Melih Kohen
Askerliğimi 2000 yılında Suriye sınırındaki İskenderun 7. Deniz Uçak Savar Taburu’nda yaparken, zamanımın çoğunu üniversite mezunu olduğum için Eğitim Büro’da bana verilen brifinglere istinaden eğitim sunumlarının dokümanlarını hazırlayarak geçiriyordum. Anlamını bu gün dahi kavrayamadığım bir şekilde, sınır komşumuz Suriye’den değil de, o dönem aramızda gözle görünen hiç bir sorun olmayan İsrail’in muhtemel hava saldırısı karşısında alacağımız tedbirler üzerineydi derslerin çoğu. Birlikteki tek Yahudi olarak, göğsümde taşıdığım Kohen soyadı, hayatlarında ilk defa bir Yahudi gören kuralarımın dikkatini çekiyordu sıkça; ‘Nerelisin?‘ diye soruyorlardı, ‘anam Türk, babam Alman‘ deyip işin içinden kolayca çıkabilmek varken, eveleyip gevelemeden ‘Yahudiyim‘ diyordum yekten. ‘Olsun,‘ diyorlardı, ‘ziyanı yok…‘ Şanslıydım ki o zamanlar İsrailliyle Yahudinin farkı halen biliniyordu ve Türkiye’ye saldırması beklenen düşman ben değildim…
Askerlik yapmış olanlar iyi bilirler, askerde devrecilik çok önemlidir, yeni gelen askerler tüm ayak işlerini yapar, tuvalet temizleme, bulaşık yıkama, en kötü yatakta yatma, hatta küfür yeme, taciz edilme, bazen de tartaklanmadır yenilerin kaderi.. Bu eziyetler sonra gelecek devreye kadar sürer gider. Ta ki, bir gün alt kuralar gelip, o güne kadar ezilenler onları ezmeye başlayana kadar.
Kısa dönem er olarak yaptım askerliğimde, üniversite mezunları bu ezilme – ezme döngüsünden muaftı. Okumuş adama halen değer verildiği günlerdi onlar. Anadolu’nun bağrından gelmiş kardeşlerimizin sıkıntılarını, sorunlarını dinler, dilimiz döndüğünce akıl verir, elimizden geldiğince destek olurduk. Uzun dönem erler de bunun karşılığında kibarlık yapar, yemek kuyruğunda bize sıra beklemememizi, öne geçmemizi, tuvalet temizliği yapmamamızı, bizim yerimize kendilerinin yapmasını önerirlerdi. Allah şahidimdir, bir gün sıranın önüne geçmedim yemek almak için, bir gün dahi herhangi bir angaryadan kaçmak istemedim kısa dönem er olduğum için. Anca beraber, kanca beraber dedim.
Açık söyleleyim bunu zaten kendi yetiştirilişimden dolayı yapmadım, ama asıl, Yahudi olduğumu bilen arkadaşlarımın, benim kendime yapılmasını isteyeceğim her hangi bir imtiyazı, mensubu olduğum toplumun geneline atfetmesinden korktum. Bu insanların hayatlarında gördükleri ilk, belki de ömürlerinin sonuna kadar tek Yahudi olacaktım, diğer tüm kısa dönemler sıra beklemeden yemek alsalar bile, ben alsam, ‘Ah şu Yahudiler – yemek sırası beklemezler‘ denmesinden korktum. Böyledir azınlık olmak işte, dışardan iltimaslı, torpilli, ‘seçilmiş‘ olmak sanılan şey, aslında bir küfedir insanın sırtında ömür boyu.
Oktay Ekşi gibi hayatında hiç azınlık olmamışlar bilmez bunu, belki de bilir de bilmezden gelirler ki, ‘demokrat’ Cumhuriyet Gazetesi’nin geçen Cumartesi günkü ‘Ne Bitmez İmtiyazmış’ başlıklı köşe yazısına şöyle başlamış yazar:
<<<Benim öteden beri dikkatimi çeker. İhtimal sizin de öyledir:
Örneğin bir törende, bir Almana, bir İngilize, bir İranlı yahut Hinte, “Kardeşim, burada değil de şurada otur. Burası protokol için ayrılmış yerdir” deseniz, fazla bir sorun olmadan o zat, kalkar, gösterdiğiniz yere geçer ama eğer bir Yahudiye, daha doğrusu bir İsrailliye söyleseniz “antisiyonist” yahut “antisemitik” bir beyanda bulunmaktan sorun çıkması işten bile değildir.
İsrail vatandaşlarının yahut da genel olarak Yahudilerin bu dünyada özel (imtiyazlı) bir yeri var da bizim haberimiz mi yok?’ >>>Oktay Ekşi, Ne Bitmez İmtiyazmış, Cumhuriyet Gazetesi, 20 Ocak 2024
Protokol koltukları ve Yahudilik, İsraillilik..
