Üç yıl önce bugün kaybettiğimiz Soykırım Karşıtları Derneği’nin kurucusu Ali Ertem’i anarken Suriye’den yeni soykırım tehdidi haberleri geliyordu…
Bugün Türkiye çıkışlı göçün en bilinçli ve mücadeleci mensuplarından, Soykırım Karşıtları Derneği’nin kurucusu Ali Ertem’i kaybedişimizin üçüncü yıldönümü… Cumartesi akşamı, Anadolu toprağının yetiştirdiği bu müstesna şahsiyeti anmak, verdiği mücadeleyi ve yarattığı kuruluşu daha iyi tanımak üzere Belçika Demokrat Ermeniler Derneği’nin düzenlediği toplantıda bir araya geldik.
Ali Ertem de, aynı yıl kaybettiğimiz Doğan Akhanlı gibi, sadece Türkiye’nin demokratikleşmesi ve halklarımızın özgürlüğü için değil, aynı zamanda Osmanlı’dan beri işlenen ve de cumhuriyet rejiminin görece “demokratikleşme” dönemlerinde dahi sistematik şekilde sürdürülen soykırım ve pogromların tanınması için yılmaksızın mücadele veren yoldaşlarımızdandı.
Kendisiyle Avrupa’nın çeşitli kentlerinde soykırım inkarcılığına karşı düzenlenen toplantılarda beraber olmuş, deneyimlerimizi, öğrendiklerimizi paylaşmıştık. Dahası, 2017 yılında sevgili eşi ve mücadele arkadaşı Selay Ertem’le birlikte Güneş Atölyeleri’ni ziyaret ederek arkadaşlarımızla tanışmış, soykırım inkarcılığına karşı mücadelenin yeni perspektifleri üzerine önerilerde bulunmuştu.
Ali Ertem 1950 yılında, Ş.Koçhisar ilçesinin Göllü köyünde dindar bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş, ilk eğitimini Kuran kurslarında gördükten sonra orta öğrenimini büyük kentlerde tamamlamış, uzun süre çeşitli işyerlerinde çıraklık yapmıştı. 1964 yılında Ruhr Maden İşletmesi’nin bir ilanı üzerine elektrikçi, tornacı ve madenci çırağı eğitimi görmek üzere Almanya’ya gelmiş, üç buçuk yıllık bir eğitimden sonra göçmen işçi yaşamına başlamıştı.
GÖÇMEN ALİ ERTEM’İN SOYKIRIM GERÇEĞİNİ TANIMA SÜRECİ
Ali Ertem, sol harekette ve soykırımın inkarına karşı mücadelede yer alışını, Heide Rieck-Azad Ordukhanian’ın yazdığı “Havadaki kökler: soykırım ve yaşam izleri” adlı kitapta şöyle anlatmıştı:
“Hayatımın en büyük değişikliklerini Girondelle 78 – Bochum adresindeki öğrenci yurduna taşındıktan sonra yaşamaya başladım. Solculuk hayatım, Ruhi Su, Aşık İhsani, Aşık Mahsuni Şerif gibi halk ozanlarını dinlemekle, Nazım Hikmet, Hasan Hüseyin, Bertold Brecht gibi şairleri okumakla başladı. Dini inançtan radikal bir kopuş yaşadım. Ortak mutfağımızda Mihran Dabak’la aramızda geçen bir tartışmayı, Türklerin Ermeni halkını soykırımdan geçirdiği ‘suçlamasını’ hazmedebilmenin yıllarımı alacağını aklımın ucundan bile geçirmemiştim. Onlarca yıllık solculuk hayatımda birçok yeni bilgiler edinmeme, Marksizm’in temel eserlerinin azımsanmayacak kadarını okumama, Rusya, Çin, Arnavutluk, Küba devrimci hareketleri tarihini başkalarına bile ‘anlatacak’ kadar öğrenmeme rağmen, kendi yakın tarihimizin kara cahili olduğumu çok geç fark ettim.
