Kendisi de İstanbullu bir Rum olan Dr. Kornilia Çevik Bayvertyan’ın Paros Dergisi’nde ‘Yüzler ve İnsanlar’ başlıklı röportajlarının bir araya getirilmesiyle oluşturulan ’21. Yüzyılın İstanbul’unda Rumlar’ adlı kitabı, Paros Yayıncılık etiketiyle okurlarıyla buluştu. İki ciltten oluşan bu kitap, sözlü tarih çalışmalarının da bir örneği aynı zamanda.
Daha yakından bakmak istersek, sözlü tarih çalışmaları, kendileriyle görüşülen kişilerin hayat hikayelerine dayanır ve onların insan tiplerine, sosyal yapılanmalarına, hayat boyunca yaptıklarına ve yap(a)madıklarına, problemlerine ışık tutar. Sözlü tarih çalışmalarına röportajları yapan kişi ve bu tür çalışmaların okurları açısından bakıldığında da, yine bu tür çalışmalar, geçmişi açığa çıkarırken geleceği kurmak için de onlara yol gösterir. Dahası, sözlü tarih çalışmaları, okurlarının yere ve zamana bağlı aidiyet duygusunu geliştirerek onların “ortak kimlik” olgusuna hem duygusal olarak hem de düşünsel olarak katkı sağlar. Böylelikle, aslında, kendileriyle görüşülen kişilerin hayat hikayelerine dayanan sözlü tarih çalışmaları, yabancılaşmanın da önündeki engelleri kaldırarak toplumun hemen hemen bütün bölümlerine uzanır ve “birleştirici” bir zeminin oluşabilmesine katkıda bulunur.
Aynı zamanda sözlü tarih araştırmacısı da olan Bayvertyan’ın ’21. Yüzyılın İstanbul’unda Rumlar’ adındaki kitabı, işte bu sözlü tarih çalışmalarının İstanbul’daki Rum topluluğuna uygulanmasının bir örneği aslında. İki ciltten oluşan bu kitap, oldukça geniş bir yelpazede İstanbullu Rumları ve diasporasını odağına alıyor. İstanbullu Rum topluluğunun üyelerinden felsefeci, psikolog, masalcı, yazar, oyuncu, akademisyen, şef, doktor, gazeteci, öğretmen ve daha başka pek çok meslek alanlarından kişilerin Bayvertyan’ın oldukça ayrıntılı sorularına verdikleri cevapların toplamından oluşan röportajların gözlerimizin önüne serildiği kitapta, İstanbullu Rum topluluğunu tanıma olanağını yakalıyoruz. Kitap boyunca, röportaj yapılan kişilerin hayat hikayelerinin izini sürerken bir yandan onların çizdikleri hayat yolları hepimize de yol gösteriyor.
”HER ŞERDE BİR HAYIR VAR’ DEMEYİ ÇOK ERKEN YAŞTA ÖĞRENDİM’
Kitapta Prof. Dr. İoanna Kuçuradi, İstanbullu bir Rum kadın felsefeci ve akademisyen olarak karşımıza çıkıyor örneğin. Kendisiyle yapılan röportajdan etnik kökeni ne olursa olsun bir insanın vatanının doğup büyüdüğü yer olduğunu ve bunun için de kafalara düşmanlık sokulmaması gerektiğini ama sokulmuşsa da, eğitimle ve düşündürülerek bu düşmanlıktan çıkılabilmesi için onlara yardım etmenin gerekliliğini öğreniyoruz. Kuçuradi, ayrıca, olabildiği kadar çok sayıda insana insan haklarına dayalı bir düzen kurabilmeleri için de yardım etmenin önemli olduğunun altını çiziyor. Dolayısıyla, bu konuda eğitimini tamamlamış kişilere ihtiyacımızın olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz.
Aslında her satırında öğrenebileceğimiz çok şey saklı olan bu röportajda Kuçuradi, “Her şerde bir hayır var” demeyi çok erken yaşta öğrendiğini de dile getiriyor ve sözlerine şöyle devam ediyor: “(…) Karşılaştığınız bir güçlüğün üstesinden gelince, daha da güçlü oluyorsunuz. İnatla umutluyum. Bu umudun kaynağı, değer bilgisi ve şimdi birçoğu benim gibi beyaz saçlı olan öğrencilerimdir. Bu çabalarla dünyayı cennete dönüştüreceğimizi düşünmüyorum. Ama daha çok sayıda insanın, insana yakışır şekilde yaşayabilmesinin olanaklı olduğunu düşünüyorum.”
Röportajın tamamı dikkatle okunduğunda, Kuçuradi’nin hayat hikayesi hakkında birçok ipucu daha okuruyla buluşmayı bekliyor. Öğrencilerinden ben de, bu yazımda daha fazla ipucuna yer vermeyip olabildiği kadar çok sayıda insanı kitapla buluşmaya davet ediyorum.
