İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Something happened everything is something happened: Manukyan, Erzan, Terim

Tıpkı, Manukyan’ın isminin listenin üstünden buharlaştırılmasına benzer bir hassasiyet. Manukyan şampiyon olamaz, Terim şampiyon olmak zorunda. Manukyan, Hıristiyan Ermeni bir kadın olarak başarılı olamaz, ama Terim de TÜRK sporunda derin izleri olan birisi olarak başarısız olamaz.

Osman Özarslan

Something happened everything is something happened*

Öncesinde sadece bilenlerin bildiği Matild Manukyan ismi, 1991 yılında birdenbire bütün Türkiye’nin gündemine oturdu. Ermeni ve Hıristiyan bir genelev patroniçesi olan Manukyan, Türkiye’nin 91 yılında vergi rekortmeni olmuştu. Sonraki yıllarda da Manukyan’ın 6 kez daha vergi rekortmeni olması, Türkiye’nin tabloid basınında, muhalif basınında, IMF görüşmelerinde, kahve muhabbetlerinde, politik yavanlıkta ve elbette mizah dergilerinde epey konuşuldu. Muhabbetten politikaya herkes kendi meşrebince bu konuda konuşsa da, en fazla sorulan ve muhtemelen en haklı soru şuydu: nerede bu milletin sanayicileri işadamları (evet adamları), nerede TÜSİAD’ın anlı şanlı aileleri, Koçlar, Sabancılar, Eczacıbaşılar?…  

Manukyan, aristokrat bir ailenin kızı olarak iyi bir eğitim almış, Ermeni cemaatinin önemli isimlerinden birisi ile evlenmiş, kocası erken yaşta ölünce hayatını kazanmak için moda terziliğine başlamış ve terzilik yaparken Karaköy’deki genelev hanelerinden birisine ortak olarak iş hayatına atılmış ve kısa sürede kendi deyimiyle “namusuyla kadın satarak” inanılmaz bir servete erişmişti.

Manukyan’ın serveti

Manukyan’a ait bu serveti böylesine ayrıntılı bir şekilde bilebiliyor olmamızın sebebi, Manukyan’ın ticari hayatı boyunca, tüm mal varlığını düzgün bir şekilde beyan etmesi ve bunların vergilerini düzenli bir şekilde ödemiş olmasıdır, ki bu sayede Manukyan 7 kez vergi rekortmeni olabilmiştir.

Öte yandan, Manukyan’ın vergi rekortmeni olduğu 90’lı yıllar, milliyetçiliğin, devletçiliğin, kontra faaliyetlerin yükselişte olduğu yıllardır. Çiller’in A-Takımı Mehmet Ağar, Necdet Menzir, Hayri Kozakçıoğlu karada, denizde, havada her daim hâzır ve nâzırdır.  Köy yakmalar, gözaltında kayıplar, yargısız infazlar, Gazi Mahallesi provakasyonu, Kürt işadamları ve yeraltı dünyasına ilişkin infaz listesi, Susurluk kazasında ortaya saçılanlar 90’ların yalnızca küçük bir kısmıdır.

Bu yıllarda, Terim’in başını çektiği milliyetçi futbol dünyası yükselişte, milliyetçiler ile cemaatçiler stadlarda temsiliyet yarışındadırlar. Stadlar, 60-70’lerin taraftarlık kültüründen uzaklaşarak,  aryan ırkın circus maximus’u olmakla cemaatin kültür endüstrisinin ayinsel mabedi olmak arasında gidip geliyor.

Gol attıktan sonra şükür namazı kılanlar, asker selamı duranlar sonraki yıllarda Kıraç’ın ‘sen de bir mehmetsin’ türü karikatürize milliyetçi çiğliğine ilham verecek rutin ritüellerdir stadlarda.  

Sonuç olarak, 90’lı yıllar holigan milliyetçiliği ve tribün politizasyonunun birbirlerini karşılıklı olarak besledikleri ve 90’lar militarizminin değirmenine su taşıdıkları yıllardı.  

Futbolda militarizasyonun pek çok aktörü olmakla birlikte, köprülerin altından çok sular aksa da, her devrin adamı Fatih Terim’di.  Galatasaray’da başarısız olunca Milli Takım’da Milli Takım’da başarısız olunca Galatasaray’da yeri hazır olan, tükenmeyen itibar Fatih Terim.

İşte bu militarizasyon ve milliyetçileşme süreçlerinde, Manukyan gibi, Ermeni, Hıristiyan ve elbette KADIN birisinin vergi rekortmeni olması, devletin mahremiyetine ve milliyetçi testesteron yoğunluğuna ağır geldi.

Ağır geldi dediysek, gene zevahirde sıva işleri.

Kimse seks işçiliğini esastan tartışmadı. Seks işçisi kadınların vesika üzerinden damgalanması ve köleleştirilmesi de kimsenin umurunda olmadı. Bu kadınların hayatının cehenneme dönüyor olması ile ilgili bir araştırma ve ıslah planı da yapılmadı. Dahası bu kadınların fuhuş yapmak zorunda kalmasına ilişkin sosyal tertibat ve çeteler pek çok biçimde ifşa olmasına rağmen, burada da ölü taklidine devam.

