***Metinde yer alan görüşler yazar(lar)ına ait olup, HyeTert’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.***
|
Nilgün Cerrahoğlu
Golani’nin Şam’a yürüdüğü saatlerde, dünya TV ekranlarına kilitlenmiş olimpiyat töreni gibi Notre Dame Katedrali’nin açılışını izliyordu. Gayri resmi zirve görüşmelerine ve dünya liderlerinin buluşmasına ev sahipliği yapan katedral ışıklar içinde aydınlatılmış, açılış, uluslararası kanallarda canlı yayınla büyük bir şova dönüştürülmüştü. Siyasi çöküş içindeki Macron, itibar, popülarite kaybını dillere destan “katedral politikası” ile telafi etmek istiyordu. “Emevi Camisi ile ne alaka?” diyeceksiniz. “Aydınlanma” ve “laikliğin kalesi” bir ülkede, dini sembollerin araçsallaştırılması bu kerteye varmışsa varın hesap edin. “Katedral siyaseti” olur da “cami siyaseti” olmaz mı? Hiçbir şeye artık şaşırmıyoruz. Suriye depremi üzerindeki en çarpıcı değerlendirmelerden birine Ortadoğu uzmanı gazeteci Chris Hedges’in, MI6 diplomatı Alastair Crooke’le gerçekleştirdiği bir YouTube söyleşisinde rastladım. Vakit ayırabilirseniz söyleşinin tamamını izlemenizi salık veririm: “Chris Hedges Report: The Fall of Assad and What it means for the Middle East/Esad’ın düşüşü ve Ortadoğu için anlamı”… “Şu anda Suriye’yi derleyip toparlayacak ve bir ulus olmayı bir yana bırakın, toplum olma duygusunu yaratacak kalibre ve karizmada bir liderin çıkma olasılığı sıfırdır!” diyor özetle Crooke ve ekliyor: “Suriyeliler kendilerini bu nedenle toplumdan kopuk ve yalıtılmış hissetiklerinden, sade kendi başlarının çaresine bakmayı düşünürler.” İLBER HOCA HAKLI “Suriyeli gençler ülkelerinde savaşmak yerine neden Türkiye’ye akın ediyor?” diye yıllardır kendimize sorduğumuz bir soru vardı ya… Yanıtı işte bu: Uğruna savaşacak bir ülkeleri olmadığı için. Okan Bayülgen’in programında İlber Ortaylı ile Soli Özel arasında geçende bu bağlamda gergin bir tartışma yaşandı: Suriye diye bir ülke var mıdır? Yok mudur? Sonunda İlber Hoca yayını terk etti. İlber Hoca haklı. Bir toprak parçası üzerinde hasbelkader bir araya gelen insanlar, ülke olmaya, ulus olmaya yetmiyor. Ülke olmak için bir “kader birliği” ve “aidiyet” duygusu gerekiyor. O duygu Suriye’de yok. Hiç olmamış. Bundan sonra da olmayacak. Görmüş geçirmiş MI6 diplomatı Crooke’un anlattıkları bunlarla sınırlı değil. Obama yıllarında çok büyük bir paradigma değişikliği yaşandığına işaret ediyor Crooke. “O zamana dek, oryantalist gözle de olsa” diyor deneyimli istihbaratçı: “Bölge ülkelerine bakışımız, ‘kurumların inşası’, ‘iki devletli çözüm’ vs. gibi seküler mercekle şekilleniyordu. Obama CIA’ye birden bire Esad’ı devirmek emrini verdi. Ve seküler bakış, paradigma değişikliği ile yerini dini sembollerin öne çıkarıldığı şablona bıraktı. Yeni şablon bundan böyle El Aksa’ya karşı Temple Mount/Haremü’ş Şerif’i koymak olacaktı.” ABD’nin İran karşıtı Sünni eksen ve cihatçılarla al gülüm ver gülüm ilişkilerinin beslenmesi… Bu Obama’nın “Esad devrile!” fermanı ile başlıyor. Siyasi söylemin tüm köşe taşları seküler içerikten giderek arınıyor ve yekten dini kavramlara, sembollere abanan bir yapıya dönüşüyor. İSRAİL VE JEOPOLİTİK PONZİ Sade bölgenin Müslüman ülkeleri değil, “Ortadoğu’nun biricik Batı demokrasisi”(!) İsrail de paralel doğrultuda gitgide dinsel buyrukların güdümüne giriyor. “İsrail’in burnunun dibinde cihatçı bir devlet kurması yararına mı?” şeklindeki soruya Alastair Crooke, “Bu çok rasyonel bir soru” diyerek yanıt veriyor ve devam ediyor: “İsrail’de geçen yıl (iç işleri ve şimdi din işleri bakanı olan) ultra dinci Malchieli’nin kabineye katılmasıyla çok şey değişti. İsrail, 70’lerde, 80’lerde bildiğimiz seküler İsrail değil. Netanyahu her geçen gün daha otoriter oluyor ve Malchieli türü bakanlar, Avrupa kökenli seküler Yahudilerini tümüyle saf dışı bırakmak istiyorlar. Kafalarında Eski Ahit’e dayalı proje var: 1. Vaat edilen topraklarda büyük İsrail’i kurmayı 2. Halaha emirlerini/yasalarını, Yahudi şeriatını uygulamaya sokmayı amaçlıyorlar. Bu epistemolojik değişim çerçevesinde mantıklı mı, değil mi gibi sorulara yer yok. Rasyonel argümanlardan söz etmek tamamiyle yersiz. Ortada vahiy addedilen bir vizyon var. Kendilerini o vizyonu yerine getirmekle yükümlü hissediyorlar. Akılcılıkla ilgisi olmayan bir ‘magical thinking/sihirli düşünce’ye kapılmış durumdalar. Buna jeopolitik bir Ponzi oyunu kafası da diyebiliriz. Gazze’yi silmeyi, Lübnan’ı, Hizbullah’ı tepelemeyi, orayı burayı bombalamayı kendilerine zafer addediyorlar. Bu ‘sihirli düşünce’nin vardığı son noktada, bir provokasyon yaratmak suretiyle ABD’yi ikna edip İran’a savaş açmayı hedefliyorlar. Ponzi planı nasıl bir noktada iflas ederse, İran’la savaş ta tam öyle büyük bir badire olur. Ama İsrail de bunun bugün soğuk kanlı değerlendirmesini yapacak bir ortam yok. sadece Eski Ahit ve vahiy vizyonu geçerli.” 21. yüzyılın ilk çeyreği bitmek üzere. Geldiğimiz yere bakın: Notre Dame döneminin ortaçağ kafası. |
Yorumlar kapatıldı.