İngilizleri, Almanları, İranlıları, Hintlileri Oktay Bey kadar bilmem ama ömründe bir kez olsun İsrailli birisi ile tanışmış olan bir kimse, herhalde dünya üzerinde porotokol koltuklarına en az önem verecek insanların İsrailliler olduğunu iyi bilir. Evet belki sırada beklemekten çabuk sıkılırlar ve biraz bağırarak konuşurlar, rahat yaşam tarzları ile en şık davetlere parmak arası terlik ve tshirtleri ile gitmekten çekinmez, 5 yıldızlı salonda düğün organizasyonlarında masaya gelen coca cola şişesinden rahatsız olmaz, plastik bardakta şarap içmekten imtina etmezler. Lisanlarında böyle bir kelime olmadığı için Cumhurbaşkanlarına bile, siz yerine sen diye hitap ederken, bey – bayan bilmezken, savaşı haklı bulun ya da sonuna kadar haksız, Cumhurbaşkanı cephede çarpışan oğlunu ziyaret için askeri birliğe gittiğinde, herkes gibi ziyaretçi kuyruğuna girmesine ses etmezler, yaptıklarını beğenmezler ise de akşam evinin önünde protesto gösterisi yapıp, ‘İn aşağı!‘ diye bağırırlar. Ama ne protokol, ne itibar…
Acımasızca başlayan Hamas – İsrail savaşı sürerken, bu savaş dolayısı ile büyük acılar çeken Filistin halkına destek olmak adına, onların yaşadıkları zorluklardan bahsetmek yerine, bir kurgu sahne üzerinden, bir ülkenin insanlarını, bir dine mensup insanların tamamını tek bir kümeye sokup, bu insanların tamamını mesnetsizce ‘İmtiyazcı’ diye yaftalamak ırkçılıktır, bu insan gurubu Yahudiler ise bunun adı antisemitzm, bu yazıyı kaleme alana da evet antisemit denir.
Kaldı ki imtiyazcılık denince benim aklıma hiç bir din veya milliyet çağrışımı yaratmadan nedense başka insan manzaraları geliyor…
Gelişi güzel dağıtılmış çakarlı lambaları ile saatlerce trafikte bekleyen sürücülerin yanından vın diye öne geçenler, ambulansa yol vermek yerine arkasına takılanlar, kendisini durduran polise ‘sen benim kim olduğumu biliyor musun’ deyip yoluna devam edenler, karşı yoldan gelen adam ona yol vermeyince silahını çekip adam öldürenler, sıkışınca telefonuna sarılıp hatırlı dayısını arayanlar, işe alımlarda liyakat yerine sadakat ve torpil düzeni kuranlar, elinde hamili kart yakinimdir kartviziti ile gezenler, bir devlet dairesine işi düştüğünde ‘memleket nire?‘ diye söze başlayanlar, dükkanının önünde buraya kamyon gelecek diyerek yer gasp edenler, park eden komşusunun arabasını çektirenler, askere yeni geleni ezenler, işe yeni gireni üzenler, itibardan tasarruf olmaz diyerek gücü eline alınca kendine hanlar hamamlar yapanlar, kendi okuduğu okulun mezunlarını istediği göreve getirenler, müridi olduğu tarikatın mensuplarını emrindeki kurumlara dolduranlar, ihaleleri kendi köylüsüne verenler, nasıl oluyorsa 5 katlık bölgeye 10 kat bina çıkanlar ve mühim bir vazife aldı diye iş yerlerine bebesini, anasını, babasını yerleştirenler – pişen yemekleri makam şoförleri ile evlerine taşıtanlar geliyor…
İşte böyle Sn. Ekşi, bu Yahudiler, seks adası işletiyor, sinagog altında depremzede çocuk kesiyor, kanlarından ve etlerinden yaptıkları hamburgerleri ve keşfettikleri gazlı içecekleri satarak zenginleşiyor, topladıkları paralarla bomba satın alıp, şantajla iş birliği yaptıkları liderlerin gemicikleri ile bunları sınırlarını en az 50 katına çıkartmak isteyen İsrail’e yollamanın yanında, bir de üstüne üstük imtiyaz istiyor, törenlerde protokole ayrılan koltuklarda da oturmak istiyorlar, kalk derseniz de kalkmıyorlar, sorun çıkartıyorlar…
Bir de utanmadan tüm bunları ifşa eden insanları antisemit olmakla suçluyorlar…
*Yazı yazarın izniyle kendi sosyal medya hesabından sonra Avlaremoz’da yayınlanmıştır.
İlk yorum yapan siz olun