“Bu gerçeğin farkına vardığım andan itibaren içinde çalıştığım sol partinin insanlığa karşı işlenmiş soykırım suçları ile yüzleşmesi talebinde bulunduğum günlerde henüz tam bir düşünce berraklığına sahip değildim. ‘Önder’ yoldaşlar, bu meselenin çözülüp tarihe karıştığını, artık ne soykırımın ne de Ermeni meselesinin sınıf mücadelesi önünde engel teşkil etmediğini, bütün sorunların çözümü olan devrim mücadelesine konsantre olmamız gerektiğini, tarihin tekerleğini tersine çevirmeye kalkışmanın gericilik olduğuna vurgu yaparak konuyu kapattılar. O andan itibaren kafamı kumdan çıkarmanın, sabırla öğrenmenin ve gerçek kimliğimle savunduğum düşüncelerin arkasında durma zamanı geldiğini düşünüyordum. Tek başıma da olsa önümde duran zor bir sürece hazırlanmam gerektiğinin farkındaydım.
“Ermeni soykırımını araştıran eserleri incelemeye başladım. Johannes Lepsius, Yves Ternon, Fridtjof Nansen, Vahakn Dadrian, Franz Werfel, Tessa Hofmann, Wolfgang Gust vs. daha birçok araştırma, makale, biyografi, bu konuda ufkumun açılmasına vesile oldular. Konuya dair Alman devrimcilerinden, özellikle de Holocost’a ve Yahudi düşmanlığına karşı mücadele konusunda çok değerli bilgiler edindim. 24 Nisan’larda düzenlenen anma toplantılarını, yapılan konuşmaları, somut talepleri dikkatle izledim. Her defasında beni motive eden yeni bilgiler edindim. 20 yıllık vicdani muhasebe sürecinde kendi vicdanımda çözmediğim bir konuda, hiçbir kimseden bir şey beklemeye hakkım olmadığını öğrendim.”
İşte bu kararlılıkladır ki Ali Ertem ve arkadaşları 26 Eylül 1998’de bir toplantı yaparak Soykırım Karşıtları Derneği’ni kurmuşlardı… SKD 26 yıldır soykırım inkarcılığına karşı mücadelesini yaptığı yayınlar, yayınladığı bildiriler, örgütlediği ya da katıldığı toplantılarla hiç ödün vermeksizin sürdürüyor.
Geçtiğimiz hafta Güneş Atölyeleri’nin 50. kuruluş yıldönümünü kutlama gecesinde bizimle birlikte olan Ermeni dostlarımızın, iki gün sonra Ali Ertem’in eşi Selay Ertem ile üç mücadele arkadaşının daha Brüksel’e gelerek onu ve mücadelesini tanıtacaklarını müjdelemesi, bizim için en değerli yıldönümü armağanlarından biri oldu.
Nerdeyse 40 yıldır Brüksel’de, Asuri ve Kürt arkadaşlarla olduğu gibi kendileriyle çok kapsamlı bir mücadele birlikteliği içinde olduğumuz Ermeni dostlarımızın Zaventem hava alanı yakınlarındaki yeni lokalinde Selay Ertem, yazar Mesut Ethem Kavallı, Erhan Gündüz ve Döne Gündüz ile bir araya geldik, bizleri Ali Ertem’in kişiliği, Soykırım Karşıtları Derneği’nin kuruluşu ve mücadelesi konusunda bilgilendirdiler.
Mesut Ethem Kavallı, ayrıca, Ermeni ve Pontos soykırımları konusunda yazmış olduğu “Geçmişle Yüzleşirken – Eksik Kalmış Hikayeler” ve “Seni Ararken” adlı kitaplarının tanıtımını yaptı.
Belçika Demokrat Ermeniler Derneği yöneticileri Dr. Bogos Mouradian ile yazar Hovsep Hayreni, sadece soykırımların tanınması konusunda değil, insan haklarına saygı ve halkların eşitliğini savunmayı amaç edinmiş tüm demokratik güçlerle dayanışma konusunda Soykırım Karşıtları Derneği ile tam bir görüş birliği içinde olduklarını vurguladılar.
Gecenin açılışında duduk virtuözü Vartan Hovanissian ile Devrim Kavallı’nın Ermeni ezgilerinden oluşan dinletisi gerçekten büyüleyici idi.
Gecenin en duygulandırıcı anlarından birini de, Ermeni ressam-heykeltraş Nerses Vardanyan’ın eseri olan Ali Ertem tablosunun Bogos ve Hovsep tarafından Soykırım Karşıtları Derneği yöneticilerine teslim edildiği sırada yaşadık.