- Yüzyılın İstanbul’unda Rumlar, Kornilia Çevik Bayvertyan, 492 syf., Paros Yayıncılık, 2018.
‘BİZİM HEM MENŞEİMİZ HEM MESLEĞİMİZ BİRÇOK SENARYO YARATMAYA AÇIK’
Şef Maria Ekmekçioğlu da gastronomi alanında dersler veriyor ve aynı zamanda yine bu alanla ilgili kitapları var. Özellikle Rum mutfağının ülkemizde önde gelen temsilcilerinden Ekmekçioğlu, yemek yapmayı annesinden, anneannesinden ve kayınvalidesinden öğreniyor. Bir anlamda, onlar kendisine el veriyor. Dahası Ekmekçioğlu, bu röportajı verdiği sıralarda yeni bir kitap yazdığını belirtiyor ve kitabında büyükannesini anlatırken kendisinden bir “büyücü” olarak söz ettiğini dile getiriyor. Bunun nedenini de o zamanlardaki yaşıyla da bağlantısı içinde şöyle açıklıyor: “(…) küçük yaştaki aklımla gözümün önünde, kocaman tencerelerin-kazanların içine gömülmüş bir kadın bana bir büyücüyü anımsatırdı. O kazanların içerisinde reçeller pişerdi.”
Başka bir yandan, Ekmekçioğlu, süngerci, Girit’te yaşayan, anne-baba ve üç kızdan oluşan bir ailenin farklı bölgelere göçmek durumunda kalmasının beraberinde getirdiği hikayesini anlatıyor ve Girit’te yaşayan kızın restoranında da bulunabilme olanağını yakaladığı için sözlerine şunları ekliyor: “(…) Bu şekilde birçok hikâye mevcut. Bizim hem menşeimiz hem mesleğimiz birçok senaryo yaratmaya açık. El ele verirsek kültürel mirasa katkımız olacak çalışmalarda bulunabiliriz. Bu durumu değerlendirmemiz lazım.”
Uzun yıllar Selanik’te yaşayan Ekmekçioğlu’nun aile üyelerinden annesini, ağabeyini, büyükannelerini ve dedelerini erken yaşlarda kaybettiğini yine bu röportajından öğreniyoruz. Kaybettiği yakınlarıyla ilgili şunları dile getiriyor Ekmekçioğlu: “(…) Ancak yemek aracılığı ile anılarını yaşatmış sayılırım. Ağabeyimi anımsadığımda onun sevdiği bir yemeği yapardım mesela. Benim soframda sembolik olarak, anneme, babama, ağabeyime ait her daim fazladan bir sandalye ve bir tabak vardır. Hatta bazen çok sayıda misafirim olup da sandalyeye gereksinim duyduğumda, yine boş bir tabak daima bulundururum.”
Hem Türk hem de Rum mutfağına ait yemekleriyle ünlenen Maria Ekmekçioğlu’nun hayat hikayesine daha yakından bakmak isteyenler, kitapla buluştuklarında daha fazla ipucu bulabilecekler.
‘ÇOCUKLUĞUM SOKAKTAKİ ÇOCUKLARA, OKUDUĞUM VE DİNLEDİĞİM MASALLARI ANLATMAKLA GEÇTİ’
Son olarak, biraz da, öğretmenlik mesleğinin duayenlerinden ve neşesiyle, pozitif enerjisiyle gençlere aynı zamanda “iyi yaşam” dersi de veren Sultana Abacı’nın hayat hikayesine kulak verelim mi?
Yıllarca Rum okullarında öğretmenlik yapan Sultana Abacı’ya aslında bir “masalcı” da diyebiliriz. Çünkü, bol bol kitap okuyan Abacı, şunları söylüyor Bayvertyan’a verdiği bu röportajda: “Küçüklüğümden itibaren çok okurdum. Çocukluğum sokaktaki çocuklara, okuduğum ve dinlediğim masalları anlatmakla geçti. Eve gitme vakti geldiğinde, eğer masal bitmemişse çocuklar arkamdan ağlardı.”
Öğretmenliği sevgiyle, bütün benliğiyle yaptığının ve dünyanın temelinin sadece “sevgi” olduğuna inandığının da altını çizen Abacı, “Öğlenden sonraları ders yapmazdım. Daha çok eğitici faaliyetlere ağırlık verirdim. Şarkılar öğretir, hikayeler anlatırdım. Masal ve hikâye çocuğun hayal gücünü besleyen faktörlerdir” diyor ve daha başka pek çok şeyi de hepimize hem anlatıyor hem de öğretiyor röportajıyla.
’21. Yüzyılın İstanbul’unda Rumlar’, daha pek çok hayat hikayesiyle okurlarını buluşturmak için hepimize göz kırpıyor. Ben örneklerimi daha fazla çoğaltmayayım; siz kitapla buluşun öyleyse.
Yorumlar kapatıldı.