İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

“Bir dara düşsen adada…”

ÖZGÜR KAYMAK

Maple röportajını dosyadan çıkartıp tekrar okumak için elime aldığımda fark ettim ki en son 5 Ekim 2023’de güncellemişiz, o hafta yayınlamak üzere. 7 Ekim’den itibaren içine girilen savaş süreciyle birlikte Avlaremoz’un da yayın takvimi değişmek zorunda kalınca, 10 ay gecikmeyle sizlerle paylaşıyoruz. Yaza girerken biraz da hepimize umut vermesi amacıyla…

Röportaja geçmeden ufak bir notumuz var: İstanbul’un en özel kültürel ve doğal miras alanlarından biri olan Adalar’da, yerel halkın bu mirası koruma taleplerinin seçilmiş yerel yönetimlerce dikkate alınmasını ve karşılanmasını bekliyoruz. Ada’larda kedinin, kirpinin, martının, tüm canlıların önünü kesen azmanbüslere değil, daha çok bisiklete, özgürce yürümeye ve nefes almaya ihtiyacımız var.  Evet şimdi sıra, 10 aylık aranın ardından yeniden açtığımız Ada dosyamızın son röportajında…

“Bir dara düşsen adada, illa ki gider birinin kapısını çalarsın” 

Büyükada’nın ilk yeni nesil kahvecisi olarak 2021 yazında açılan ve diğer adalara da ilham olan Maple. Eski fayton meydanı, şimdilerde ise otobüs durağının bulunduğu alanda konumlanan bu keyifli mekan, “adaların ne kadar bozulduğu” söylemine karşı adanın özgün dokusunu, rengini koruyarak, adaya uyumlanarak bizlere yeni bir alan açıyor. Çocukluk ve gençliğimizde fayton beklerken çokça vakit geçirdiğimiz sonrasında ise uzaklaştırıldığımız bir alanda oturup kahve içeceğimi, eskiden Saat Kulesi’nde randevulaşırken şimdilerde bir başka yerde, Maple’da buluşulacağını, sayesinde yeni adalı dostlar kazanacağımı hiç tahmin edemezdim. Akasya’yı ailesinden devralıp ortağı Ramazan ile beraber işleten Züleyha bu sefer de Ramazanla Maple’ı Adaya kazandırdılar. Züleyha ve Ramazan dükkanın kuruluş sürecini, adada esnaf olmanın tadını ve zorluklarını, adanın onlar için nasıl vazgeçilmez olduğunu bizlerle paylaşıyorlar.   

Özgür: Maple’in doğuşuna gelene kadar sizleri kısaca tanıtalım okuyucularımıza. Adada yaşamak üzerine konuşalım biraz… 

Züleyha: 1981, Büyükada doğumluyum. Hemen arka sokakta büyüdüm (23 Nisan Caddesi). Bir süre karşıda, Bostancı’da çalıştıktan sonra tekrar adaya döndüm. Adada Dia market vardı, hem Çınar’da hem Çarşı’da. Orayı bir süre kuzenimle beraber işlettik. Kuzenimi kaybettikten sonrası zor bir süreçti benim için. Bir süre gene karşıda aksesuar işinde çalıştım, ama bu süre zarfında hep adada yaşadım.  

Ö.: Hiç şehirde yaşamak istedin mi, deneyimin oldu mu? 

Z.: Adalılarda bu istek vardır. Aslında adada oturan kızlarda vardır bu, “evlenince ben karşıda yaşayacağım!” kafası.   

Ö.: Bununla hiç karşılaşmamıştım! Bu acaba adada sürekli yaşamanın getirdiği (herkes için geçerli değil tabii ki) kapalılık, sıkışmışlık duygusundan kaynaklı olabilir mi? 