HÜZÜNLÜ VE COŞKULU GECEYE HALEP’TEN DÜŞEN KARA HABERLER…
Bu müstesna gecede program arası ermeni dostlarımızla sohbet ederken gözlerimiz bittabi art arda cep telefonlarının ekranlarına düşen Suriye haberlerindeydi… Haber ajansları cihatçı grup Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) ile Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu (SMO)’nun ülkenin ikinci büyük şehri Halep’in “büyük bölümünü” ele geçirdiklerini duyuruyordu.
Aynı kaynaklar, Suriye Milli Ordusu (SMO)’nun, fırsattan yararlanarak Suriye’de omurgasını Kürt güçlerinin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG)’ye de saldırdığını haber veriyordu…
Dahası, Halep nüfusunda hem sayısal, hem de nitel olarak önemli bir yer tutan Ermeniler, bu İslamcı ve Türk ırkçısı terörist saldırı ve işgal karşısında yeni bir soykırımın kurbanı olmamak için kenti terketmeye hazırlanıyorlardı.
Bu haberleri izlerken belleğim beni önce Ankara’nın emrindeki Suriye Milli Ordusu (SMO)’nun dört yıl önce Yukarı Karabağ’ın Azerbaycan Ordusu tarafından işgali sırasında Türk birlikleriyle beraber Ermeni kırımı operasyonuna katıldığı günlere götürdü.
Eve dönüp bilgisayar başına geçer geçmez, tam 109 yıl geriye giderek Halep’in 1915 soykırımında canlarını kurtarabilmiş Ermeni Ulusu için “yeni vatan”larının en önemlilerinden biri olduğunu araştırdım. Ne acıdır ki, Halep’in Ermeni’leri, üzerinden tam bir asır geçtikten sonra Suriye’de İslamcı fütuhat başlayınca “soykırım”a uğramamak için bu yeni vatanı terketmeye başlamışlardı.
Türkiye’deki Ermeni Soykırımı’nın en son kurbanlarından sevgili Hrant Dink’in eseri olan Aras Yayıncılık, daha 6 yıl önce, “Halep’ten kaçan Ermeniler için yaşanılanlar ikinci bir soykırım” başlığı altında yayınladığı uzun bir yazıda şöyle diyordu: “Suriye savaşının derinden etkilediği bir toplum da Ermeniler… Yüzyıl önceki soykırımdan kaçmayı başarabilmiş, yaralarını sarmak için Halep’te yeni bir yaşam kuran Ermeniler, Suriye savaşıyla tarihi tekrar yaşıyorlar. Yurtlarını yeniden terk etmek zorunda kalan Ermeniler ya Ermenistan’a ve Lübnan’a ya da Batı ülkelerine gitmeyi tercih ediyorlar. Rotalarında sınırın diğer yanı başında bulunan Türkiye ise yok. Çünkü Türkiye onların tarihi açısından bambaşka bir yaraya dokunuyor. Aile köklerinin bulunduğu topraklar onlar için sadece soykırım hafızasından başka bir şey ifade etmiyor.”
Yazıda, Halep’ten kaçan ve Ermenistan’a giden Ermenilerle yaptığı söyleşileri “Halepsizler” adlı kitabında toplamış olan gazeteci Serdar Korucu ile uzun bir söyleşi yer alıyor.
Aslında, Ermenilerin Suriye’de 11. yüzyıla kadar uzanan köklü bir geçmişi bulunuyor. Selçukluların Ermenistan’ı işgalinden kaçanlar Suriye’nin kuzeyine yerleşerek Antakya, Halep ve Antep’te mahalleler kurmuşlar. Kilikya Ermeni Krallığı’nın çöküşü, 14. yüzyılın başlarında kuzeydeki Halep şehrine yeni bir nüfus akını getirmiş.
Türkiye’eki 1915 Ermeni Soykırımı’ndan kurtulanlar Suriye’nin doğusundaki Deyr El Zor çöllerine sürülmüş, çoğu orada can vermiş, hayatta kalabilenlerin bir bölümü Lübnan’a, Mısır’a veya Batı’ya göç ederken, binlercesi de ülkenin ticaret merkezi olan Halep’e, aynı zamanda başkent Şam’a ve kuzeydeki Haseke, Rakka ve Lazkiye vilayetlerine yerleşmişler. Sadece Halep’te, Suriye Ermeni toplumu ve tüm Orta Doğu Diasporası için önemli bir öğrenim ve kültür merkezi olan dokuz okul açılmış. Dini ve etnik bir azınlık olmalarına rağmen Ermeniler Suriye Parlamentosu’nda temsil edildikleri gibi, ülkenin toplumsal yaşamının her alanında var olagelmişler.
