İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

1924 Anayasası’nın 100. yılında güncel bir anayasa tartışması

Dinçer Demirkent – dincerdemirkent@gmail.com

1924 Anayasası birçok açıdan önemli ve anayasa tarihi bakımından ilginç özellikler taşır. Önemi Cumhuriyet ilan edildikten ve Lozan’ın ardından devlet belirdikten sonra yapılan ilk anayasa olması; Cumhuriyetin özellikle de laiklik ve kültür alanındaki devrimci atılımlarının gerçekleştiği dönemin anayasası olması; hem tek parti döneminde hem de çok partili dönemde anayasal zemini oluşturması ya da anayasa dili ve kimliğinin oluşumundaki ilginç katkılarıyla sınırlı değildir. Aynı zamanda doğrudan doğruya Komisyon tarafından gündeme getirilmesi (bu konuda Demirhan Burak Çelik’in Komisyon tarafından önce TBMM’ye verilen teklifler konusundaki yazısında yer alan bilgileri saklı tutmak gerek)(1), olağan TBMM tarafından hazırlanıp kabul edilmesini de anayasa yapımı tartışmaları bakımından anayasanın ilgi çekici yönlerinin hanesine yazmak gerekir. Elbette anayasa yapımı tartışmalarında, üyelerinin ikisi dışında tamamının Mustafa Kemal’in onayından geçmiş listelerden oluşmasına karşın TBMM’nin yetkilerini Cumhurbaşkanına devretme, hatta onunla paylaşma konusundaki sert muhalefetinin başarısı da parlamento ve milletvekilliği kavramlarını konuşurken bugün 1924 Anayasası’nın unutmamamız gereken mirasının içinde sayılmalı. Bu özelliklerin birçoğunu, içerikleriyle birlikte sevgili hocam Murat Sevinç Diken’deki köşesinde, 1924 Anayasası’nın yüzüncü yılı yazısında yazdı, bu konularda ondan farklı bir şey söylemeyeceğim. Yüz yıl dönümü yazısında 1924 Anayasası’nın güncel bir siyasal uzlaşmazlığın göbeğinde yer aldığını hatırlatarak anayasayı anmayı yeğliyorum.

KILIÇDAROĞLU-ÖZDAĞ PROTOKOLÜ: 1924 ANAYASASI’NIN ESAS ALINACAĞI BİR DÜZEN

Güncel siyasi uzlaşmazlığın en somut halini 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde idrak ettik. Seçimlerin ilk turunu kaybeden Millet İttifakı’nın adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Zafer Partisi lideri Ümit Özdağ ile bir protokol imzaladığı iddiaları ve protokol maddeleri bir anda gündeme düştü. Bu maddelerin biri 1921 Anayasası’nın değil 1924 Anayasası’nın esas alınacağı bir düzenin kurulacağı idi. Bu kendi başına ilginç bir şey; her ne kadar iki anayasa arasındaki kurucu karşıtlık anayasa bilimi içinde tartışılmış olsa da siyasi alana bu şekilde dahil olması dikkate değer. Bu dahil oluşta Altılı Masa mutabakat metninde 1921 Anayasası’na atıf olmasının etkisi olsa da Zafer Partisi ve başka partilerde yer alan yakın çevresinin 1921’e karşı açık karşıtlıklarının köklü nedenleri de var.

