Türkiye Ermeni toplumunda, Bedros Şirinoğlu’yla temas etmeden gazetecilik yapmak neredeyse olanaksız. Aslında çok zevklidir başkanla çalışmak, hele ki söyleşi yapmak. Gel gör ki hem zevklidir hem de zor. Zevkli olmasının temel nedeni Şirinoğlu’nun açık sözü olmasıdır. Zor olmasının nedeniyse mükemmeliyetçiliğidir. Samimi konuşur ama bir o kadar da titizdir.
Bir bakarsınız yayımlanan bir söyleşiden sonra, herkes benim bu ifadelerle konuşmadığımı biliyor, bu yapay kaçmış, diyebilir. Bir de bakarsınız, yayımlanandaki üslubun düzeyinden hoşnut olmayabilir. Biz de kendisine sözün yazıya aktarılmasında bu tip durumların kaçınılmaz olduğunu ve önemli olanın mesajlarının doğru algılanması olduğunu anlatmaya çalışırız.
Başkan mükemmelliyetçi olduğu kadar, iyi de bir dinleyici olduğu için bu tip durumlar soruna dönüşmeden ortadan kalkar. Zaten öz eleştiri mekanizmasını da sürekli canlı tutar ve aklındakileri birer birer paylaşır. Odak noktasında hep topluma olan özenini sergilemek vardır.
Bugün yayımladığımız söyleşi için şöyle karar kıldık: Başkan kendi üslubuyla konuşacak, biz de kendi üslubumuzla yazacağız. Kısacası, eski köye yeni adet getirmeyelim dedik.
İşte Bedros Şirinoğlu’nun cemaatimize en yeni mesajları…
*
– Başkanı bulunduğunuz Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Vakfı Yönetim Kurulu’nun cemaat basınında yayımlanan son duyurusuyla ilgili neler söyleyebilirsiniz?
– Bildiğiniz gibi hastane vakfı Türkiye Ermeni toplumunun sivil ya da cismani, nasıl demeyi uygun bulursanız, merkezi durumunda. Bu sadece cemaatimizin en büyük vakfı olmasıyla ilgili değil. On yıllardan bu yana şekillenen yönetsel içtihatımız net olarak ortada. Hastane vakfı hem potansiyeli hem de ürettiği hizmetlerin çeşitliliğiyle toplumumuzun bir anlamda lokomotifi. Çoğu zaman tüm bunların sadece vakfın tasarrufundaki kaynakların büyüklüğüyle ilgili olduğu zannedilse de, durum o kadar yüzeysel değil. Hastane bütün toplumsal sistemimizin ve dayanışma mekanizmamızın hem bir simgesi hem de bir bakımdan abidesi.
İşte tüm bu etkenler bizim sürekli toplumun nabzını tutmamızı gerektiriyor. Bu prensibi yaşama geçirmek aslında o kadar da kolay değil ama fazla derinleşmeye zannediyorum gerek yok. Ama şu kadarını söyleyebilirim: Sadece parmağımız toplumumuzun nabzında değil, elimiz de sürekli bu cemaat için yüreğimizde. Bu son duyurumuzu da bu noktadan itibaren yayımlamayı uygun gördük. Çalışma arkadaşlarımla sürekli bu toplum için en iyisini ve en doğrusunu yapabilme motivasyonuyla hareket etmekteyiz. Gerçi bugünün dünyasında herkesin kendi iyisi ve doğrusu var ama yine de biz değerlendirmelerimizi toplumsal sorumluluklarımızın ışığında yapma, cemaatimizin ortak çıkarlarını gözetme çabasındayız.
– 2023-24 döneminin başındayız. Bu hafta sonunda ilk sevgi sofrası düzenlenecek ve vakıflarımız için yine bir maraton başlayacak. Okullarımız için düzenlenecek bağış toplama kampanyaları öncesinde hem beklentiler büyük hem de endişeler derin. Siz bu aşamada neler söylemek istersiniz?
– Öncelikle söylemek isterim ki endişeler, ne kadar da derin olsa hepimizin. O endişelere karşı mücadele ederken en önemli mesele herkesin yalnız olmadığını bilmesi. Bu bizim mücadele gücümüzü ve dayanışma irademizi arttıran temel faktör. Zaten hiçbirimiz tek başımıza, birlikte olduğumuzdan daha güçlü olamayız.
Öte yandan şöyle de bir gerçek var: Biz çok uzun zamandan beri günü kurtararak yaşıyoruz. Yani o endişelere yol açan sebepleri genel olarak ortadan kaldırmaya uğraşmıyoruz. Sadece o sebeplerin sonuçlarını birer yıl, birer yıl ötelemeye çabalıyoruz. Ama üzülerek belirtmeliyim ki bu durum toplumumuzun mücadele ruhunu ve dayanışma iradesini çok örseledi. Biliyorsunuz ben fazla teori insanı değilim, konulara daha ziyade fiili açıdan yaklaşan bir yapım var. Gerçi tabii ki bu ikisi birbirini tamamlıyor ama yine de toplumumuzla daha somut gözlemler paylaşma eğilimindeyim.
Bakın, endişelerle hayli sıcak geçen yaz ayları sonrasında, açıklamamızda da belirtildiği üzere, Türkiye Ermeni toplumunun gündemi 2023-24 öğretim yılının başında da hararetli tartışmalara sahne olmaktadır. Eğitim kurumlarımızın sıkıntıları, mali yetersizlikleri çok uzun zamandan beri cemaatimizin seçilmiş yöneticilerinin çalışma eksenini ve önceliklerini belirlemektedir. İstanbul’daki Ermeni okulları ağı uzun yıllar süren kriz ve çalkantıların kaçınılmaz sonucu olarak bugün adeta bir sırat köprüsünden geçmektedir.
Türkiye Ermeni toplumunun geleceği okullarımızın gidişatıyla doğru orantılıdır. Su götürmez bu gerçeğe karşın, bu kurumların yaşadığı kan kaybını önlemek mümkün olmamaktadır. Dil ve din bilgilerinin aktarımındaki aksaklıklar, bu kurumlardan yetişen gençlerimizin bir sonraki adımda kimlik bilinci ve duyarlılığıyla cemaatimize artı değer katmasını beklemeyi saf bir iyimserliğe dönüştürmüş durumdadır. Toplumumuzun ve vakıflarımızın büyük özverilerinin karşılıksız kaldığı herkes tarafından bilinmektedir. Büyük beklentilere karşın öğretmenlerimize ayrılan bütçeler minimum standartları sağlayabilecek düzeyin çok altındadır. Okullarımız arzulanan iddiayla rekabet edecek seviyeye ne yazık ki sıçrayamamıştır. Dolayısıyla toplumumuzun geleceğini idame ettirecek insan gücümüz de aynı sınırlarla yetinmek zorunda kalacaktır. Sayıca azalan her topluluk gibi, Türkiye Ermeni toplumu da, geleceğe dair hesap yapabilmek için yüksek nitelikli insan malzemesi hazırlamak zorundadır. Dünya vatandaşı olabilecek gençler yetiştiremezsek ya da en azından yetişmesine zemin yaratamazsak, bugünkü mirasımızın aktarılması kuşkusuz hayalden ibaret olacaktır.
Eğitim kurumlarımız için köklü reformların zaman yitirmeksizin yaşama geçirilmesi gerektiğini yıllardan beri toplumumuzun her kesimiyle, özellikle seçilmiş yönetici dostlarımızla paylaşmaktayım. Bunu herkes bilmektedir ve ben bunu bu toplumun geleceği adına, bu toplumun içerisinde antipati toplamayı göze alarak yaptım. Bir bağışçı, bir hayırsever olarak topladığım sempatiyi bu gerçekleri dillendirerek tehlikeye attım. Tüm bunları bilerek, isteyerek ve bu topluma olan sorumluluk hissime sadakat adına yaptım. Ben kesinlikle, hepimizin fahri olarak yürüttüğü bu yöneticilik misyonlarının topluma mavi boncuk dağıtmayı gerektirmediğine inanmaktayım.
– Çok uzun zamandan beri okullarımızın birleştirilmesi gerektiğini, bugünkü koşullarda küçülerek büyümek gerektiğini söylemekte ve de ciddi anlamda eleştirilmektesiniz. Belki de tüm bunları bir nebze daha iyi gerekçelendirmek gerekmiyor mu?
– Aslında benim derdim çok net. Bazı sorularla yüzleşmemiz de şart: Çocuklarımız bize yük mü? Bu toplumun her evladının bir cemaat okulunda eğitim almaya hakkı yok mu? Eğer çocuklarımız bize yük değilse ve de bu toplumun her evladının bir cemaat okulunda eğitim almaya hakkı varsa, mevcut gidişe dur demek zorundayız. Bugün çocuklarımıza büyük sorumsuzluk yapıyoruz çünkü eğitim yaşamımızı yenilemek yerine, kurum koruma görüntüsü altında eğitim sistemimizi total bir çöküşe yöneltiyoruz. Bugün cemaat okullarımıza, sadece maddi durumu iyi olmayan ailelerimizin çocukları gitmekte. Yani insanlar istedikleri için değil, mecbur ya da mahkum oldukları için evlatlarını bir cemaat okuluna göndermekteler. Hiç birbirimizi aldatmaya kalkışmayalım. İşin gerçeği budur ve bu tablo sağlıklı ve gelecek vaat eden bir durum yansıtmamakta.
– Tüm bunlar doğru da olsa, toplumun bazı gerçekleri içselleştirmesi zaman almaz mı? Siz ana hatlarıyla, bu kadar öğrenciye bu kadar okul fazla, demektesiniz. Üstelik başında bulunduğunuz vakıf da okullarımıza aktardığı kaynakları sınırlamakta ve de bu tasarruf cemaat tarafından bir dayatma olarak algılanmakta. Yani açık konuşulacaksa, bunların da dikkate alınması gerekiyor tabii. Nedir peki yaklaşımlarınız?
– Baştan şunu söyleyeyim. Dayatmalarla, yaptırımlarla toplumsal yaşamımızda yol alabileceğimize inananlardan asla olmadım. Ancak yönetsel kararlılık sergilemek de benim gibilerin asli sorumluluğu. Meseleleri hafife almanın en baş göstergesi her zaman popülizme kaçmak olmuştur. Evet, bu kadar okulun bu kadar öğrenci için fazla olduğunu ve okullarımızın birleşmesi gerektiğine inanıyorum. Böylece hem birleşme sayesinde eğitimin kalite ve verimliliği artabilir hem de uzmanların yönlendireceği bir reform süreci sayesinde nitelikli gençler, insan gücü hazırlama yolunda bir hamleye zemin yaratılabilir. Mevcut düzenin sürdürülebilir olmadığını artık kabul etmemiz şarttır. Bazı şeylerin bugün olduğu gibi kalması mümkün değil. Hem zaman hem de bu toplum değişirken bu eğitim sistemini olduğu gibi korumayı hedeflemek bir tabuya dönüşmüş durumdadır. Oysa ki eğitim kurumlarımızın ve genel olarak toplumsal yapımızın dönüşmesinin yollarını aramalıyız.
Öngörülerimizin doğruluğu, yaptığımız uyarıların yerindeliği zamanın akışı içerisinde sürekli teyit olmaktadır. Üzülerek ve buruklukla izlediğimiz üzere, zaman içerisinde geçerliliği ve güncelliği yenilenen tüm çıkışlarımız sadece bize karşı bir infial dalgası yaratmaktadır. Yaptığımız reform çağrıları toplumun her kesimine okullarımızın kapatılmasından yana olduğumuz şeklinde sunulmaktadır. Sistem çöküşe doğru hız kazanırken, bu gidişi durdurması gerekenler bir günah keçisi bulmuş olmanın hafifliği içerisinde davranmaktadır. Toplumumuzun ortak akıl tutulmasının, bu yaratılan günah keçisinin on yıllar boyunca okullarımız için büyük bağışlar yapmış olduğu gerçeğinin dahi unutulması boyutuna varmış olmasıysa ayrı bir endişe vesilesidir.
Okullarımızdan alınan verimin bu denli düşük olması, reformların gecikmesiyle kan kaybının artması, belli bir zamandan beri toplumumuzun kaynaklarının tasarruf edilmesi bakımından bir israf ortamı yaratmış bulunmaktadır. İşte bu noktadan itibaren Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Vakfımız’dan okullarımıza aktarılan kaynaklar gözden geçirilmiştir. Çok üzülerek de olsa benimsenen bu yöntem, hastanemizin asli işlevinin toplumsal sorumluluklarının düzleminden kaymasını engellemeye yöneliktir.
Toplumsal yaşamımızda yakın geçmişe kadar söz konusu olan yönetsel yorgunluk nedeniyle bu reformların yapılamamış olması da göz ardı edilmemelidir. Uzun zaman yapılamayan seçimler nedeniyle doğan yönetsel bitkinlik ne yazık ki en fazla okullarımızı etkilemiştir. Yöneticiler irade sergileyebilecek öz güveni bulamamıştır. Bu irade eksikliklerinin üzerine gelen nüfuz mücadeleleri ve kısır çekişmeler ise süreci daha da tıkamıştır. Vakıf yöneticilerimiz ülkemiz ekonomisindeki gidişata göre konumlanabilmek açısından sıkıntılar yaşamıştır. Sözün kısası, her boyutuyla çeşitlendirilmesi, ayrıntılandırılması mümkün olan bu zor koşullar ve yönetsel kaosun eşiğine varmış olan bu konjonktür, vakıflarımızın bugünkü seçilmiş yöneticilerinin karşısına ağır bir miras olarak çıkmıştır.
– Peki şimdi hastane yönetimi tutum değişikliğine mi gidiyor? Bu son duyurudan bu anlamda ne çıkarımlar yapılabilir?
– Bizim açımızdan bir tutum değişikliği söz konusu değil. Kaldı ki tutum değişikliğine gitmek gerekirse de, toplumun yararına olacaksa hiç çekinmeyiz. Biz öyle kompleksleri olan, cemaatten kopuk bir yönetim değiliz. Ama aslında bu sorduğunuzun yanıtı zaten duyurunun içeriğinde var. Hastane vakfı yaptığımız tüm uyarılara ve reform çağrılarına karşın, bugüne dek asla okullarımıza katkısını durdurmadı. Biz bu vakfın bu cemaatin dengelerinin güvencesi olduğunun bilincindeyiz ve bu sorumlulukla da davranmaktayız.
Bakın, azınlık vakıfları arasında kaynak aktarımına olanak sağlayan yasal düzenleme 2011 yılında yapıldı. Bu yasanın kabulünden sonra, vakfımızın birikimi olan öz kaynaklarımızdan her yıl cemaat okullarımızın bütçe açığının kapatılması ya da dengelenebilmesi için düzenli olarak aktarımlarda bulunduk. Bugüne dek 2 milyon 100 bin Amerikan Dolarına eşdeğer kaynak aktardığımız net bir gerçektir. Dediğim gibi, bu durumun duyurumuzda da açıkça altı çizilmiştir. Bu yıl da okullarımıza 5 milyon lira aktaracağız ve bu rakam geçen yıl aktardığımızın neredeyse iki katına eşdeğerdir. Bunu enflasyon ortamında kazandığı anlam itibarıyla paylaşmayı uygun addetmekteyim.
Hastanemiz her zaman kaynaklarını maksimum şekilde cemaatimize seferber etmiştir ve bundan sonra da tereddütsüz aynı şeyi yapacaktır. Ancak hastanemizin kaynaklarıyla hesapsız kitapsız maceralara girişmek ya da popülist duygusallıklara kalkışmak bizlerin müsamaha edebileceği bir konu değildir.
Şimdi siz de sorunuzu bence bu bakımdan yeniden değerlendirin. Bu toplumda kim kime dayatma uyguluyor? Ayağımızı yorganımıza göre uzatalım, diyen hastane mi dayatmacı yoksa günü kurtarmak için onun kaynaklarını müsrifçe tüketmek için yönetim kurulumuzun üzerinde toplumsal baskı yaratmaya çalışanlar mı? Üstelik de o toplumsal baskı bu toplumu manipüle ederek oluşturuluyorsa… Neyse bu kadarla yetineyim.
– Peki önümüzdeki döneme dair beklentileriniz nelerdir?
– Yaklaşık bir yıl önce yapılan seçimlerle vakıflarımızın yönetimini üstlenmiş olan mevcut yönetici dostlarımız, bugün gerçekten enkaz devralmış durumda görev yapmakta ve vakıflarımızın sorunlarıyla boğuşmaktadır. Sıkıntıların çözümü için yaratılan zeminin hızıysa, eski sorunların tezahürlerinin büyüme hızıyla ne yazık ki ters orantılıdır. Mali yetersizlikler, yeni seçilmiş yöneticilerin görev yaptıkları vakfa vizyonlarını yansıtmasına engel olmaktadır. O vizyonu yansıtmak için yeterli kaynağı olan vakıflarımızdaysa, eski dönemin kangrenleşmiş alışkanlıkları baş göstermekte ve genel bir dayanışma ortamı yaratmaya girişilememektedir. Eğitim alanındaki sorunlarımız, vakıflarımız arasındaki ilişkileri daha yatay hale getirmekle mümkün olabilecektir. Ancak şu anda durum tam tersini göstermektedir.
Tüm bunların ışığında yeni seçilen vakıf yöneticilerimiz, toplumsal desteğe sahip olmalarına karşın, eğitim kurumlarımızın gidişatını istikrara kavuşturabilmek için hiçbir kaynağa sahip değil. Bu durum hem onlar açısından bir adaletsizlik hem de onları iş başına getiren toplumsal iradeye karşı bir saygısızlıktır. Evet, eğitim kurumlarımızın ağı köklü bir reformdan geçmelidir. Evet, şu andaki öğrenci sayımıza ve potansiyelimize göre bu kadar okul fazladır. Evet, şu andaki durumu korumak için sergilenen duygusal ısrar bu toplumun geleceğini ipotek altına almaktadır. Evet, bütün bunlar doğrudur; ancak bir o kadar bariz olan diğer gerçekse, tüm reformların soğukkanlı ve uyumlu, karşılıklı güvene dayalı bir zeminde değerlendirilmesi ve hazmedilmiş, uzmanlar tarafından gerekçelendirilmiş bir temelde alınacak kararlarla yaşama geçirilmesinin zorunluluğudur. Zamanı iyi kullanarak ilerlemek, sıkıntıları denetlenebilir sınırlar içerisinde tutarak tasarlanacak bir süreçle yol alınması gerektiği aşikardır. Ancak bugünkü yöneticilerimiz bu olanaktan mahrumdur. Deniz bitmek, kaynaklar tükenmek üzeredir. Ülkemizde kitlelerin alım gücünü sınırlayan ekonomik ortamda, vakıf yöneticilerimizin cemaatimizin geniş kesimlerinden özveri bekleme olanağı da yoktur. Bu sıkıntıların önümüzdeki dönemde aşamalı olarak hafifleme ihtimali olsa da, okullarımızın mali sorunlarının yükünü aşmayı, zamana yaymakla tasarlamak şu anda kesinlikle gerçekçi değildir.
Büyük resme bakıldığında, vakıf yöneticilerimizin görünür gelecekte, kendi iradelerinden bağımsız çeşitli dayatmalarla, okullarımızla ilgili bazı radikal kararlar almak zorunda kalacağı net olarak gözükmektedir. Ölçüp biçmeye, değerlendirmeye zaman bulamadan, bazı yöneticilerimiz yönettikleri vakıfların ukdesindeki bazı okullarımızı bir çırpıda kapatmak zorunda kalacaktır. Reform çağrılarımız zamanında yapılan bütün demagojilere karşın, kapanacak her okulumuzun geri dönülmez bir kayıp anlamına geleceği sürekli aklımızın bir köşesindedir. Hazırlıkları özenle yapılmamış reformlarla, gerçek ihtiyaçları saptamadan ve toplumun vicdanında karşılık bulmayacak adımlarla, zarureten alınacak okul kapatma kararları cemaatimizde sarsıntıya yol açacaktır.
Bu aşamada yeni seçilen vakıf yöneticilerimize, eğitim kurumlarımızın gerçekçi bir reformdan geçirilmesi altyapısını hazırlamaları için zaman yaratmak ertelenemez bir zorunluluk niteliğindedir. Bu noktadan hareketle, sevgi sofraları olarak bilinen kurumlarımızın yıllık bağış toplama kampanyaları öncesinde, Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Vakfımız’ın kaynaklarından cemaat okullarımızın yıllık bütçelerinin denkleşebilmesi için yardım aktarımına devam etme kararı almış bulunmaktayız. Yani duyurumuzda da belirtildiği gibi, temelde yeni bir şey yapmıyoruz. Bu karar, toplumumuzun iradesiyle seçilmiş yöneticilerimizin çaresizliklerle, sonradan pişman olunacak uygulamalara gitmek yerine, objektif gerçeklerin ışığında sağlıklı ve tutarlı bir ufka yönelmesine zemin yaratma amacıyla alınmış bir adımdır. Çıkış noktası gayet açık, hedef ve beklentileri cemaatimizin dengeleri ve istikrarı dikkate alınarak belirlenmiş bu tutumun, hastanemizi hiçbir açıdan risk altına sokmayacak şekilde yürütüleceğinin de cemaatimiz tarafından bilinmesinin isabetli olacağı düşüncesindeyiz.
Bu girişimin pasiflikle zamanın dayatmalarına boyun eğmek yerine, ortak akılla makul çözümlere yönelmeyi teşvik edeceği umudundayız. Yarınlarımızın tek güvencesi, bugünümüzün iyi değerlendirilmesidir.
– Ortaköy Kilisesi Vakfı’nın düzenlediği son toplantıda, ERVAB’ın yeni kurulan Eğitim Komisyonu’nun başkanı Aksel Topalyan da sizin işaret ettiklerinizi genelde paylaşan ifadeler kullanmakla birlikte, hastaneden yardım yapılmadığını da belirtmeden edemedi. Bu konuda ne düşünmektesiniz?
– Ne yazık ki o toplantıya bir son dakika mazereti nedeniyle, üzülerek de olsa katılamadım. Ancak konuşulanlardan genel olarak haberdarım. Aksel Topalyan sevdiğim bir yönetici dostum. İş dünyasındaki yükselişini zaten gururla izliyordum ancak son dönemde, yönetici seçilmesiyle hukukumuz farklı bir zemine oturdu. Mesai arkadaşı olduk bir bakıma, daha yakın olduk. Görüşlerine ve eleştirilerine, gözlemlerine saygı duyduğum bir dostum. Yaklaşımlarımızın ortak bir paydada buluşmaya başlaması sevindirici tabii. Ancak lütfen bir şeyi iyi anlayın. Ben kesinlikle, bak ben dedim ve şimdi oluyor işte, diyerek sevinecek ya da böbürlenecek bir insan değilim. Benim tek meselem bu cemaat için hizmet verirken vicdanımın önünde rahat olmak. Dolayısıyla, Aksel Topalyan’dan ya da bireysel olarak başka yönetici dostlarımdan öte, önümüzdeki dönemde artık bazı adımları almak için çok geç kaldığımız fikrinin seçilmiş yönetici arkadaşlarımızın arasında maya tutmaya başlamasını diliyorum. Bu büyük dönüşümden, bünyesinde okul barındırmayan kilise vakıflarımızı da tabii ki dışlayamayız. Unutmayalım ki bir zamanlar hepsinin yanında ya da bünyesinde birer okul vardı. O zaman nasıl zamana ayak uydurarak bu toplum bugünlere taşınmışsa, bugün de bu cemaati kendi çehresiyle geleceğe taşıyabilmek için aynısını yapmak gerekmekte.
– Ortaköy’deki aynı toplantıda Patrik Hazretleri de hastaneyi içeren, yerine göre sitem ve eleştiri anlamı yüklenebilecek ifadeler kullandı. Hastane seçiminden sonra, toplumdaki ruh bakımından daha farklı bir ortam oluşacağını ifade etti, mealen tabii. Ne düşünürsünüz bu konuda?
– Bunlardan haberim var tabii. Patrik Hazretleri aynı toplantıda, kendisinin sadece yakın geçmişteki pandemi koşulları ortamında okul kapanmasına karşı çıktığını söylediğini de biliyorum. Dolayısıyla bugün pandemi ortamı bitmiş olduğuna göre, buradan görüşünün değiştiği anlamını çıkartanlar da var. Bunların hepsi bana geliyor, aynı benim söylediklerimle ilgili yorumların kendilerine de gittiği gibi. Toplumsal mekanizmalarımızı iyi ve kötü taraflarıyla hepimiz biliyoruz. Hepimiz zaman zaman mağdur da olsak yine de bir noktada, değişmesini istediğimiz o mekanizmalara mahkum da oluyoruz.
Patrik Hazretleri’yle her konuda, hatta çoğu konuda hemfikir olmadığımı gizleyecek değilim. Burada ayıp ya da yakışıksız bir durum olduğunu da düşünmüyorum. Bugüne dek kendileriyle kamuoyu önünde çok sert polemiklere de girdiğim olmuştur. Hoşuma mı gitmiştir? Tabii ki hayır. Peki pişman mıyım? Cevabım yine hayır. Her dediğimin ve her yaptığımın arkasındayım. Beni çoğu zaman sinirli ve kontrolünü yitiren bir figür olarak öne sürmekteler. Ben imaj peşinde değilim, hiç olmadım ve kendi cemaatimin önünde olduğum gibiyim. Herkes benim iyi tarafımı da kötü tarafımı da bilir. Yani benim günün patriğine olan saygım, onu eleştirmeyeceğim anlamına gelmez. Ben geçmişteki diğer patriklerimizle de polemikler yaşadım. Rahmetli Karekin Kazancıyan ve Rahmetli Mesrop Mutafyan Patriklerimiz’le az mı tartıştık? Genel Vekilliği döneminde sevgili Aram Ateşyan Srpazanımız’la az mı tartıştık? Ama hepsiyle de son kertede ortak bir dil bulduk. Ben eminim bir gün şimdiki patriğimiz Başepiskopos Sahak Maşalyan’la da aynı frekansı yakalarız. O zamana kadar da herkes bilsin ki hem kendisinin hem de toplumun her kesiminin eleştirilerinden hep yararlanma gayretindeyim. Bana yapılan eleştirilerin, bazılarının mesnetsiz hatta art niyetli olduğunu bilmeme rağmen, yerine göre sert tepki göstermeme rağmen, hiçbirisini kulak arkası etmem.
Bu Ortaköy’deki konuşmanın içerdiği ifadeler yüzünden Patrik Hazretleri’yle yeni bir polemik yaşamak için hevesli değilim. Bu hastanenin her zaman için toplumda dayanışma ruhunu desteklediğini de tekrarlamama gerek yok. Patrik Hazretleri bu ruhun canlanması ya da yerleşmesi için hastane seçimlerinin yapılmasını beklemekteymiş. O da tabii kendi bilecekleri konudur, ben karışmak istemem. Geçtiğimiz günlerde sizin de yazmış olduğunuz gibi, toplumun sorunlarının çözümü yolunda harekete geçmek için hastane seçimlerinin yapılmasını beklemek sadece biriken sorunları biraz daha ötelemek anlamına gelecektir. Ama onun ötesinde tabii ki bir an önce hastane seçimlerinin de yapılmasını dört gözle beklemekteyiz, o da tamamen ayrı bir mesele.
– Peki isterseniz bu konuyla bitirelim. Ne olacak hastane seçimleri? Yönetmelik ne zaman yayımlanacak? Sizin adaylığınız ve cemaat çevrelerinde konuşulan diğer adaylıklarla ilgili neler söylemek istersiniz?
– Evet, dediğim gibi hastane seçimlerinin yapılmasını sabırsızlıkla beklemekteyiz. Bir yıl kadar önce, uzun bir bekleyişten sonra tüm vakıflarımızın seçimleri yapılabildi. Bugün yeni seçilmiş yönetici dostlarımız görev başında. İçerisinde bulunduğumuz yılın sonuna kadar azınlık hastanelerinin seçim tüzüğünün de yayımlanacağı ve hastane vakfımızın yönetim kurulunun da seçimle yenileneceği beklentisi hakimdi. Yönetmelik henüz çıkmadığı için belirsiz bekleyiş devam etmekte ancak geçen yıl yapılan seçimlerden kaynaklanan iyimserliği de korumaya gayret etmekteyiz. Bu iyimserlikle konunun kararlı takibini yapmaktayız ve devletimizin güvencesinde olan haklarımızdan er ya da geç yararlanabileceğimiz umudundayız. Yakın geçmişteki deneyimimiz ortamı gererek somut çözüme gidemeyeceğimizi bize net olarak gösterdi. Dolayısıyla sabır ve kararlılıkla takibimizi sürdürmekteyiz. İlgili mercilerle zaten anlayış, güven ve sorumluluk paydasındayız. Kötümser olmak için bir sebebimiz yok ancak zamanlama meselesi işin püf noktası çünkü bizim irademizden bağımsız.
Adaylık meselelerine gelince. Biz de izliyoruz cemaatimizdeki oluşumları. Hastanemiz bu topluma hizmet etmek isteyenler bakımından hep bir cazibe merkezi olmuştur. Herkesin şevkine ve arzusuna saygımız sonsuzdur. Sonuçta son karar cemaatimiz tarafından verilecektir.
Bizim bu toplumun hiçbir bireyi ya da kesimi için bir temkinimiz söz konusu değildir ve olamaz. Hastanemiz her şeyden bağımsız sağlık hizmeti veren ve cemaatimizin zamanı gelen bireylerini her şeyden bağımsız barındıran bir kurumdur. Burası bir yuvadır ve onun yönetiminin şekillenme sürecini de biz bu ruhtan bağımsız tasarlayamayız, tasarlamak niyetinde de değiliz. Hastanemiz kazanımları bakımından mevcut yönetim kurulu döneminde büyük bir ivme yakalamıştır. Bu gerçek yıllardan beri toplumumuzla her yıl şeffaflıkla paylaştığımız bütçe raporlarında görülebileceği gibi, kısa bir ziyaretle çıplak gözle de gözlemlenebilir. Yönetim kurulumuzun gözeteceği tek hassasiyet bu mirasın sağlıklı bir şekilde aktarılabilmesini sağlamak olacaktır. Yani burada bir prensip meselesi var, kişiler söz konusu değil.
Tabii mevcut ortamı gözlemlediğimizde endişeye sürüklendiğimiz duyumlar da alıyoruz. Aday olacağı söylenen bazı arkadaşlarımız ya da hemfikirleri, toplumumuz ortamında hastanemizin verimli işletilmediğini, dolayısıyla A+ seviyesinde bir gruba kiralamanın daha uygun olacağını söylüyorlar. Yani karşımızda şöyle bir durum var: Bazıları parmakla sayılacak mevcudu olan sınıflarla eğitim yapan okullarımızın birleşmesine, onların isminin yaşayabilmesi adına rıza göstermezken, bu neredeyse 200 yıllık ve tarihinin en parlak dönemlerinden birisini yaşayan hastanemizin adının bir çırpıda silinmesine çoktan razılar.
Faraziyeyle ya da duyumlarla konuşmak pek adetim değildir ama şu kadarının bilinmesini yararlı addetmekteyim. Yönetmelik yayımlanmadan seçim hakkında konuşmak için daha çok erken. Ancak günü vakti geldiğinde, o duyumlarda bahsedilen ihtimaller devreye girecek olursa, aktarım sürecinde meydanın boş bırakılmayacağından bu toplum kuşku duymasın.
ARA KOÇUNYAN
http://www.jamanak.com/content/օրակարգի-նիւթերը/5-10-2023-dobra-dobra-açikça
İlk yorum yapan siz olun