1915’TEN 109 YIL SONRA YENİ SOYKIRIM TEHDİTLERİ
Suriye’nin Ermeni halkı, geçen yüzyıl Türkiye topraklarında atalarını katledip sürgüne zorlayan Soykırım’ın yeni versiyonlarına günümüzde hem Kafkasya’da, hem de Suriye’de hedef olmakta.
Ermenistan’a göç etmek zorunda kalmış Ermenilerle görüşen gazeteci Serdar Korucu onların son gelişmeleri neden “İkinci Soykırım” olarak nitelediklerini Aras’taki söyleşisinde şöyle anlatıyor:
“Bu durumu ‘soykırım’ olarak düşünmeleri çok doğal. Böyle hissetmeleri çok normal. Çünkü yüzyıl önce yaşanan soykırım süreci onlarda öyle bir iz bırakmış ki başlarına gelen her felakette akıllarına bu geliyor. Bunun bir örneğini İstanbul’da 6-7 Eylül olaylarında da görebiliyoruz. O zaman da Ermeniler bu yaşanılanları “soykırım” olarak nitelendiriyor. Çünkü hissedilen ilk şey soykırımın geri geldiği. Bunun bir nedeni büyük bir travma yaşamış olmaları. Soykırımı hissetmelerine neden olacak çok fazla done var. 2015’te Ermeni Soykırımı’nın 100. yıldönümünde Der Zor’daki Ermeni Soykırım Anıtı’nın IŞİD tarafından yıkılmış olmasıyla kendilerine karşı büyük bir tehdit olduğunu çok açık bir şekilde anlıyorlar.
“Mesela savaş sırasında Ermeni mahallesi sınır haline gelmişti. Muhalif gruplarla Esad güçleri arasında Ermeni mahallesi var. Atılan her bomba Ermeni mahallesine düşüyor. Bundan zarar gören kiliseler oldu, binalar oldu, çok fazla ölüm oldu. Bunun doğal olarak insanlarda bıraktığı bir travma var. Bu nedenle bunu soykırım olarak düşünmeleri çok normal. Soykırımın savurduğu, yerlerinden ettiği Ermeniler bunlar. Yaşam dürtüsü ve şanslarıyla hayatta kalmışlar. Bu ailelerin ilginç yanı, soykırım hafızasıyla büyümüş olan çocuklarının ve torunlarının yeniden bunları yaşamış olması. Bu zaten yeniden soykırımı hatırlatıyor.”
Ermeni Ulusu’nun bu yeni dramını sizlerle paylaşırken, Halep’teki Ermeni Piskoposluğu’nun pazar günü kiliselerde ayin yapmama kararı aldığı ve Ermeni halkına sokağa çıkmama uyarısında bulunduğu haberleri geldi…
Ve de Nouvelles d’Arménie sitesinde, Adalet ve Demokrasi İçin Avrupa Ermeni Federasyonu (FEAJD)’nin kurucu başkanı, sevgili dostumuz Hilda Tchoboian’ın çığlığı: “Nasıl söylesem, bilemiyorum. Suriye’de yaşayan tüm Ermeni toplumu, akla gelebilecek tüm korkunç sonuçlarıyla birlikte, cihatçıların eline düşmekte, tüm bu olup bitenler “sıradan bir sorun” gibi algılanmakta… Doğup büyüdüğüm Halep’te düzenli ordu, teröristler ilerlerken sivilleri savunmasız bırakarak çekip gitti… Ermeni Konsolosluğu toplumun liderlerine haber dahi verilmeden tahliye edildi. Ermeniler evlerine hapsolmuş bekliyorlar, ama neyi? Türkiye’nin yakını kana susamış cihatçıların kendilerini boğazlamasını mı? Korku yine her yerde ….”
Evet, 1915 Soykırımı’ndan 109 yıl sonra Türkiye’nin güeyindeki ve doğusundaki coğrafyalarda Ermeni dostarımız yeni soykırımlar tehdidi yaşıyor.
Güçbirliği içinde olduğumuz tüm demokratik kuruluşlar gibi, Soykırım Karşıtları Derneği’ne de, Belçika Demokrat Ermeniler Derneği’ne de mücadelelerinde başarılar diliyorum.
https://artigercek.com/makale/ermeni-dostlarla-bir-huzun-cosku-ve-endise-gecesi-324842
İlk yorum yapan siz olun