Z.: Özellikle kız çocukları için şöyle bir zorluğu var sürekli adada oturmanın. Eğer burada doğup büyüdüysen ve ailen köklü bir esnaf ise sen tanımasan bile herkes seni tanıyor. Aslında sen yanlış bir şey yapmasan da her bir şeyine ekstra dikkat ederek gezmek zorunda kalıyorsun. Bu da bir süre sonra insanı çok yoruyor. “Evlenirsem adadan giderim” diyordum, çünkü o zaman ailelerin kafa yapısı bugünkü kadar modern değildi. Ama şimdi sorsan asla, ada olmadan yaşayamam.  

Ö.: Adada büyümenin toplumsal cinsiyet boyutuna dikkatlerimizi çektiğin için ayrıca teşekkürler. Cemaatler arası dedikodu, adanın mikro bir coğrafya olmasından kaynaklı iletişim ağının çok hızlı çalışmasını konu ederiz, ama bu boyutunu biraz göz ardı etmişim. O zaman biraz da, kısaca, adada yaşamanın artılarından ve eksilerinden bahseder misin bize? 

Z.: Benim için bir kadın olarak en zor tarafı sürekli dikkatli gezmek zorunda kalmamdı. Attığın her adıma dikkat etmek zorundasın hissi, beni çok zorlardı. Özgürce yaşayamıyorsun. Büyükada’da hiç kimsenin beni tanımadığı yabancı bir insan olarak yaşamak nasıl bir duygu olurdu acaba? Bunu tecrübe etmeyi çok isterdim… Belki de hep tanındığımız bir ortamda büyüdüğümüz için  yabancı olmayı çok merak ettim.  

Diğer taraftan adalı çocuk asla aç kalmaz. Maple’a gelir ondan bir şey ister, halleder işini. Ya da Büyükada Pastanesi’ne gider, mesela. Yani demek istediğim, bir şekilde geçinir, aç kalmaz adada. Ama karşı (İstanbul) öyle değil ki! Seni orada kimse tanımıyor, buradaki gibi gidip hiç kimseden bir şey isteyemezsin. Bir dara düşsen adada, illaki gider birinin kapısını çalarsın. Bir yandan da kötü, hayat bu kadar kolay değil çünkü. 

Her şeyiyle adada büyümek ise, müthiş bir şey.  

Ramazan: Züleyha’nın bahsettiği gibi ada küçük bir yaşam alanı olduğu için yaptığın ettiğin hareketler sana ait olmuyor; sen hep “Mehmet’in kızı” oluyorsun. Burada bambaşka dinamikler var.  

Z.: Bu baskı ancak bu işleri yapmaya başladığımda kırıldı. İş hayatında bir kadın olarak da gücünü ortaya koyunca, o baskı kırılıyor.  

Ö.: Çok güçlü bir söylem bu, harikasın.  

Ada bir hayat tarzı…

Z.: Hayatımla ne yapacağım sorusu beni meşgul ediyordu hep. Adada nereye gitsem iş açmak için, her yer ruhsatsızdı, her yerin ayrı bir sıkıntısı vardı. O sırada Akasya kiradaydı. Kiracımız yurtdışına taşınınca ben de, “Hadi Akasya’yı tutalım, neden burada yapmıyoruz” dedim. Ailem de onay verince burada devam ettik ve 5 yıl boyunca işlettik.  

Ö.: Akasya için Etem amcanla yaptığımız görüşmede kendisi de bahsetmişti.  

Z.: Evet, 2017-2022 yazları biz işlettik Akasya’yı. Ramazan’ı da öyle tanıdım zaten. Ramazan Akasya’da bara çalışmaya gelmişti. O zaman bile Ramazan benim elim kolum her şeyimdi.  

