Bu ifadenin arkasındaki zihniyet sadece azınlık okulları için değil, genel olarak yanlış, sorunlu bir zihniyet. Söz konusu değerlerin ne olduğuna, nerede başlayıp nerede bittiğine kim karar verecek? Bütün “Türk milletinin” üzerinde hemfikir olduğu “millî, kültürel ve manevi değerler” hangileri? İşin azınlıklarla ilgili kısmına dönecek olursak…
Ermeni kurumlarının yasal statüleri ile fiilî durumları arasındaki makasın yarattığı sorunları her seferinde vurguluyoruz. Bu durumu betimlemek için ‘Dar Gömlek’ başlıklı bir rapor da yazdık ama durumda değişme olmadığı gibi değişme olacağına dair bir işaret de yok. Tam tersine, bu tutarsızlık irili ufaklı sorunlar yaratmaya devam ediyor. En yakın örneği, Beyoğlu Üç Horan Vakfı seçimlerine sabık yönetim kurulu başkanı Simon Çekem’in mahkeme nezdinde yaptığı itiraz sonucunda yaşananlar. Daha evvelki bir yazıda bunu anlatmıştım. Kısaca tekrar etmek gerekirse, Çekem, yeni seçim tertip heyeti atanmasının ve yönetim kurulu üye sayısının değiştirilmesinin usulsüz olduğu gerekçesiyle dava açmış; mahkeme, birinci iddiayı geçersiz, ikincisini yani yönetim kurulu üye sayısının değiştirilmesinin usulsüz olduğu iddiasını geçerli sayarak bu vakfın seçiminin iptaline karar vermişti. O yazıda bu kararın muhtemelen bilirkişi raporuna istinaden verildiğini söylemiştim. Gerekçeli karar yayımlandı ve tahmin edildiği üzere mahkeme, bilirkişi raporuyla tam uyumlu biçimde üye sayısının değiştirilmesini vakfın organizasyonunun ve örgütlenmesinin değişmesi olarak kabul etti (ki mantıksız değil) ve böyle bir değişikliğin seçim tertip heyeti tarafından değil ancak VGM ve vakfın yönetim kurulundan birinin teklifi, diğerinin onayıyla olabileceğini belirtti. Bunu gene bilirkişi raporundan alarak, Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 112. maddesinden kıyas yoluyla çıkardı. O madde Türkiye mevzuatında ‘yeni vakıflar’ olarak nitelendirilen, yani cumhuriyet döneminde kurulan vakıflara dair genel bir hüküm.
Peki, başta söylediğimiz, Ermeni kurumlarının yasal statüsü ile fiilî durumu arasındaki çelişki bu örnekte nerede karşımıza çıkıyor? Şurada: Bir vakfın, yönetim kurulu üye sayısı da dâhil olmak üzere, organizasyonuna ve işleyişine dair kurallar, o vakfın vakıf senedinde belirtilir. Fakat, artık herhâlde sağır sultanın da duyduğu üzere, azınlık vakıflarının vakıf senedi yoktur, çünkü bunlar cumhuriyetten evvel fi tarihinde kurulduklarında vakıf olarak kurulmadılar, cumhuriyet döneminde keyfî biçimde vakıf statüsüne sokuldular. Dolayısıyla, vakıflar hakkında genel bir hüküm olan TMK 112’nin azınlık vakıflarına ne ölçüde uyacağı, uygulanabileceği tartışmalıdır.
Velhasıl, üye sayısının 9’dan 11’e çıkarılması gibi tali sayılabilecek, olsa iyi olacak ama olmasa da olur bir konu yüzünden zaten senelerdir sorunlu olan Beyoğlu Üç Horan Vakfı seçimlerinde gene bir sorun ortaya çıktı. Daha mahkeme süreci sonuçlanmadı, istinaf aşaması var, temyiz aşaması var. Türkiye şartlarında bu süreç yıllar alır. Burada da öyle olursa karar kesinleştiğinde zaten bir sonraki seçimlerin zamanı yaklaşmış olur. Fakat, bu böyledir diye ortada bir sorun yok diyemeyiz. Sonuçta statü uyumsuzluğu gene bir baş ağrısına sebep olmuştur.
Ermeni kurumlarının hukuki statüsünün yanlış olmasının yol açtığı veya açabileceği sorunların bir başka örneği de Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliği’nde geçen hafta yapılan değişiklikle baş gösterebilir. 16 Şubat 2024 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan değişiklik aslında gayet kapsamlı, hepsi Ermeni ve diğer azınlık okullarını doğrudan ilgilendirmiyor. Fakat, yönetmeliğin bir maddesine şu cümle eklenmiş: “Kurumlarda [özel eğitim kurumları kastediliyor] Türk milletinin millî, ahlâkî, insanî, manevî ve kültürel değerlerine aykırı, öğrencilerin psikososyal gelişimine katkı sağlamayan etkinlik ve kutlamalar yapılmaz.” Aslında bu ifadenin arkasındaki zihniyet sadece azınlık okulları için değil, genel olarak yanlış, sorunlu bir zihniyet. Söz konusu değerlerin ne olduğuna, nerede başlayıp nerede bittiğine kim karar verecek? Bütün “Türk milletinin” üzerinde hemfikir olduğu “millî, kültürel ve manevi değerler” hangileri? vs, vs…
İşin azınlıklarla ilgili kısmına dönecek olursak, her ne kadar yönetmelik değişikliğinde böyle bir ifade olmasa da kimi yayın organları bu değişikliğin özel okullarda Noel, Paskalya gibi kutlamaların yapılmasına engel olacağı yorumunu yaptılar ki Türkiye gibi, farklı olanın hasım olarak kabul edilmesinin yaygın olduğu bir ülkede bu pekâlâ mümkün. Muhtemelen bürokrasi öngörülebilir bir gelecekte azınlık okullarında bu gibi günlerin kutlanmasına doğrudan müdahale etmeyecek ama yasal bir mevzuata böyle bir ifade eklediğinizde suyu bulandırıyorsunuz, tabiri caizse oraya bombayı yerleştiriyorsunuz. Gelecekte bir gün bir idareci yönetmelikteki bu maddeye istinaden bu tür kutlamaları yasaklayabilir, çünkü azınlık okulları yasal statü olarak özel okuldur –ki bu yanlış bir tanımlamadır– ve dolayısıyla özel okullara getirilen kısıtlamalara tabidir. Tabi olmayacaksa, bunun ayrıca belirtilmesi gerekir.
Bu tür kafa karışıklıklarını, belirsizlikleri kökten ortadan kaldırmak için yapılması gereken, bu kurumlara fiilî durumlarıyla uyumlu yasal statüler tanımlamaktır. Tabii, bunun için öncelikle çözüme istekli siyasi bir idare ve irade gerekir.
https://www.agos.com.tr/tr/yazi/29865/statu-uyumsuzlugu-bas-agritmaya-devam-ediyor
İlk yorum yapan siz olun