1921-1924 ANAYASALARI ARASINDAKİ FARK: ADEMİ MERKEZİYETÇİLİK VE YURTTAŞLIK KURGUSU

1924 Anayasası’nın merkez sağ ve “en sağ” tarafından sahiplenilme biçiminin Türkiye’de cumhuriyetçilere sirayet etmesi hem entelektüel hem de siyasi açıdan ürkütücü; çünkü asıl olarak cumhuriyetçi düşüncenin ülkemizde ne kadar zayıf olduğunu çok net biçimde gösteriyor. Bu sahiplenmenin nedenlerinden biri elbette 1921 Anayasası’nın bir yurttaşlık tanımı içermediği iddiası ve diğeri de 1921 Anayasası’nın ademi merkeziyetçi ve doğrudan demokrasiye dönük tarafının sağ ve “en sağcı”larca propaganda malzemesi yapılması. Peki gerçekten de 1921 Anayasası’nda bir yurttaş kurgusu yoktu da 1924’te mi bu oluştu? Buna yanıtım açık bir hayır! Eğer böyle olsaydı, “en sağcı”lar 1921’i bu denli karşılarına alıp 1924’ü yeniden inşa etme gereği duymaz, aralarında bir süreklilik gördüklerini söylerlerdi. Sağcıların doğru gördükleri şey, 1921 Anayasası’nın maddelerinde yurttaşlığa ilişkin bir tanım olmasa da anayasa maddelerinin bütününden ve Kurucu Meclisin anayasa maddelerine ilişkin müzakerelerinden siyasi birliğin bir tanımının olduğu açıktır. Anayasanın birinci maddesi: “Hâkimiyet bilâ kaydü şart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir.”dir. 1924 Anayasası’nda olmayan ve daha sonraki anayasalarda da olmayacak olan bu maddenin 2. fıkrasıdır. Sağcılar bundan nefret eder. Halkın kendi kaderini tayin hakkı olarak doğrudan demokrasi. Dolayısıyla yurttaşlık kurgusunda bir açıklık burada başlar, sonrasında tartışmalarda Büyük Millet Meclisine kimlerin girme hakkı olacağı sorusuna yanıt aranır. Bu yanıtın ne anlama geleceği, Cumhuriyetin ve cumhuriyetçilerin temel tartışması olması gerekirken -ki Fransız devriminden beri bir siyasal birliğin/ulusun aynı yasama meclisine tabi olan siyasi topluluk olduğu bilinir- 1921 Anayasa Komisyonu Sözcüsü, taslağı sunarken Türk ve Kürt köylüsünden, Türkiye halkından bahseder; BMM’ye kimlerin gireceği tartışmasının özünde üretenlerin, meslek sahiplerinin BBM üye olması yanıtı öne çıkar; hatta der Komisyon sözcüsü, Ermenistan ile savaş halinde dahi değiliz, elbette BMM ülkülerini kabul eden Ermeniler de BMM’ye üye olacaktır. 1924 Anayasası’nı yapan Meclis ise yurttaşlık tanımını bambaşka biçimde ele alacaktır. Anayasa’nın vatandaşlığa ilişkin madde gerekçesinde: Devletin Türk’ten başka millet tanımayacağı vurgulanmıştır. Komisyon tarafından teklif edilen madde şöyledir: “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın Türk ıtlak olunur (denir).” Buna itiraz haklı olarak Türklüğün bir tabiiyet mi yoksa milliyet mi olduğu bağlamında gelir; Bir milliyet olarak Türk’ün, vatandaşlık tanımı olarak kullanılması meselesi, Lozan’daki azınlık hakları da düşünülerek olabilecek en ırkçı biçimde çözülür: Komisyon raportörü Celal Nuri Bey’e göre “bizim öz vatandaşımız Müslüman Hanefiyülmezhep, Türkçe konuşur. Bizzat Gümülcineli olmak itibarıyla Yunandır… Bu Türk Cumhuriyetinin de bilcümle efradı Türk ve Müslüman değildir. Bunları ne yapacağız?” Soruya Meclis’ten cılız Türkiyeli sesleri yükselse de sonunda Hamdullah Suphi Bey’in Ermenilerin asla Türk olamayacağına ilişkin söyleviyle gerekçelendirdiği önerisi kabul edilir: “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibarıyla Türk ıtlak olunur.” Öneriyle getirilen ek önemlidir: Vatandaşlık itibarıyla! Vatandaşlık, Fransız Devrimi sonrası demokratik imgelemde eşitliğin kavramıyken burada eşitsizliğin kavramına dönüşür. 1930’larda Türkçe konuşması için kampanya yapılan ‘Vatandaş’lardır burada söz konusu olan. Elbette Türkiye sağı ve en sağı 1921’i değil 1924’ü tercih edecektir.

