi olarak büyümek kişisel sürgününün başlangıcı. Bu düşünme mesaisi sadece kendini de kapsamıyor üstelik, tüm kuşağı aynı kaderi paylaşıyor; “Fiziki olarak ülkemizden ayrılmak durumunda değildik, ama en dikkat çekici boyutlarıyla onu terk ediyorduk.” diyor Beyrut’taki okulunu, aldığı eğitimi düşünerek.

Okyanusa Doğru (Gravür)/ Etel Adnan

SİTT MARİE ROSE

İç savaş yüzünden geçici bir süreliğine diyerek gittiği Fransa’da, okuduğu bir gazete haberinden yola çıkarak bir ayda yazıyor Sitt Marie Rose’u Etel Adnan. Gerçek bir hikayeye dayanıyor kitap.

Kitaba adını veren karakter Marie Rose engelli öğrencilere eğitim veren bir okulda öğretmenlik yapan iki çocuk annesi, toplum tarafından da fazlasıyla sevilen bir kadın. Öğretmenlik yaptığı okulun yanı sıra Filistinli mültecilerin kaldığı kamplarda ve onlara yardımcı olmak için kurulmuş derneklerde çalışıyor. Kampta çalışan Filistinli bir doktora da aşık oluyor. Bir zamanlar okul arkadaşları, mahalleden komşuları olan Hıristiyan milisler tarafından kaçırılıp işkence edilerek öldürülüyor. Fransa’da ve Fransızca yazıyor Adnan bu kitabı. Sürgün diye tabir ettiği iç savaş günlerinde ve sürgün, göç, bir sömürgede yetişmek üzerine çokça düşündükten sonra Fransızcadan uzaklaştığı onu bir edebi dil ve anlatım aracı olarak kullanmakla ilgili derdi olduğu bir dönemde Fransızca yazması garip geliyor önce, sonra şiirlerindeki alegorik dil ve yoğun metafor kullanımın, resimlerindeki naif ve canlı halin tam aksine, sert ve işlevsel bir dil kullandığını fark ediyorum. Oldukça propagandavari, yer yer nutuk atmaya, ders vermeye dönen diyaloglar dikkat çekici. Diyebiliriz ki bu diyaloglardan bazıları alınıp ufak tefek değişikliklerle mecliste bir Filistin oturumunda okunsa, sırıtmaz. Bir örnek vermek gerekirse, Münir’le Marie Rose sorgu odasında hangi tarafın düşman tarafı olduğu üzerine tartışırlar:

“Savunmasız konumda oldukları için. Sizler ava giderken, onların ozanları öldürülüyordu; siz Monte Carlo Rallisi’ni ve italya Grand Prix’sini düşünerek dağlarda deliler gibi dönenirken, siyasal önderleri yataklarında öldürüldü, kampları bombalanırken siz danstaydınız; Birleşmiş Milletler’in koridorlarında onların tarihi pazarlık konusu yapılırken, sizler bir gün onları sırtlarından hançerlemek için işgalcilerin yardımıyla gizlice silahlanıyordunuz”

Sitt Marie-Rose, Etel Adnan, 101 syf, Lemis Yayınları, 2023

Girişte savaş öncesi hallerini gösterdiği karakterlerin savaş içindeki halleriyle yüz yüze getiriyor Adnan bizi. ‘Bakın işte savaş bize bunu yaptı’ der gibi. Fawwaz Traboulsi’ye yazdığı bir mektupta her şey bittikten sonra Beyrut’a geri döndüğünde insanların yüzlerine bakarken ‘Birini öldürdün mü?; masum birini; emin misin?! Savaşta ne yaptın?’ diye sorgulayarak baktığından bahsediyor. İlk Fransa’da basılıyor Sitt Marie Rose, Lübnan’da yasaklanıyor.

‘Arap Kıyameti’, Etel Adnan, 88 syf., Metis Yayınları, 2012

İlk yaratıcı eserlerinin günah çıkarırken uydurduğu hayali günahlar olduğunu söyleyen Adnan, şiirle devam ediyor. Resim çok daha sonra, çok dilli ülkesinde herkese seslenemediğini fark ettiği ve sömürgecinin dilinde konuşmak üzerine çokça kafa yorduğu bir dönemde yeni bir dil olarak giriyor hayatına. Resimlerine baktığımda şiirlerini görebiliyorum, çıkardığı işler şiirlerinin resim diline çevrilmiş hali. Kendi dilinde okuyamayanlar için evrensel bir dile çeviriyor gibi resimleriyle şiirlerini. Peyzajlarına, manzaralarına baktığınızda Arap Kıyameti’nin bir kaç dizesini okuyabilirsiniz mesela. Şiirde ve resimde kullandığı dil ve üslup birbirine çok yakınken Sitt Mari Rose’da bir işlevsellik de söz konusu.

‘Arap Kıyameti’ kitabından

Sitt Marie Rose, dayandığı hikaye ve kullanılan dili düşünmek bana Goya’nın “Savaşın Felaketleri” serisini hatırlatıyor. 82 Gravürden oluşan seride Goya savaşın korkunçluğunu apaçık göstermektedir. Görünen o ki Sitt Marie Rose’da Etel Adnan’ın amacı da bu.

Savaşın Felaketleri serisinden (Gravür)/ Francisco Goya

Notlar:

(*) Akordiyon şeklinde defter, kitap.

Etel Adnan, Arap Kıyameti, Çev.: Serhan Ada, Metis Yayınları

Etel Adnan, Lübnan’da Yetişmek ve Şair Olmak, Haz.: Serhan Ada, Everest Yayınları

Etel Adnan, Yolculuk, Savaş, Sürgün, Haz.: Serhan Ada, Everest Yayınları

Etel Adnan, Şehirler ve Kadınlar Üzerine (Fawwaz’a Mektuplar), Haz.: Serhan Ada, Everest Yayınları

Etel Adnan, Sitt Marie Rose, Çev.: Ali Cevat Akkoyunlu, Lemis Yayın


Artı Gerçek

Yorumlar kapatıldı.