Ö.: Ramazan seni de tanıyalım mı sohbet ilerlemeden… 

R.: 1992, Tekirdağ doğumluyum. Üniversite için İstanbul’a geldim. Çalışmam gerektiği için de hemen işe başladım. Beyoğlu’nda garsonluk ve barmenlik, bar şefliği yaptım altı sene kadar. Hayatım hep Beşiktaş-Nişantaşı-Beyoğlu üçgeninde geçti ve bayağı hızlı yaşadım o yılları. Yaptığım işi çok sevdiğim için arada kurumsal hayatı denediysem de bildiğim sektöre dönmeye karar verdim. Tam ne yapsam diye düşünürken bir arkadaşım da burada, Akasya’da çalışmaya başlamıştı. 24 yaşındaydım ve denemek için adaya geldim. Daha önce bir iki kere gelmiştim sadece. Ve ada bana çok iyi geldi, 4 sene barmenlik yaptım burada. Ada beni rehabilite etti. Sessiz, sakin, uzaksın ama yakınsın. Böylece Büyükada serüvenim başladı.  

‘Ada’da sıkılmıyor musun?’ diye sorarlar hep. Çünkü genelde herkes adayı yaz ile özdeşleştiriyor. Oysa ada bir hayat tarzı… Ben de şunu soruyorum, “Siz ne yapıyorsunuz bütün kış İstanbul’da?” İşten eve, evden işe. Ben ormanın içinde yaşıyorum, yürüyüş yapmaya Maçka parkına gitmek için yol kat etmek zorunda değilim mesela. Sadece, AVM yok adada ve olmaması da belki daha iyi. Bunu kabullenmek önemli; sakinliği, huzuru, sessizliği seviyorsan adadan çok büyük keyif alarak yaşarsın.  

Sonuç olarak Züleyha ile ortak çalışmaya karar verdik Akasya’da. Ama tabii adada bu işi yapmanın riskli tarafı var, sadece sezonluk açıksın. Bütün yaz çalışıyorsun ve kışın oturuyorsun. Oysa adanın potansiyeli var. Özellikle pandemi ile beraber adada yaşayan nüfus artmaya başladı. O arada faytonlar kalktı ve meydan boşaldı. Yavaş yavaş meydanda dükkanlar kiralanmaya başlandı. O zamanlar çok izbeydi meydan. 

Ö.: Evet hatırlıyorum, ben de pandemiyi adada geçirmiştim.

Z.: Tam o sırada eşim Bekir de dükkan bakıyordu. Bana, “Burada bir yer var, ben yapamam ama sen düşünür müsün?” diye sordu. Ben de hemen Ramazan’ı aradım, ‘çık gel’ dedim.  

R.: Bu arada şunu da belirtelim hemen, Maple markasının sahibi Tekirdağ’da benim liseden arkadaşlarım. Ada’daki Maple ikinci dükkan, başka da yok. Ben bu arkadaşlarıma, “Ada’da kahve dükkanı açmaya karar verirsek bize yardımcı olur musunuz?” dedim, onlar da olumlu cevap verince atladım geldim adaya. Kafamızda planladık ve Zeliha ile ikimiz yaptık her şeyi; inşaatı, molozu, her şeyi ile biz uğraştık.  

Z.: Her şeyini gerçekten ellerimizle biz yaptık. 

“Korkarsam hiçbir şeyin hayatta olmayacağını anladım ben o dönemde” 

Ö.: Siz bir taraftan bu işin matematiğini yaparken ve inşasıyla uğraşırken, “Kışın ne yapacaksınız, yürümez bu sevda” diyen, ya da sizi bu süreçte demoralize eden şeyler oldu mu? 

R.: Biz bu dükkanın enerjisine çok inandık. Ama en başta benim ailem, memur kafasında oldukları için, “olmaz” dedi.  

Z.: Ben tabii esnaflık yaptım ve ada konusunda Ramazan’dan daha tecrübeliydim. 5 sene önce “adada bir yer olsun” diye başladık ve Akasya ile yola çıktık. Mülkün bizim olması avantajımızdı, kirasını ödedik hep tabii. Ailemden hiçbir maddi destek almadım, kendim tek başıma bir şey başarmayı çok istiyordum.  