Fuhuş meselesinde yapılmayan, ıslahatın vergi sisteminde yapılmasının teklif bile edilemeyeceğini herhalde söylemeye gerek yok. Ama bir mesele gene de önemli, Ermeni bir genelev sahibi, üstelik Hıristiyan, Türkiye’nin vergi rekortmeni olamaz. Ama ne fuhuş sektöründe ne de vergi sisteminde ıslah yapılamayacağına göre, zevahiri kurtarmanın simyası, sıvamaya devam. Ne vergi sistemine ne de genelev sömürü sistemine dokunmadan Manukyan’ı listenin aşağısına kalem oyunlarıyla itmenin yöntemini Yusuf İleri şöyle anlatıyor:

“Şu halde Manukyan’ı vergi rekortmeni yapan mevzuat yeniden ele alınmalıydı. Manukyan’ın vergi rekortmeni olduğu 1994 öncesi dönemde kurumlar vergisi oranı yüzde 46 idi. Bu dönemde şirket kârlarının dağıtılması halinde ortaklarca elde edilen kârların beyanı zorunlu değildi.

Böyle olunca büyük tüccar ve sanayici ile tarım kesiminin kazançları şirket kazancı olarak şirket bünyesinde vergilendiriliyor; kurumlar vergisi rekortmenleri listesine bu şirketlerin ismi geçiyordu. Bu büyük şirketler büyük kârlar dağıtsa bile bu kârları sağlayan sanayici ve tüccarın ismi gelir vergisi beyannamelerine ve dolayısıyla vergi rekortmenleri listesine geçmiyordu. Buna karşın Manukyan gelir vergisi mükellefi idi. Kira gelirleri, işletmecilik vb. bütün kazancı kendi ismiyle verilen tek beyannamede toplanıyordu. Yani bir bakıma taşlar bağlanmış, Manukyan’a vergi rekortmeni olmasının yolu açılmıştı. Şimdi yapılması gereken bu tutarsızlığı gidermek, dağıtılan şirket kârlarının gelir vergisi beyannamelerinde gösterilmesini zorunlu kılan bir düzenleme yapmaktı.

Bu da bir yasa meselesiydi. İşte bu amaçla çıkarılan 3946 sayılı Yasa 30.12.1993 tarihli 21804 sayılı Mükerrer Resmi Gazete’de yayımlandı. Yasanın, 1994 yılında yürürlüğe giren hükümleri Manukyan’ın vergi şampiyonluğunu ilanihaye sonlandıracak hükümler taşıyordu. Yasa, kurumlar vergisi oranını yüzde 46’dan yüzde 25’e indiriliyor, (bazı teknik hesaplamalarla) dağıtılıp dağıtılmadığına bakılmaksızın kazanç üzerinden ayrıca yüzde 20 oranında gelir vergisi stopajı yapılmasını öngörüyordu.

Bu yasa dağıtılan kâr paylarına beyan zorunluluğu getirerek Manukyan’ın şampiyonluğunu sonlandırıyordu. Ne olur ne olmaz dağıtılan kâr payları yeterli gelmez diye ayrıca bu dağıtılan kâr paylarının 1/3’ünün vergi alacağı adı altında hesaplanarak kâr paylarına ilave edilmek suretiyle gelir vergisi beyannamesinde toplanmasına imkan sağlıyordu. Bu ‘vergi alacağı’ olarak beyan edilen tutar, yine beyanname üzerinde hesaplanan gelir vergisinden indiriliyordu. Böylece bir taşla iki kuş vuruluyor; Manukyan’ın vergi şampiyonluğu tarihe tebliğ edilirken, büyük tüccar ve sanayici vergi yükü arttırılmadan vergi rekortmeni listesinin sıra başlarına yerleşiyordu.”

Manukyan ve 90’lara, futbol ve Fatih Terim milliyetçiliğine nereden geldik. Elbette, zevahirden. Manukyan, mesleği bir kenara, yasal çerçeveler içerisinde “vergilendirilmiş kazanç kutsaldır” düsturu çerçevesinde hareket etmiş, Ermeni, Hıristiyan bir KADIN olarak en azından devlet karşısında dürüst bir tutum takınmıştı. Ama devletin mahremiyeti, milliyetçiliği ve mukaddesatçılığı bu durumu kaldıramamış ve seks işçiliği ya da vergi alım politikalarında esastan düzenlemeler yapmak yerine, göstermelik düzenlemelerle Manukyan’ı görünmez kılmışlardı.

Şimdi Türkiye 15 gündür, bir skandal ile sarsılıyor. Skandal ismini bizzat Fatih Terim’den alıyor: Fatih Terim Fonu (eee yiğit namıyla anılır, ne güzel).