1924 ANAYASASI’NDA NAHİYE ÖZERKLİĞİ VE KÜRT SORUNU

1924’ün sağ tarafından sahiplenilmesinin ikinci nedeni, 1921’de getirilen ve 1923’te Mustafa Kemal tarafından kaleme alınan anayasa taslağında yer bulan nahiye özerkliğine ilişkin düzenlemelerdir. Bu düzenlemeler, aslında 1921 Anayasası’nın 1. Maddesiyle birlikte okunması gereken demokrasinin, halkın kendini bizzat ve bilfiil idaresine dayanma esasının sonucudur. Ayrıca elbette Türkiye’de Kürt sorununun çözümü ile de ilişkisi bizzat Mustafa Kemal tarafından kurulmuştur: “… Bildiğiniz gibi bizim milli sınırlarımız içinde var olan Kürt unsurlar o şekilde yerleşmişlerdir ki pek az yerlerde yoğundur. Fakat yoğunluklarını kaybede kaybede ve Türk unsurunun içine gire gire öyle bir sınır doğmuştur ki, Kürtlük adına bir sınır çizmek istersek Türklüğü ve Türkiye’yi mahvetmek gerekir… Dolayısıyla başlı başına bir Kürtlük düşünmektense, bizim Teşkilatı Esasiye Kanunu gereğince zaten bir tür yerel özerklik oluşacaktır. O halde hangi livanın halkı Kürt ise onlar kendi kendini özerk olarak idare edeceklerdir. Bundan başka Türkiye’nin halkı söz konusu olurken onları da beraber ifade etmek gerekir… Şimdi TBMM hem Kürtlerin hem de Türklerin yetki sahibi vekillerinden oluşmuştur ve bu iki unsur, bütün çıkarlarını birleştirmişlerdir… Ayrı bir sınır çizmek doğru olmaz.” 16 Ocak 1923 yılında Ahmet Emin Yalman ile yapılan bu röportajın metni 1987 yılına kadar sansürlü kalmış, 64 yıl sonra 2000’e Doğru dergisinde yayımlanmıştır.

1924 Anayasası’nda hemen hiç tartışılmadan kaldırılan özerklik ilkesi, 1921 Meclisinin en solunca savunulan, eşitlikçi ve cumhuriyetçi bir ilkedir. Mustafa Kemal tarafından Halkçılık programı adıyla Meclise sunulan taslağın ilk halinde muhtariyeti tamme, ifadesi yer alır. Taslak ilk olarak Meclisin solundan tepki alır, tepkinin nedeni Halk Zümresi Programının zaten Halkçılık programında ilkeleri daha doğru biçimde dile getirdiği yönündedir. Komisyona gönderilen program bir anayasa taslağı olarak geldikten sonra başlayan müzakerelerin can alıcı noktalarında solun etkisi görülecektir. Özerklik tartışması bakımından da temel mesele Kürt unsurunun siyasal birliğin içine eşit olarak dahlidir. İşte bu ilkeyi tartışmadan ortadan kaldıracak olan 1924 Anayasası’dır.

İSLAMCI SAĞ’IN 1921 TERCİHİ

Bu yazdıklarıma şu itirazı yapanlar olacak: “Ama İslamcı sağ, sürekli 1921’i gündemde tutuyor.” Buna kısaca şu yanıtı vermek mümkün. Öncelikle 1921 metni, 1928 yılına kadar en laik-demokratik metindir. Bir kere egemenliği yeryüzüne indirenler ne yaptıklarını bilmektedir. Kurucu Meclis üyesi hoca kökenli bir milletvekili mealen şunu söyler: “Haşa biz Allah’ın yetkilerini millet adına kullanıyoruz.” Egemenlik 1921’in birinci maddesiyle millettedir. İkincisi, madde metninde İslami ifadeler kullanılmasından özellikle kaçınılmış, taslakta hiçbir ifade yokken son halinde şer’i hükümlerin tenfizi ifadesi eklenmiştir. Üçüncüsü, cumhuriyeti ilan eden kanunda gösterildiği gibi rejim 1921 Anayasası kabul edildiğinden beri, hatta BMM açıldığından beri cumhuriyettir.

İslamcıların 1921 Teşkilatı Esasiye Kanunu’na sahip çıkmasının tek nedeni anayasanın demokratik açıklığından faydalanmak isteği olabilir. Cumhuriyetçiler, demokratlar bu anayasadaki ilkeleri, ilkeleri ortaya çıkaran olguları görmezden geldikçe ve 1921’i sahipsiz bıraktıkça İslamcılar bu açıklıkta 1921’i kendilerine göre inşa etmektedirler.

1924 Anayasası’nın 100. yılını, 1921 ile birlikte düşünmek haksızlık sayılmasın. Bunu yapmamın bir nedeni 1924’ün kurumsal niteliklerinin hafta içinde kapsamlı yazılarda ulaşılabilir olması(2). Ama daha önemlisi, tartışmanın can alıcı bir güncelliği barındırması.

NOTLAR:

(1) Demirhan Burak Çelik, “1924 Anayasası’nın Yapım Sürecinde Hazırlanan Kanun-ı Esasî Encümeni Teklifi Dışındaki Anayasa Önerileri”, Toplumsal Tarih, 364,Nisan 2024.

(2) Toplumsal Tarih Dergisi’nin Nisan 2024 tarihli 364. sayısı, anayasa ile ilgili kapsamlı yazılar içeriyor.

Dinçer Demirkent Kimdir?
1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği’nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.


Gazete Duvar

Yorumlar kapatıldı.