Ö.: Akasya tecrübesi Maple’ın hayata gelmesinde çok yardımcı oldu o zaman… 

Z.: Aynen, bir de Akasya’nın belirli bir müşteri kitlesi var zaten. Seni, aileni biliyorlar, yazlıkçılar seni tanıyor. Bu güven veriyor herkese. Güzel de yaparsak, ki yaptık çok şükür, yürürdü ve olurdu. Oldu da. Ama korkarsam hayatta hiçbir şeyin olmayacağını anladım ben o dönemde. Ramazan da gözünü kararttı (gülerek). 

Ö.: Tamam, dükkanı tuttunuz ve tam gaz açılışa hazırlanıyorsunuz. Biraz geri sararsak, kısaca anlattın, Maple markasından bize biraz daha bahseder misin? 

R.: Maple markasının özü Tekirdağlı iki kızkardeş, liseden arkadaşlarım. Onlar da İstanbul’daki 3. dalga kahveci denilen konsepti Tekirdağ’a ilk getirenler oldu. Maple, akça ağaç anlamına geliyor. Logo, anlam ve kahveye uygun olması sebebiyle Maple adını seçiyorlar. Kavurma makinaları var, kendileri öğütüyorlar. Adaya Tekirdağ’dan geliyor kahveler. Büyükada ve Tekirdağ’da var sadece. Marka büyümediği için özenli ve iyi kahve yapıyorlar. Bize neden kendi markamızı kurmadığımızı sorabilirsin tabii… 

Z.: Bu yöntem daha kolayımıza geldi, hem zaten güvenilir bir marka idi bizim için. Bu arada onlar için de çok iyi bir prestij tabii, Büyükada’da şubeleri oldu.  

R.: Dükkan açılmadan Tekirdağ’a gidip kahve eğitimi aldım. Geri döndükten sonra makinaları aldık, her şeyi kurduk ve 3 Haziran 2021’de Büyükada Maple’ı açtık.  

Ö.: Ve pandemi devam ederken açılışı yaptınız, Pazarları hala sokağa çıkma yasağı vardı. 

R.: Ve tam o dönemde Ada’da Mudo da açılıyor! 

Ö.: Ve Mudo’nun içinde, daha sonra kapanan, Cup Of Joy açılmıştı!  

R.: Aynen, tüm esnaf bize “farkında mısınız!” diyordu. Handikap ismi bilinmeyen bir kahveci açmamızdı. Cup of Joy gibi meşhur bir kahveci açılıyor Çarşı’da ve pandemi koşulları devam ediyor!  Bir risk almıştık ama çok da inanmıştık.  

Ö.: Mekanın tasarımı size mi ait? Renkler, dekorasyon?… 

Z.: Her şey bize ait. Sadece barımız Tekirdağ Maple ile aynı.  

R.: 3 Haziran’a yaklaşırken brandaya “Maple loading” yazdık, herkes merakla beklemeye başlamıştı. Ve inanılmaz güzel tepkiler aldık. 

Farklı bir şey yapmak istiyorsan adaya uyumlu bir doku yakalaman gerekiyor, ada sana değil sen ona uyumlanmalısın.

Ö.: Ada’daki ilk “third wave” kahveci sizsiniz 

R. & Z.: Biziz. 25-30 metrekare, niş bir dükkan, adada yok başka. Biz Maple’ı açtıktan sonra diğer adalar da “third wave” kahve işine girmeye başladılar. Fayton düzenlemesinden sonra meydanda ilk açılan dükkan da biz olduk, biraz rol model olduk diyebiliriz.  

Z.: Gelip oturan müşteri şunu söylüyor: “Bunca yıllık adalıyım, burada oturup kahve içeceğimi düşünmezdim”… 

Ö.: Aynı şeyi ben de söylemiştim sana. Fayton meydanına dair bizim “güzel hafızamız” çok eskilere dayanıyor. Sonrası tam bir felaket idi. Bu yüzden de böyle bir değişimi tahayyül bile edemiyorduk o zamanlar.  

R.: Bir de şu var, yazlıkçılar Splendid Oteli’nden aşağı inmezlerdi biliyorsun. “Aşağısı tehlikeli bir yer” algısı vardı fayton meydanı için. Ve biz o insanları aşağı indirdik.  

Ö.: Bunun sınıfsal boyutu da var tabii. Sonuçta aşağı indirmeyi başardınız yazlıkçıları (gülerek) 

R.: Aynen.  O algıyı kırmayı başardık. 

Z.: Çünkü sen güzelleşince bu yandakine de sıçrıyor. 

Ö.: Sayenizde bu cesaret ve başarı da bulaşıcı hale geldi. 

R.: Meydanın daha da güzelleşmesi için uğraşıyoruz, buna emek veriyoruz. Adanın dokusuna uygun olması için, kullandığımız ahşaptan renklerine kadar her şeye dikkat ediyoruz.  

Ö.: Şu an meydanda, durağın etrafında çevrelenmiş Akasya Cafe, Haribo, Maple, Köhne ve Piko var. Ayrıca esnafın dükkanları bulunuyor, nalburu, demircisi, camcısı… Peki siz yakın gelecekte nasıl bir meydan alanı hayal ediyorsunuz? 

R.: Öncelikle durağın kalkması gerekiyor.  

Z.: Ama durağın alınabileceği başka bir alan yok, o yüzden sıkışıyor işler. İnsanlar bu yüzden bence bir şey yapmaya cesaret edemiyorlar. 

R.: Etrafında pubların, coffee shop’ların olduğu bir yaşam alanı olarak hayal ediyorum ben burayı. İnsanların araba sırası için kavga etmeyeceği bir alan olmalı.  

Z.: Her şeyin küçüğü olmalı. Ben bir adalı olarak burada her şeyin olmasından mutlu değilim, Migros’un, Carrefour’un, Namlı’nın olmasından mutlu değilim. Büyükada, küçük İstanbul oldu artık. HeybeliBurgaz “daha ada” bence. Eskiden bakkallar vardı… Yapılan yeni, güzel şeylere örnek vermek gerekirse, Konak lokantasının hemen yanında bir deri dükkanı açılacak. Umarım çoğalır böyle güzel yerler adada… 

R.: Farklı bir şey yapmak istiyorsan, adaya uyumlu bir doku yakalaman gerekiyor. Vizyon meselesi bu. 

Ö.: Ada bize değil, biz adaya uyumlanmalıyız. 

R.: Kesinlikle. Pub açılsın diyoruz ama orada da kilise el kol bağlıyor, alkol satışı için ruhsat alamıyorsun.  

Z.: Bana göre adada alkol ruhsatı kuralının şehirle aynı şekilde yorumlanmaması gerekiyor. Kurala göre ibadethanelere en az 100 metre uzakta alkol satışı yapılabilir.  Fakat Ada’da mesafe dediğin iki adım zaten! 

Ö.: İnşaat süresince ve sonrasında izinler sizi çok uğraştırdı mı?  

R.: Her şeyini kuralına göre yaptık, ama uğraştık bayağı.  

Z.:  Adada herkes her şeyi istediği gibi yapıyor. Siz her şeyi kuralına uygun yapmak istediğinizde ise inanılmaz uğraştırıyorlar. Güzel şeyler yapılsın yeter ki, adaya bir şeyler katalım. Sonuçta tabii ki para kazanmak zorundayız, ama ada için güzel şeyler yapan insanlara da zorluk çıkartmasınlar artık. 

Ö.: Hazır lafı açılmışken o zaman, adada esnaf olmaktan da bahsedelim mi? 

R.: Ben Beyoğlu’nda yıllarca çalıştım. Ada’da hizmet sektörü karadakinden çok farklı işliyor. Burada bambaşka dinamikler var, kendine has. Mesela, adadaki toplumların kendi kültürlerine göre farklı mutfaklar hazırlıyoruz. Akasya’da koşer mutfağımız var. Bir diğer taraftan adada düzenli gelen bir kitlemiz var yaz boyunca. İstanbul’da olsan, müşteriyle fazla anlaşamasan bile takmazsın kafana, “gelir geçer” dersin. Ada’da bunu yapamıyorsun. Çünkü burada her gün görme ihtimalin var, yüz yüzesin, çok aykırı bir durum değil ise terslik yaşamaman lazım. Adadaki müşteri profili kolay bir profil değil. Yaşça büyükler, çocuklukları ve gençlikleri de bu dükkanda (Akasya) geçtiği için, haklı olarak ister istemez sahiplenici bir duyguyla yaklaşabiliyorlar. Bu da işletmeci açısından zaman zaman zorlayıcı olabiliyor. Mesela, House Cafe’de ya da Mid Point’de kabul edilemez bir tavır bizim için tolere edilebilir hale geliyor. 

“Adanın doğasına, geçmişten bugüne gelen farklı kültürlerine, rengine sadık kalınarak yapılacak her iş güzel olacaktır.” 

Ö.: Ben birebir kendim biliyorum, yaz kış demeden, bir gece önce çok geç saatlerde Akasya’yı kapatıp sabah Maple’ı açıp, masaların boyasından, tuvaletlerin temizliğinden, kedi mamalarına kadar nasıl her şeyiyle özenle ilgilendiğinizi. Tüm bu denklemde insan ilişkilerini idare etmek açıkçası çok zorlayabilir… 

Z.: Ben bunu çok sorguluyorum aslında. Sezonluk yer olduğumuz için bazı zorluklar yaşıyoruz. Akasya kışın kapalı, Maple açık. Adada personel bulmaksa inanılmaz zor. Sigorta yapıyorsun, yatacak yer veriyorsun, net geliri var, ama ya adaya gelmek istemiyorlar ya da geliyor ve bir ay sonra çat diye seni bırakıyor. Dinlenmen gibi bir şey mümkün değil, hiçbir plan program yapamıyorsun, çünkü personel yok! Çok çaresiz bir durum. Bu durum içinde müşteri beni anlamayabilir, işin iç yüzünü bilmiyor çünkü. 

R.: Cemaatlerin iç dinamiklerini sen de çok iyi biliyorsun. Yanlışlıkla bir kişiyle tersleşsen, haklı bile olsan, kolektif olarak birbirlerini destekledikleri için birçoğunun ayağı dükkandan kesilir. Bir de adada esnaf olmanın bu zorluğu var.  

Z.: Akasya’ya bugün gelen küçük çocukların anneleri babaları da buraya gençliklerinde gelmişler. Çocuklarını bize emanet edecek kadar güveniyorlar. Bu güven çok güzel, bir taraftan da büyük sorumluluk aynı zamanda.  

R.: O yüzden de adada esnaf olmakla karşıda esnaf olmak bambaşka. Burada, insanları memnun etmek için menülerin dışında menüler yaratıyoruz. Bunu mutfağa kabul ettirmek, şefe kabul ettirmek çok çok zor… Maple özelinde bu geçerli değil tabii.  

Maple için de amacımız Akasya’ya benzer. Maple, adanın kahve yüzü olsun. 20-30 sene sonra da insanlar, adada çocukluklarını geçirmiş olanlar gelsinler ve hala kahvelerini içiyor olsunlar…  

Ö.: Sizin de içinde yer aldığınız meydandaki yaşam alanına dair çok faydalı ve anlamlı fikirlerinizi paylaştınız. Onların yanı sıra, “adada şu da olsa ne güzel olur” dediğiniz ne var hayalinizde? Sizin belki yakın gelecekte hayata geçirmek istediğiniz sürpriz planlarınız olabilir…  

R.: Ada için güzel sürprizlerimiz var (gülerek). Adanın doğasına, geçmişten bugüne gelen farklı kültürlerine, rengine sadık kalınarak yapılacak her iş güzel olacaktır.  

Z.: Ben bir de şunu eklemek istiyorum: Çarşı’nın içi çok kötü. Adanın dokusuyla kesinlikle bağdaşmayan, tamamen rant odaklı, ne olduğu belli olmayan bir çarşı haline dönüştü maalesef. Çarşı’nın düzelmesi için acilen bir şeyler yapılması lazım. Ada’ya ilk defa gelen misafiri karşılayan görüntü maalesef hiç de iç açıcı değil; ilk gördükleri dönerci oluyor. Gene dönerci olsun ama dokuya uygun, daha şirin bir yer yapılsa bu kadar göze batmaz.  

Cup of Joy dedik ya, şanssızlıkları biraz da çarşıda açılmış olmaları. O yüzden bizim işimizi etkilemeyeceklerine ben emindim. Sen gidip çarşının o halinde, her yerden bin türlü yemek kokusu gelirken, o kalabalıkta keyif yapmak için kahve içer misin? Ya da kaliteli, adaya dair bir hediyelik dükkan var mı? Kemal abi (Gökhan) Piko’yu onun için açtı. Tabii bir de adalı kadınların emeğine destek olmak amaçlı. 

Ö.: Belediyeye çok iş düşüyor burada. 

Z.: Mesela ben Orduluyum. Ordu’da, çarşıda bütün mağazalar bir örnek ve çok güzel gözüküyor. Burada yapmaya çalıştılar yıllar önce, ama esnaf uyum sağlayamadığı için yürümedi. Kimseye müsaade etmeyeceksin, o duruşu koruman lazım yerel yönetim olarak. Ada’da her yer inanılmaz güzel, fakat ancak bu kadar kötü sunulabilir.  

“Ada bana aşkımı verdi” 

Ö.: Görüşmemizi bitirmeden, Adanın kimliğinizde sizler için ne anlam ifade ettiğini bir iki cümleyle anlatır mısınız? 

R.: Ben dışardan geldim. Züleyha gibi adada doğup büyümedim. Ada benim için ekmek teknesi. Biz adaya hizmet ediyoruz, buranın güzelleşmesi için; Maple, Akasya, Köhne, Sayfiye, Piko… Bundan yıllar sonra başında duramasak da burada oturup kahvemizi içersek ne mutlu bize! 

Ayrıca, ada bana aşkımı verdi, nişanlımla burada tanıştım. Ben hayatımı ada öncesi ve sonrası diye ikiye ayırıyorum. Ada beni iyileştirdi, büyüttü, beni bambaşka yerlere getirdi. Hayallerimizi hep ada üzerine kuruyoruz. Hayat ne getirir bilemeyiz ama Büyükada benim için her zaman “Ada’m” olacaktır.  

Z.: Benim için doğduğum ve doyduğum yer. Her ne kadar çocukluğumda o başta anlattığım sıkışıklığı yaşamış olsam da şu anda baktığımda adada yaşamak büyük bir lüks. Her karşıya gidip adaya vardığımda, Allah rahmet eylesin, dedeme hep dua ederim buraya ayak bastığı ve bize adayı bıraktığı için. Büyük bir nimet adada büyümek ve yaşamak. 

Ö.: İçinden gelenler olarak, Ada için gerçekten yapıcı, faydalı, dönüştürücü olabilecek fikirlerinizi, çok yerinde eleştirilerinizi, ada ile ilgili duygularınızı büyük bir samimiyetle bizlerle paylaştınız. Maple’ın ilk röportajı da Avlaremoz için oldu böylelikle, çok teşekkürler. 20 sene sonra da hep beraber Maple’da oturup kahve içeceğimiz günlere… 

    https://www.avlaremoz.com/2024/07/08/bir-dara-dussen-adada/

    İlk yorum yapan siz olun

    Bir Cevap Yazın