***Metinde yer alan görüşler yazar(lar)ına ait olup, HyeTert’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.***
|
İsviçre’de 15-16 Haziran tarihlerinde, Ukrayna’nın isteğiyle ve İsviçre’nin ev sahipliğinde, “Barış Konferansı” düzenlendi. Rusya’nın davetli olmadığı bu konferansta, Ukrayna, dünya ülkelerinin Rusya’ya karşı ortak bir tutum almasını umuyordu. Konferans, Ukrayna’nın beklentilerini ancak kısmen karşıladı. Batı dışı ülkelerden (“küresel güney” ülkelerinden) katılım, pek olmadı (Ukrayna’nın konferansta görmeyi en çok istediği devlet olan Çin Halk Cumhuriyeti, orada yoktu). Sonuç bildirgesi de, Ukrayna yönetiminin beklentileriyle kıyaslandığında, mütevazi kaldı. Rusya’ya yaptırım uygulayan, sert tutum takınan ülkelerin genellikle cumhurbaşkanı veya başbakan düzeyinde katıldığı konferansa, Türkiye gibi, daha dengeli politika izleyen ülkeler, dışişleri bakanı düzeyinde katıldı. Konferansa katılan Batı dışı ülkelerden Hindistan, Brezilya ve Suudi Arabistan, sonuç bildirgesine imza atmazken, Türkiye’yi telsilen katılan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da, Rusya’yla bir araya gelmeden bir sonucun elde edilemeyeceğini söyledi.
Sonuç bildirgesini imzalayanlardan üçü, kısa sürede, imzalarını geçir çekiverdi: Irak, Ürdün ve Ruanda. Buna karşılık, konferans bittikten sonra sonuç bildirgesini imzalayan biri var ki, hem attığı imza, hem de kullandığı unvan, tartışma yaratmayacak gibi değil: Fener Patrikhanesi, veya, imzada kullanılan unvanla, “ekümenik patrikhane”! Gerek zirve, gerekse sonuç bildirgesi, sadece devletlere ve uluslararası örgütler ile, AB gibi, ulus üstü örgütlere açık durumdaydı. Katolik Kilisesi’nin başı Papa’nın bulunduğu Vatikan da, bir devlet olarak oradaydı, ama Vatikan, Rsuya’yla da ilişkilere önem verdiği için, sonuç bildirgesini imzalamamıştı. Peki, Fener, Vatikan gibi bir devlet mi, veya, bir uluslararası örgüt mü ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile eşit şekilde bu bildiriye imza atabiliyor? Bu, herşeyden önce, Lozan Anlaşması’nın ihlalidir; çünkü Lozan Anlaşması’nda Türkiye, Fener Rum Patrikhanesi’nin sadece ve sadece Türkiye’deki Rum – Ortodoks nüfusun dini kurumu olduğunu, bunun dışında hiçbir yetki ve sıfatının olmadığını kabul ettirmişti. Daha sonra, 1940’ların ikinci yarısından itibaren ABD, Doğu Avrupa’daki Ortodoks halkları Fener Patrikhanesi aracılığıyla etkisi altına almak istediğinde ve Türkiye 1940’ların sonu, 50’lerin başlarından itibaren ABD’nin yörüngesine girdiğinde Türkiye, bu konudaki tutumunu epey yumuşatacaktı. Şimdiyse, Fener Patrikhanesi, Cumhuriyet dönemi boyunca hiç yapmadığı bir şeyi yaparak, devlet ve uluslararası örgütlere özgü bir bildirgeye, hem de “ekümenik patrikhane” unvanıyla imza atıyor. “Ekümenik Patrikhane” unvanı, Fener’in, bütün Ortodoklar’ın tam lideri olma iddiasını yansıtan bir unvan. Oysa ki, Ortodoks dünyası, tek bir merkezden yönetilmiyor. Ortodoks dünyasında, 16 tane bağımsız kilise var ve Fener, bunların sadece onursal lideri. Yoksa Fener, Vatikan’ın ve Papa’nın Katolik dünyasında sahip olduğu yetkiye, sahip değil. Ne Gürcü Ortodoks Kilisesi, ne Rus Ortodoks Kilisesi, ne de diğerleri, Fener Patriği’ne kendilerini idare etme yetkisi tanımıyor. Fener’e, aslında sahip olmadığı yetkileri vermeye çalışan, onu, yukarıda söylediğimiz nedenlerden ötürü kendi dış politik çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalışan ABD. Peki, bu konu, neden Ukrayna Konferansı’nda gündeme geldi, veya, şöyle soralım, Ukrayna Savaşı, bu konunun neresinde? Ukrayna halkının büyük kısmı, tıpkı Ruslar gibi, Hristiyanlığın Ortodoskluk mezhebinden. Ancak Ukrayna’da Ortodoks cemaat, birkaç parçaya bölünmüş durumda. Ukrayna’daki Ortodokslar’ın büyük kısmı (savaşa rağmen), Moskova Patrikhanesi’nin Ukrayna Kolu’na bağlı. Buna karşılık, Ukrayna’nın bağımsız olmasından sonra, Ukrayna milliyetçisi bazı rahipler, kendi kilise teşkilatlarını kurdular. Ancak, Ortodoks dünyasında, bir kilisenin –deyim yerindeyse- “meşru” olarak kabul edilebilmesi için, diğer Ortodoks kiliseleri tarafından tanınması gerekiyor. Ukrayna’daki milliyetçi çevreler, Moskova’dan ayrı bir kilise teşkilatının Fener tarafından tanınması için yıllarca çaba göstermişler, ne var ki Fener Patriği, hem Rusya açısından hem de Rus Ortodosk Kilisesi (Moskova Patrikhanesi) açısından çok hassas olan bu konuda bir adım atıp Moskova Patrikhanesi’yle ilişkilerini koparmaya cesaret edememişti. Bu durum, çeşitli nedenlerle 2018’de değişti ve o tarihte Fener, Ukrayna’nın Moskova’nın ruhani alanına değil, kendisinin ruhani alanına girdiğini ilan etti. Bunun sonucunda, Ortodoks dünyası tarihindeki en büyük kopuş meydana geldi ve Moskova, Fener’le bütün bağlarını kestiğini duyurdu. Fener’i bu kararından ötürü ilk tebrik eden, ABD yönetimiydi. Öte yandan, Ukrayna’nın o zaanki yönetiim, Ukreayna’da Rus Kilisesi’^nden ayrı bir milli ve bağımsız kilise kurulduğunu ilan etmişti, ama bu kilise, bağımsız değil, Fener’e bağlıydı (çünkü, pek çok konuda Fener, üst karar mercii durumundaydı). Böylelikle, 2018’den itibaren, Ukrayna’da iki ayrı Ortodoks cemaat belirdi: Moskova Patrikhanesi’ne bağlı olanlar ve Fener Patrikhanesi’ne bağlı olanlar. Rusya’nın 2022’de Ukrayna’ya doğrudan saldırması, Ukrayna’da pek çok şeye olduğu gibi, kiliselerin durumuna da büyük etki etti. Rus Ortodoks Kilisesi’inn Putin’e açık destek vermesi, bu kilisenin Ukrayna’daki kolunu da zor durumda bıraktı. Moskova Patrikhanesi’nin Ukrayna Kolu, savaşın ilk aylarında, Moskova’yla bütün ilişkileri kestiğini duyurdu. Ne var ki, Ukrayna’da kimi çevreler, bunun samimi olmadığını savunuyor ve bütün Ortodoks cemaatlerin Fener’e bağlanması gerektiğini ifade ediyor. Bu, ABD’nin de istediği bir durum. Zira, Ukrayna topraklarını Rusya’yı çevreleme stratejisinde kullanmaya çalışan ABD, Ukrayna toplumunun da Rus kültürüyle bütün bağlarını koparmasını istiyor. Fener Patrikhanesi de, Türkiye’nin dengeli politikasından farklı olarak, Ukrayna konusunda ABD ile tamamen aynı politikayı savunuyor. Fener’in Ukrayna’daki onlarca milyon Ortodoks’un lideri olarak kabul edilmesi ve İsviçre’deki zirvede olduğu gibi bildirilere imza koyması, Fener’in, Lozan düzenine tamamen meydan okumasıdır. Keza, buna destek verenler her kimse, bu yaptıkları, Lozan’ın ihlalidir. Zira, Fener’in Ukrayna’daki 30 milyon civarında Ortodoks’un lideri olduğunun tescil edilmesi ve Fener’in devletlere özgü zirvelere katılması, onu, Türk makamları karşısında da ağırlıklı hale getirecek ve Fener’i Türkiye’de devlet içinde devlete dönüştürecektir. Yani, eskiden beri söylenen şekilde, Fener, İstanbul’un ortasında Vatikan’a dönüşmüş olacaktır. ABD’nin Türkiye’den Fenrr Patriği’nin Türk vatandaşı olma şartını kaldırma talebinde bulunduğunu da hatırlarsak, ABD’nin istediği bu durum gerçekleşirse, Türk topraklarında, Türkiye’nin hiçbir şekilde denetleyemeyediği bir yapı ortaya çıkmış olur. Geçtiğimiz haftalarda gündeme gelen Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılması konusu da, işte tam bu konularla bağlantılı. Zira, geçen hafta Cumhuriyet gazetesinde “Kuzeyden Notlar” köşemde yazdığım üzere, Fener Patrikhanesi, bu okulun Türk makamlarının denetiminde olmasını istemiyor ve daha önceden olduğu gibi, farklı Ortodoks ülkelerden rahip adaylarını bu okulda okutma niyetinde. Böyle bir durum, Fener Patrikhanesi’ne, Ortodoks dünyasında daha merkezi bir konum kazandırır ve Fener’in, Türkiye’nin denetiminin dışında, fakat ABD’nin denetiminin altında bir kurum haline gelmesini kolaylaştırır. Kısacası, Fener Patrikhanesi konusu, İstanbul’daki Rum azınlığın haklarıyla bağlantılı bir konu olmadığı gibi, Türk – Yunan ilişkileri çerçevesidne ele alınacak bir konu da değildir. Patrikhaneye devletvari yetkiler kazandırmak isteyen, Batı dünyası ve özellikle ABD’dir ve Türkiye’nin kendi egemenlik haklarını koruyabilmesi için, bu konularda son derece hassas olması gerekir. Konuyla ilgilenenlere, bu konuyu bütün boyutlarıyla ve kolay bir üslupla anlatan, benim Cumhuriyet Yayınları’ndan çıkan “Rusya Batı Çatışmasında Fener Rum Patrikhanesi” adlı kitabımı, tavsiye ederim: |
Yorumlar kapatıldı.