Bir Ermeni masalında, güzel bir köylü kız olan Anahid, Tatar Nehri kıyısının Ağvanlı prensi Vaçakan’la evlenmek için ona bir zanaat öğrenmeyi şart koşar. Halı dokumayı öğrenen prens yıllar sonra esir alındığında, bu zanaat onun hayatını kurtarır. Prens, esir tutulduğu yeri, orada dokuduğu halının motiflerine, yalnızca karısı Anahid’in anlayacağı şekilde işler. Anahid, halıyı gördüğünde Vaçakan’ın işçiliğini tanır ve mesajı alır. Emeğini satarak hayatta kalmayı başaran prens, sonunda karısına kavuşur.
TAMAR GÜRCİYAN
Geçenlerde Berlin’de, iklim adaleti ve ekolojik yenilenme odaklı bir inisiyatif olan Spore bünyesindeki Kafe Arakil tarafından organize edilen, ‘Armenian Rug Day’ [Ermeni Halısı Günü] başlıklı bir etkinlik yapıldı. Spore inisiyatifinin Berlin’de yeni açılan binasında yer alan kafenin işletmeciliğini yapan Ermeni gençler, bu tür etkinliklerle çeşitli halklardan toplulukları bir araya getiriyor.
Ermeni Halısı Günü, Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilerin halıcılık faaliyetinin tarihi, ürettikleri halıların özellikleri ve bu üretimin siyasi yönlerine ilişkin bir sunumla başladı. Berlin’de yaşayan Ermenilerin getirdikleri halıların üzerinde yapılan sunumun ardından, henüz yeni kurulan Pobig müzik topluluğunun performansı eşliğinde, halaylarla, halı yıkama atölyesine geçildi. Son olarak, kendi filmlerini, üzerinde bir ezginin altın ipekle örüldüğü, duvara asılı bir halı olarak tarif eden Parajanov’un Ermeni halılarını sıkça kullandığı ‘Nran Kuynı’ [Narın Rengi] adlı filmi gösterildi.
Ben ilk sunumu kaçırdım ama bahçede ‘immigration-welle’ [göç dalgası] adlı bir enstalasyonun üretimine denk geldim. ‘Göç dalgası’, baskı tekniğiyle, mavi, uzun bir kumaşın üzerine uygulanırken, dalganın etrafında oturduk. Halılar ve göç! Benim de evimde mamamın verdiği bir halı var. İstanbul’daki odamdan Berlin’deki evimin zeminine taşındı, geçmişini de yanına alarak. Edward Hollis, ‘The Memory Palace: A Book of Lost Interiors’ [Hafıza Sarayı: Kayıp İç Mekânlar Kitabı] başlıklı kitabında, anneannesinin evini eski, kaybolmuş mekânların müzesi olarak nitelendirir ve bize iç mekânların kayıp hikâyelerini saraylar üzerinden anlatır. Her taşındığımızda, bir önceki iç mekânın hikâyesini yeni iç mekânımıza taşırız. Ben, halıların evimizdeki diğer eşyalardan farklı bir yeri olduğu fikrindeyim. Halılar bir taraftan bir göç hikâyesinin öz nesnesi olabilirken, öte yandan serildikleri yeri korur ve mekâna verdikleri sıcaklıkla yeni hikâyeler üretmeye devam ederler.
Çizim: Tamar Gürciyan
Etkinlikte, arkadaşım Sirarpi ve annesiyle karşılaştım. Annesi bana etkinliğe getirdikleri halılarının hikâyesini anlattı. Sirarpi’nin anneannesi, annesine hamileyken Moskova’dan 1950’li yıllarda Hay Gork halı imalathanesi tarafından dokunan bu halıyı satın almış. Sirarpi ve annesi 1998’de Ermenistan’dan Almanya’ya göç ettikten sonra, halıyı zorlukla Berlin’e getirmiş. Annesi kulağıma, “Şimdi bu halı Sirarpi’nin halısı, ileride onun kızına kalacak” diye fısıldadı. Sirarpi için bu halı hiç görmediği anneannesinin bir parçası. Bu hikâyenin ana karakterleri kadınlar ve onların kızları; hikâyeleri, ailenin kadınlarına halıyla birlikte aktarıldıkça çoğalmaya devam ediyor.
Armenian Rug Society [Ermeni Halı Derneği] adlı kuruluşun başkanı, halı uzmanı Hratch Kozibeyokian, Youtube’da yer alan bir söyleşide, her halının anlattığı bir hikâye olduğunu söylüyor. Eğitimli bir göz, bir halının rengine, tasarımına ve dikiş tekniğine bakarak, örneğin Antep’te mi yoksa Sivas’ta mı üretildiğini anlayabilir. Her halı, Ermenicenin kaybolan lehçeleri gibi, bulunduğu coğrafyaya özgü nitelikler taşır. İpeğinin üretim biçimi, ipliklerin boyası yine kendi coğrafyasının yerel bilgisini barındırır.
Bir Ermeni masalında, güzel bir köylü kız olan Anahid, Tatar Nehri kıyısının Ağvanlı prensi Vaçakan’la evlenmek için ona bir zanaat öğrenmeyi şart koşar. Halı dokumayı öğrenen prens yıllar sonra esir alındığında, bu zanaat onun hayatını kurtarır. Prens, esir tutulduğu yeri, orada dokuduğu halının motiflerine, yalnızca karısı Anahid’in anlayacağı şekilde işler. Anahid, halıyı gördüğünde Vaçakan’ın işçiliğini tanır ve mesajı alır. Emeğini satarak hayatta kalmayı başaran prens, sonunda karısına kavuşur.
19. yüzyıl sonlarında Hamidiye Alaylarının yaptıkları katliamlarından ve 1915’ten sonra yetimhanelerin sayısındaki artışla birlikte misyonerlerin kurdukları halı atölyelerinde yoğunluklu olarak Ermeni kadınlar ve yetimler çalışmıştır. Halı dokumak, bazı yetim kızların aileden bildikleri bir zanaattır. Bu zanaat onlara, her şeylerini kaybettikleri bir vahşetten sonra, bir dayanışma alanı açmıştır. Buna karşılık, Amerikalı ve Avrupalı misyonerlerin şirketleri için ucuz işçi olarak çalıştırılmışlardır. Mallarının gasbedilmesinin ve ailelerinden koparılmalarının ardından emekleri de sömürülmüştür. Onların emek gücü, Anahid’in hikâyesinde olduğu gibi, bir hayatta kalma aracına dönüşmüş ama pek azı prens gibi ailesine kavuşabilmiştir.
Eskiden hem halı dokuma hem de halı yıkama kolektif eylemlerdi. Sözünü ettiğim etkinlikte, Berlin’e çeşitli ülkelerden getirdiğimiz halıları yıkamak, bizi bir an için de olsa, bize aktarılan travmaların ve hikâyelerin ağırlığından kurtardı. Yıkama eylemi, hikâyeleri geçmişin ağırlığından azat edip bugüne taşıdı; müzik ve halay eşliğinde âdeta kolektif bir arınma ritüeli oldu. Genç yaşlı hepimizi bir araya getirerek, bu kez tebessümle yapılan bir topluluk inşası eylemine dönüştü.
https://www.agos.com.tr/tr/yazi/30558/ermeni-halilari-goc-ve-dayanisma
İlk yorum yapan siz olun