Burada iki mesele var:

Birincisi, Fatih Terim’in bir tür masonik tarikat gibi özenle büyüttüğü bütün futbolcular ve akrabaları bu dolandırılma hikayesinin muhatapları. Yani bankacı Seçil Erzan önce Fatih Terim’i sonra da etrafında Emre Belözoğlu, Arda Turan gibi ne kadar, testesteronca bol akıl ve izanca kıt insan varsa hepsini çembere dahil etmiş. Akıl almaz faiz oranlarıyla bir tür saadet zinciri (eskiden buna titan titana denirdi) kurmuşlar. Seçil Erzan’ın Terimgillere takdim ettiği biçimiyle “bu fon, Denizbank yöneticilerinin özel olarak çalıştığı, yüksek getirili” bir fonmuş ama sistem gayri-resmi olarak çalışmalıymış. Yani, gelirin yüksekliği muhtemelen vergi kaçırma ya da kara-para gibi kontrolsüz sermaye ile ilişkilenerek mümkün olacak.  

Yani bu askerliklerini banka şubelerinde yapmış olan, vatanlarına sevgilerinin büyüklüğü kaçırdıkları vergi kadar olabilen testesterondan milliyetçisi futbol guruları, parayı çuvallarla teslim ederek, devletin kontrol alanlarının dışına çıkarmışlar. Tabii para çuvala girince, “devlet başa, kuzgun leşe”, “vatan için canım feda”, “her Türk asker doğar” filan hak getire, nasıl olsa bir ara bir asker selamıyla minare kılıflanır, mızrak çuvala sığdırılır…

Aslında, yaşanan olay 1990’ların sonunda, Demirel’in yeğeni Murat Demirel ve Uzanların da aralarında bulunduğu bir takım insanın karıştığı karmaşık banka hortumlama sisteminin bir replikası. Demirel’in yeğeni olan Demirel, naylon fatura, vergi kaçakçılığı, paravan şirketler aracılığı ile kamu bankalarının içini boşaltmıştı. Uzanlar ise,  iki odalı mevduat sistemini İmar Bankası vurgununda kurumsallaştırmışlardı. İlk mevduat biçimi klasik bankacılık sisteminde kullanılan, devletin denetiminde vergili ve garantili hesaptı, ikinci hesap türü ise ‘gizli’ denetimsiz, vergisiz ve elbette garantisiz hesaplardı. Buralarda gelir vaadi çok yüksek olduğu için, 2000’li yıllar Türkiye’sinin sosyal panoramasının görünümlerinden birisi de İmarzedelerdir.

İkinci mesele ise, Fatih Terim Fonu dolandırıcılığı ismiyle kamuoyuna duyurulan bu skandaldan, yavaş yavaş Fatih Terim’in isminin siliniyor olması. Elbette Fatih Terim, dolandırıcılığa önayak olmuştur, futbolcularını dolandırmıştır diye bir iddiamız yok, zaten bu yönde bir bulgu da yok. Fakat şurası en azından ortada gezen adliye tutanakları ve sosyal medya ifşaları bakımından açık ki, Fatih Terim bu fonun ilk zamanlarında burada bulunmuş, para yatırmış, kızını ve çevresindekileri teşvik etmediyse bile en azından uyarmamış ve, hep kazandıran bir marka olarak, bu fonun kendi ismiyle anılıyor olmasından rahatsızlık duymamış.

Bu arada tüm bu işler devletin vergisiz kör noktalarında yapılmış. Terim reis bundan da rahatsız olmamış. Ama, her şeye rağmen, bazı eller Terim’in bu işlerde anılmasından, bu dolandırıcılık fonunun Terim’in adıyla anılmasından rahatsız, ki onun adını bu işten buharlaştırıyorlar.

Tıpkı, Manukyan’ın isminin listenin üstünden buharlaştırılmasına benzer bir hassasiyet. Manukyan şampiyon olamaz, Terim şampiyon olmak zorunda. Manukyan, Hıristiyan Ermeni bir kadın olarak başarılı olamaz, ama Terim de TÜRK sporunda derin izleri olan birisi olarak başarısız olamaz. Bu ülkede mesela Çiller dolandırılır, ordu dolandırılır, Tayyip Erdoğan kendi beyanı ile kandırılır, ama Fatih Terim dolandırılamaz.

Fatih Terim’i dolandırıldığında bile dolandırılamaz kılan dokunulmazlığı, onun manevi şahsiyetinin, naçiz bir beden olmaktan öte, acaba tam da onun temsil ettiği zevahir milliyetçiliğinin kağıttan kaplanı olması gerçekliğinin mücessem hali olarak, dokunulmaması gerekliliği mi?


* 17 Ekim 2007 tarihinde, Yunanistan-Türkiye milli maçı sonrası Fatih Terim’in tercümanı olmasına rağmen, kendi İngilizcesi ile yaptığı konuşmanın devamı: “it doesn’t matter for us, for me. big games easy than the other games, unfortunately. everytime is we have the control the games, under the control the games, during the games, we have the some possibility, some big chances, some big okazyon, something like that but, what can i do, sometimes. it is the football, that is the football. something happened everything is something happened. but anyway, now is in the tabele, we have to see the situation, now is second position, and, one point more, i don’t want to see the back, i want to see the front and i hope so tomorrow my team’s …”

https://www.gazeteduvar.com.tr/something-happened-everything-is-something-happened-manukyan-erzan-terim-makale-1649214

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın