Karabağ’da Azerbaycan ablukasının yarattığı insanî kriz sürerken bölgenin tarihi de yeniden gündemde. Tarihçi Ayşe Hür, Karabağ tarihine dair kaleme aldığı ve daha önce kendi sosyal medya hesabından paylaştığı kapsamlı bir makaleyi Agos okurlarına da sundu. Makalenin ilk bölümünü önceki hafta internet sitemizde yayınlamıştık. Hür, bu bölümde Hocalı Katliamı ve sonrasını mercek altına alıyor.
7 Aralık 1988’de, Ermenistan’da 28 bin kişinin ölümüne neden olan büyük depremden yaklaşık bir ay sonra, Moskova durumun vahametini anlamış ve Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi’ni kendisine (merkeze) bağlamıştı. Ancak, Azerbaycan’dan gelen baskılar üzerine (Eylül ayında Bakü’de 800 bin kişinin katıldığı bir miting yapılmıştı) tekrar fikir değiştirdi ve 28 Kasım 1989’da yönetimi yeniden Bakü Hükümeti’ne devretti. Bakü’de sevinç gösterileri sırasında Ermeni heykelleri yıkıldı, Ermenilerin anısına verilmiş sokak isimleri değiştirildi. Merkezi hükümetin bu gelgitleri bölgenin zaten bozuk olan kimyasını iyice bozdu.
Bunun üstüne tüy diken olay, 13 Ocak 1990 Bakü’de yine resmi rakamlara göre 60 Ermeni 6 Azeri’nin ölümüyle biten olaylar üzerine 19 Ocak 1990’da Kızıl Ordu’nun olağanüstü hal ilan ederek Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi’ne ve Bakü’ye (karadan, havadan ve denizden) harekât düzenlemesi oldu. 17 bin askerin katıldığı harekâtın amacı, Azerbaycan’ın başına Moskova yanlısı Ayaz Muttalibov’u geçirmekti, nitekim öyle oldu. Bunlar olurken sokak çatışmalarında yüzlerce kişi öldü. Bakü’de ölenler yüz binlerin katıldığı bir cenaze töreni ile defnedildikten sonra, Bakü’deki Ruslar ve Ermeniler şehri terk etmeye başladılar. Ermeniler de kendi bölgelerindeki Azerileri (ve Kürtleri) göçe zorlayınca her iki bölge etnik açıdan biraz daha ‘homojenleşti’.
1992 Hocalı Katliamı
Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından 25 Ağustos 1990’da Bağımsızlık Bildirgesi’ni onaylayıp seçimlere giden Ermenistan’da, devlet başkanlığını Karabağ Komitesi’nin en popüler üyesi Levon Ter Petrosyan kazandıktan sonra, Ermenistan siyasetini esas olarak Dağlık Karabağ hassasiyetleri tayin etmeye başladı. Elbette 30 Ağustos 1991’de bağımsızlığını ilan eden Azerbaycan’da da durum farklı değildi. Ancak Muttalibov, Dağlık Karabağ’ı doğrudan Bakü’ye bağladığını açıklayınca, Dağlık Karabağ Ermenilerinin cevabı Eylül 1991’de bağımsızlık ilan etmek oldu.
Azerbaycan aynı anayasanın 78. maddesine referans vererek, tarafların onayı alınmadan iki Sovyet cumhuriyetinin sınırının değişemeyeceğini ileri sürdü. Bu arada hem Muttalibov iktidarını yıpratmak hem de Dağlık Karabağ konusundaki tarihi iddiaları yaşama geçirmek için radikal Azeri milliyetçisi Ebulfeyz (veya Ebulfez) Elçibey’in adamları bölgede örgütlenme ve kışkırtma eylemlerine hız vermişlerdi.
Elçibey 1990’dan beri 500 silahlı adamı ile Ağdam’da yaşıyordu ve Dağlık Karabağ’ın başkenti Stepanakerd’i (eski Hankendi) ablukaya almıştı. Şehir eski Sovyet Kristal ve Grad füzeleriyle sürekli taciz ediliyordu.
Ermeni milisler ise iddialara göre Suriye’nin Bekaa vadisinde eğitiliyorlardı. SSCB Aerflot uçakları Halep-Erivan seferlerinde Ermeni milisleri ve silahları taşıyordu. (Türkiye’deki milliyetçi çevreler bu hattın Türkiye’nin izniyle açıldığını belirterek Demirel hükümetini suçlayacaklardı.)
Yine Azerilere göre eski Sovyet ordusunun 4. ve 7. alayları Ermenilere yardım ediyordu. Sonunda kiminin arzu ettiği, kiminin korktuğu oldu: Gözü kararmış milliyetçi liderlerin uzlaşmazlığı, zaten bir kıvılcıma bakan toplumları birbirine düşürdü. 24 Şubat 1992 günü Ermeni milisler, Sovyetlerin ‘bölgede jandarmalık ve arabuluculuk yapmaktan’ vazgeçtikten sonra geride kalan 366. Motorize Piyade Alayı’nın zırhlı araçları, askerleri ve kurmay heyetiyle birlikte (komutanları olmadan) Stepanakert’in kuzeyindeki Azeri yerleşimi Hocalı’yı (Hocalu) kuşattılar.
O tarihte 6-7 bin Azeri’nin yaşadığı şehir Karabağ’daki tek hava alanına sahip olduğu için stratejik öneme haizdi. Hocalı-Ağdam, Şuşa, Eskeran, Stepanakert yolu bölgenin can damarıydı.
26 Şubat’ta yaşananlar
Hocalı’nın Ermeni milisleri tarafından kuşatılması şehirde paniğe yol açmıştı. Ermeniler halka şehrin doğusundan çıkma izni vermişlerdi, buradan gidenlere müdahale edilmeyecekti. Ancak Elçibey’in kontrolündeki milisler Azerilerin şehri terk etmesini istemiyordu. Çünkü boşalan şehri Ermenilerin işgal etmesi çok daha kolay olacaktı. Ancak, halk 26 Şubat günü panik içinde şehri terketmeye başladı. Ne olduysa bu kaçış sırasında oldu. Başlangıçta kaosa rağmen çıkış mümkün gibi görünüyordu. Ancak çıkıştan epey uzak bir noktada, Hocalı’dan 11 km, Ağdam’a 3,5 km kalan bir yerde, birden silahlar patladı ve ortalık kan gölüne döndü.
Yıllarca, ilk ateşi kimin açtığı, neden sivillere ateş açıldığı, ölü sayısının ne olduğu tartışıldı. Azeri ve Ermeni taraflarının dışında konuya dahil olan uluslararası kuruluşlar da vardı. Her birinin olayı anlatışı, sorumluluğu yüklediği taraf, verdiği ölü sayısı farklı oldu.
Azerilerin iddiaları
Örneğin katliamın yaşandığı 26 Şubat günü Azerbaycan İçişleri Bakanlığı Sovyet Interfaks ajansına olayı ‘etnik temizlik’ olarak tanımlamış (o günlerde ‘soykırım’ terimi kullanılmamıştı) ve Azeri ölü sayısını 100, yaralı sayısını 250, kayıp sayısını 300 olarak açıklamıştı.
Daha sonra, Azerbaycan yetkililerinin de kabul ettiği Helsinki Watch raporuna göre 181 (130 erkek, 51 kadın, 13 çocuk) sivil ölmüştü. Kaç askerin öldüğü raporda yer almıyordu. 300 kadar da rehin olduğu iddia ediliyordu.
Mart ayında Azerbaycanlı yetkililer ölü sayısını 1.234 olarak verdiler, Haziran ayında 927’ye indirdiler. Nihayet Azerbaycan tarafı dünyaya 106 kadın ve 83 çocuğun da bulunduğu 613 Azeri sivilin öldüğü ilan etti. İddialara göre bunların bir kısmı işkencelerle öldürülmüş, organları kesilmişti. Ayrıca 1.275 kişi esir alınmıştı, 150 kişinin de akıbeti bilinmiyordu.
Azeri milislerin Hocalı’nın (ilerde katliamın aslında nerede yaşandığını anlatacağım) intikamı için Maragha köyündeki 45 Ermeni’yi öldürdükleri Nisan ayında, Azerbaycan’ın sabık Cumhurbaşkanı Ayaz Muttalibov, Ermenilerin halka çıkış hakkı tanıdıktan sonra ateş etmesinin mantıksız olduğunu, çıkışı katliama dönüştürenlerin kendisini devirmeye çalışan Elçibey’in milisleri olduğunu ileri sürdü.
Bu tarihte Muttalibov Hocalı Katliamı’ndan sorumlu tutularak Mart ayında istifaya zorlanmıştı yerini Yakup Mamedov almıştı. Ancak eleştiriler üzerine ‘sözlerinin Ermeniler tarafından tahrif edildiğini’ belirtti. İddiasına göre, o cümleler, olayların ardından görüştüğü Sovyet yetkili Artur Mıkhıtaryan’a aitti, kendisini sadece aktarmıştı! Hocalı Muhtarı Mamedov da “Azeri liderler sürekli bize durun, bekleyin, gelip sizi kurtaracağız dediler ama gelmediler, bizi yalnız bıraktılar” dedi.
2005 yılında Azerbaycanlı gazeteci Eynulla Fatullayev, daha çok Ermeni tanıklara dayanan ve Ermenileri aklayan bir rapor yazdı. Ona göre sivil ölümlerine, Muttalibov’u devirmek isteyen Elçibey’in milisleri neden olmuştu. Nitekim, Fahmin Hacıyev adlı bir milis şefi, Hocalı’daki ölümlerden sorumlu tutularak 11 yıl hapis yatmıştı. Ancak Fatullayev bu raporu yüzünden ‘vatana ihanet’ten mahkemeye verildi, 8 yıl hapis ve ağır para cezasına çarptırıldı. Ancak uluslararası baskılar sayesinde cezası affedildi.
Ermenilerin iddiaları
Ermenilere göre ‘serbest koridor’dan gidenlerin arasına Elçibey’in milisleri de karışmıştı. Bunu farkeden Ermeni milisler Azeri milislere ateş açmış, Azeri milisler bu ateşe karşılık vermişti. Sivil halk da Ermeni ve Azeri milislerin karşılıklı ateşi arasında kalmıştı. Ermenilere göre, Elçibey’in milisleri, olayın çapı büyüsün diye sadece Ermenileri değil, Azerileri de öldürmüşlerdi. Böylece olay bir katliama dönüşmüştü.
Hovsep Hayreni’nin paylaştığına göre Askanaz Abrahamyan imzalı ve 28 Şubat 2017 tarihli bir yazıda ise olayın tasviri şöyle yapılacaktı:
“Aslında olan şuydu: Bağımsız yabancı, Ermeni ve Azerbaycan kaynaklarının ve Azerbaycan’ın ilk Cumhurbaşkanı Ayaz Muttalibov’un sözlerinin analizi gösteriyor ki, Ağdam’da bulunan muhalif Halk Cephesi temsilcileri Hocalı sakinlerini ve geri çekilen askeri grupları Ağdam yerine Azerbaycanlılar tarafından kurtarıldığı iddia edilen Ermeni Nahçıvanik köyüne yönlendirerek kasten yanıltmışlardır. Köyün öz savunma güçleriyle çatışıp onlarca kurban verdikten sonra paniğe kapılan Azeriler, Ağdam’a kaçar. Azerbaycanlıların toplu kırımı tam da Ağdam yakınlarında özel görevli kendi askerleri eliyle gerçekleşir. Bu bölge Ağdam’a 3,5 km, Hocalu’ya 11 km uzaklıktadır. Bölge 1993 Temmuz ayının sonuna kadar Azerbaycan silahlı kuvvetlerinin sürekli kontrolü altındaydı. Söylemeye gerek yok, o bölgede Ermeni birliklerinin varlığı imkansızdı. Azerbaycan askerleri, karanlıkta geri çekilen kendi askerlerini ve Hocalı sakinlerini saldıran Ermenilerle karıştırdı ve onları ateş altına aldı. Bundan sonra, halkın cephesi, cesetleri kendi hedeflerine özgürce ‘uyarladı’”.
Hovsep Hayreni’ye göre Ermeni araştırmacı Hranuş Kharatyan’ın 2020 yılındaki savaştan aylar önce Artsakh’ta yürüttüğü geniş bir araştırma sonucu (olayların tanığı olan Ermeni yerli halka görüşmeler yaparak, savaş alanını inceleyerek; Ermenice ve Rusça arşivlerden yararlanarak ) Ermenice yayınladığı Hocalı kitabı (Xocalu “Soykırımı” ve Karabağ İhtilafında Onun Misyonu, Yerevan-2021) konuya yeni açılımlar getirecek kadar önemli. Hayreni’nin ilerde daha ayrıntılı olarak ele almayı vaad ettiği kitapta yazar tanıklıklara ve belgelere dayalı olarak yaşananları şöyle anlatıyor:
“Hocalı’yı kuşatan Ermeni güçlerin kasaba halkına çıkış için anons ettikleri koridor Ağdam’a giden yol olmasına rağmen, Azeri milislerin yönlendirmesiyle başka yola sapılıyor. İki ayrı tali yoldan gidiliyor. Ormanlara dalarak yolunu kaybedenler oluyor. Ermeni güçleri Hocalı’nın çıkışını tutup da tahliye olan insanları aramaya maruz bırakmadığı için sivil halkla beraber Azeri milisleri de silahlı olarak çıkıyor. Çok düzensiz ve zaman zaman silah seslerinin duyulduğu, insanların yolculuk için hazırlık göremeden panik halinde kendilerini dışarı attıkları bir kaçış yaşanıyor. Hocalı çıkışında bazı çatışmalar yaşansa da öyle önemli sayıda ölümler olmuyor. Esas çatışmalar kasaba halkının çekilme güzergahları üzerinde ve Hocalı’dan çok uzak yerlerde oluyor. Kitabın sonunda yer verilmiş olan haritalar da bunları gösteriyor. Şöyle ki, kurbanların küçük bir kısmı Ağdam’a doğru kaçış güzergahının Askeran-Nahçivanik yoluyla kesiştiği arazide Ermeni mevzileriyle Azeri milisler arasındaki çatışmalar sırasında vuruluyor. Burası Hocalı’dan çok uzakta olduğu gibi Nahçivanik köyüne de yakın değil. Buradan Ağdam’a doğru devam eden, bir kısmı da biraz doğudan gelip ileride birleşen sivil grupların kafilesi Şelli köyü yakınlarında yoğun ateş altında kalıyor ve büyük sayıda kurbanlar burada veriliyor. Burası Hocalı’dan 11 kilometre uzaklıkta ve Ağdam’a çok yakın mesafede olan bir mevki. Bu çevrede Ermeni güçleri bulunmadığı gibi, bölgenin Azerbaycan askeri denetimi altında olduğunu Azeri kaynakları da doğruluyor.”
Harita açıklaması: Üstteki haritada yeşil çizgiyle gösterilen, Askeran üzerinden Ağdam’a uzanan yol yani Hocalı nüfusunun tahliyesi için Ermeni güçlerince anons edilen fakat kullanılmamış olan koridordur. Sarı çizgiyle gösterilenler ise Hocalı’dan havaalanı tarafından dışarı çıkan, dereyi geçen ve ormanlar içinden Selli istikametine giden, Azeri milislerle beraber Hocalı halkının geçiş yaptığı yollardır. Birinci sarı daire, geçiş güzergahı üzerinde Askeran-Nahçivanik yoluyla kesişen ve Ermeni savunma mevzii ile Azeri milisler arasında çatışmanın yaşandığı yerdir. Öteki sarı çizgili yol Nahçivanik’e yakın Ferma’nın Ermeni mevziileri önünden geçiyor, fakat orada çatışma olmamıştır. İki kaçış yolu ilerde Ağdam’ın Şelli köyü yakınında birleşiyor. İkinci sarı daire ise Hocalı’nın sivil nüfusunun asıl kırıma uğradığı yeri gösteriyor. (Harita ve açıklamalar için Hovsep Hayreni’ye teşekkürler.)
Hayreni’nin aktardığına göre Kharatyan’ın kitabında anlatılan önemli bir husus da Azeri güçlerin olaydan sonra cesetler arasında silahlı milislere ait olanları öncelikle seçip götürdükleri, daha sonra bir araya toplanan kadınlı çocuklu sivillere ait cesetlerin kamuoyuna Ermeniler tarafından katledilen insanlar olarak sunulduğu yönündedir.
Ancak şunu da hatırlatmak gerekir ki, olaylara yakın tarihlerde Ermenilerin suçlu olduğunu kabul eden yöneticiler de oldu. Örneğin ASALA militanlarından Monte Melkonian’ın kardeşi yazar Markar Melkonian, kardeşinin 12 Haziran 1993’te Azerbaycan ordusunda görevli asker İbad Hüseyinov tarafından Karabağ çatışmalarından birinde öldürülmesinden sonra yazdığı kitapta Arabo adı verilen milis gruplarının sivilleri izlediği ve yakaladıklarını bıçakladıklarını anlattıktan sonra “O gün Sumgait pogromunun 4. yıldönümüne yaklaşıyordu. Hocalı stratejik bir hedefti, ancak aynı zaman da bir intikam eylemiydi…” demişti.
1991-1994 arasında Dağlık Karabağ Savunma Ordusu’nun başında olan; 1996-2000 arasında Ermenistan Savunma Bakanlığı ve Güvenlik Konseyi Başkanlığı yapan Serge Sarkisyan, İngiliz yazar Thomas De Waal’a Azerilerin Hocalı olayını “abarttığını” söylemiş ve “Hocalıdan önce, Azerbaycanlılar bizim şaka yaptığımızı sanıyordu, Ermenilerin sivil topluma karşı el kaldırmayacaklarını sanıyorlardı. Biz bunu (stereotipi) kırmayı başardık. Ve olay işte bu…” diye övünmüştü.
Uluslararası kuruluşların yorumu
Azeri ve Ermeni tezleri arasında hakemlik yapmasını umarak raporlarını incelediğim Human Rights Watch’ın (İnsan Hakları İzleme Örgütü) 1994 raporuna göre olaylarda her iki tarafında da hatası vardı. Öldürülen Azeri sivillerin sayısı hakkında kesin rakamlar yoktu. İddialar 200 ila 1000 arasında değişiyordu. Katliam sürecini böyle yuvarlak sözlerle geçiştiren rapor yazarı, ilerleyen bölümlerden birin altındaki 225. dipnotta şöyle diyordu: “26 Şubat 1992 günü Hocalı’da yüzlerce Azeri sivil Karabağlı Ermeniler tarafından, şu anda dağılmış durumdaki 366. Motorize Piyade Alayı’nın unsurlarının desteğiyle katledildi.” Hepsi bu kadar.
Bu konudaki kitabı 2004’te yayımlanan İngiliz yazar Thomas De Waal ise “Bilerek yapıldığını düşünmüyorum. Herhangi bir savaşta olayların çok hızlı ve kendiliğinden olduğunu düşünüyorum. Ama sonuçta nasıl yorumlandığı ilginç. Tabii ki metne bir kez daha bakmak gerekiyor. Ama ben bunun Başkanlıkça onaylanan kasıtlı bir eylem olduğunu düşünmüyorum, savaş olduğunu düşünüyorum, çok kaotik bir durumdu,” dedi.
Aynı eserde Tom De Waal şöyle yazar: “Hocalı’da veya çevresinde öldürülen Azerilerin sayısı hakkında farklı tahminler var. Belki de en makul rakam, Azerbaycan parlamentosu tarafından yürütülen resmi soruşturma sırasında elde edilen rakamdı. Bu verilere göre ölü sayısı 485 kişi…” Azerbaycan’ın eski cumhurbaşkanı Ayaz Muttalibov’un şehrin korunamamasındaki rolünü azaltmak için Hocalı’daki katliamın tüm suçunu üzerine attığını belirtiyor. Muttalibov çeşitli görüşmelerde, Ermenilerin yine de barışçıl sivillerin Hocalı’dan çekilmesi için bir koridor bıraktıklarını belirtmiştir.
2013 yılında ABD’de yayımlanan Memorial/İnsan Hakları Savunma Merkezi ise, sivil ölümlerinin artmasına Azeri ve Ermeni milislerinin karşılıklı ateşinin neden olduğunu ancak ilk ateşi Ermeni tarafının açtığını tekrarlayacaktı.
Türkiye’nin tavrı
Milliyet ve Cumhuriyet gazetesinin arşivinde yaptığım taramaya göre, Hocalı’dan 11 km uzaktaki Ağdam şehrinin kenarındaki Şelli köyüne yakın bir mevkide yaşananlar gazetelere ‘tahliye’, ‘çatışmalar’, ‘kayıplar’ gibi mutedil terimlerle geçmişti. Ölü sayısı verilmediği gibi ‘katliam’ da denmiyordu. Sayı konusunda Azerilerle uyumlu olarak 28 Şubat 1992 tarihinde 100’den başlayarak 3 Mart’ta 1000’e kadar çıkılmıştı. RP Milletvekili Hasan Mezarcı ise bunları az bulmuş, “5.500 kişi kayıp” demişti.
DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit olayı ‘soykırım’ olarak niteleyen ilk kişi oldu. Ancak parti liderleri ve basın ‘katliam’ demeye devam etti. ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz da Ecevit’ten geri kalmamak için olsa gerek “gerekirse bölgeye asker kaydırılsın” diyerek müdahale kışkırtıcılığı yapıyordu. Dışişleri’nde bu seçenek görüşülmüş ancak Türkiye’nin müdahalesi için hiçbir dayanak olmadığı anlaşılmıştı. Ankara’nın dikkatini çeken bir husus da Azerbaycan Devlet Başkanı Haydar Aliyev’in kapalı kapılar arkasında Ermeni tarafıyla görüştüğüydü. Bütün bunlar bir araya getirildi ve kamuoyuna “Azerilerin müdahale talebi yok, sadece sesimizi dünyaya duyurun yeter diyorlar” türü açıklamalar yapıldı.
Ama basın olayı, kâh 1915’le, kâh Bosna’yla, kâh Kuveyt’le kâh Kıbrıs’la, kâh Nahçıvan’la ilişkilendirerek halkı Ermenilere karşı mevzilendirmeye devam ediyordu. Türk kamuoyuna hiç yansımayan ise, Ağdam’a doğru kaçanlar arasında Türk subaylarının da olmasıydı. “Şimdi erken ama ilerde Türkiye ile konfederasyon kurabiliriz” diye “havuç politikası” uygulayan Elçibey’e yardım için Türkiye’den gönderildiği anlaşılan bu subaylar, sorgularında gönüllü olarak Azerbaycan’a geldiklerini iddia etmişlerdi. Elçibey’in önce Türklerle sonra da Batı’yla yakınlaşması Rusları doğal olarak Ermenilere yaklaştıracaktı.
Minsk Grubu’nun kurulması
Hocalı katliamı o güne dek birbirine düşman çetelerin çatışması şeklinde süren Dağlık Karabağ uyuşmazlığında bir dönüm noktası oldu. Bu tarihten sonra artık çetelerin değil ulusal orduların savaşı söz konusuydu. Çatışmalar sürerken, 24 Mart 1992’de Helsinki’de toplanan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK, sonra AGİT) Dışişleri Bakanları Konseyi, Dağlık Karabağ sorununun çözümü için Beyaz Rusya’nın Minsk kentinde bir konferans düzenlenmesine karar verdi.
‘Minsk Grubu’nun katılımcıları Ermenistan, Azerbaycan, Almanya, ABD, Beyaz Rusya, İsveç, İtalya, Fransa, Rusya, Türkiye Çek ve Slovakya Federal Cumhuriyeti olacaktı. Ancak 8 Mayıs 1992’de Ermeniler Rusların perde arkası katkısıyla bölgenin en stratejik kenti olan Şuşa’yı; yaklaşık 10 gün sonra da Dağlık Karabağ’ı Ermenistan’dan ayıran Lâçin’i işgal edince dengeler Ermeniler lehine değişti.
Azerbaycan’da Haziran ayındaki seçimlerde Cumhurbaşkanı Yakup Mamedov’un yerini ‘Türk dostu’ Elçibey aldı. Elçibey, Ekim 1992’de Dağlık Karabağ Ermenilerine ‘kültürel özerklik’ vererek barışı kısa sürede tesis edeceğini umduysa da Ermenistan Devlet Başkanı Levon Ter Petrosyan, Dağlık Karabağ milliyetçiliğinin ağırlığı altında ezildi ve barış yapma iradesini gösteremedi. Dahası, Ermeni Ordusu, Mart 1993’ten itibaren Kelbecer, Akdere, Ağdam, Füzili, Cebrayil, Kubatlı ve Terter’i işgal etti.
Elçibey, Azerbaycan’ın toprak kayıpları ile Dağlık Karabağ ve işgal bölgelerinden kaçan sayısı konusunda çok çelişik bilgiler olan ‘kaçkınlar’ın (Türkiye basınında sık sık 1 milyon sığınmacıdan söz edildi) barınma ve beslenme sorunlarını halledemediği için muhalefet lideri Suret Hüseyinov tarafından ağır şekilde eleştirildi.
İkili çatışırken, aradan sıyrılan ‘Moskova yanlısı’ Haydar Aliyev (bugünkü Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev’in babası), Temmuz 1993’te Elçibey’i Azerbaycan’ı terk etmeye zorladı. Haydar Aliyev’in ilk işi Azeri Ordusu’nu eğiten 1.600 Türk subayının görevine son vermek oldu. Ardından Rusya ile ilişkileri yeniden yoluna koydu.
Elçibey, 2000 yılında, Ankara’da öldü. Haydar Aliyev’in halefi İlham Aliyev görünüşte Rusya ile Türkiye arasında denge politikası sürdürdü ama esas olarak ülkesinin çıkarlarını önde tuttu. Dağlık Karabağ, Azeri ve Ermeni milliyetçiliklerinin dinamosu olmaya devam etti. Sumgait ve Bakü katliamları Ermeniler tarafından, “Hocalı Katliamı” ise Azeriler tarafından her yıl törenlerle anıldı. Bu anmalar sırasında her iki tarafın milliyetçileri düşmanlıkları bilediler.
Tarafların tezleri ve olayların gelişimini Türkiye gazeteleri hep devletin resmi görüşünün süzgecinden geçirerek aktardıkları için Türkiye kamuoyu nesnel bir görüş geliştiremedi. 2008’den itibaren Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin düzelmesi umudu doğmuştu ama yazının başında sözünü ettiğim olay yaşandı. Türkiye “bir şey yok” dese de Ermenistan “bizi oyalamayın” restini çekti. Kimi asırlık kendi tarihsel sorunlarını (“1915”, Kürt, Kıbrıs, AB) halledememiş Türkiye’nin, Ermenistan’la ilişkileri geliştirmek için iki asırlık Dağlık Karabağ sorununun hallini şart koşması, arabayı atın önüne koymak anlamına geliyor.
“Hocalı Katliamı” anmalarının Türkiye’ye sirayet etmesi ise insani bir hassasiyet olmaktan ziyade, 1915’in 100. yıldönümü ile ilgili devlet stratejisi ile ilgili görünüyor. Aynen geleneksel olarak 18 Mart’ta yapılan Çanakkale Anmalarının, 24 Nisan’a kaydırılması gibi… Öte yandan Türkiye’de pek çok kişi ve devlet unsurları, resmi tarihçilerin (örneğin Kamuran Gürün) bile “en az 300 bin kişinin şu veya bu şekilde hayatını kaybetmiştir” dediği ‘1915’ trajedisini, bırakın ‘soykırım’ diye adlandırmayı, bazı durumlarda ‘katliam’ terimini bile kullanmaktan kaçınırken (hatta bazıları ‘asıl Ermeniler Türkleri öldürdü’ derken), resmi rakamlara göre 13.806 kişinin öldürüldüğü Dersim Harekatları’na bile ad koymaktan kaçınırken, Şelli’de 613 kişinin ölümüne, tereddütsüz şekilde ‘soykırım’ demesinin ideolojik olduğu açık.
İmal edilmiş fotoğraflar
Bugün Azeri-Türk cephesinin propaganda savaşında kullandıkları korkunç ölüm görüntülerinin de ilginç bir hikayesi var. Olayların hemen arkasından Rus gazeteci Yuri Romanov’la birlikte helikopterle bölgeye giden ünlü Azerbaycan askeri gazetecisi Cengiz Mustafayev ilk kez 28 Şubat’ta bazı çekimler yapmıştı. Mustafayev 1 Mart’ta bölgeye ikinci kez gittiğinde bir takım silahlı adamların cesetler arasında serbestçe hareket ettiğini, cesetleri sürüklediğini ve filme alındıklarını, görünce de kaçtıklarını farketmişti. Bu durum Azerbaycan askeri gazetecisinde şüphe uyandırmıştı. Gazeteci, o bölgede Ermeniler tarafından ateş edilmiş olabileceğine ihtimal vermiyordu. İkinci çekim sırasında ise cesetlerin üzerinde oynanmış olduğunu fark ediyor ve hayretle şunu soruyordu: “Bütün bunları bir günde kim yaptı, dün fotoğraf çektim, böyle değildi…” (Not: Ben 2015 yılında Radikal gazetesinde yazdığım yazıda Mustafayev’in de fotoğraf düzenleme işinde rolü olabileceğini ima etmiştim, ama şimdi kendisine büyük haksızlık yaptığımı düşünüyorum.)
2 Mart’ta uluslararası basından bir grup bölgeye götürülmüş ve Azeri propagandası başlamıştı. Mustafayev’in ilk çekimlerini gören kişiler bugün propaganda sitelerinde yer alan sahneleri o tarihte görmediklerini söylüyorlardı. Nitekim o döneme ait Türkiye gazetelerinde bugün gördüğümüz fotoğraflara kadar korkunç fotoğraflar yoktu. Mustafayev 15 Haziran 1992 günü Askeran (Nahçivanik) civarında Azeri ve Ermeni askerleri arasındaki çatışmada öldüğü için işin doğrusunu ondan öğrenmek mümkün olmadı.
Mustafayev 26 Şubat ile 15 Haziran 1992 günleri arasında bu konuyla ilgili herhangi bir açıklama yapmamıştı. Muttalibov yanlılarının kendisini konuşmaması için uyardığı, nitekim Mustafayev’in ölümüne kadar çelik yelekle gezdiği söylendi. Bu nedenle ölümü de şüpheli göründü. (“Mustafayev’in kamerası vurulduğu sırada açıktı ve ölene dek çekim yapmaya devam etmişti. Vurulduktan sonra son sözü ‘öldüm’ olmuştu,” diyen CNN haberinin video linki artık mevcut değil.)
Yıllar içinde Azerilerin “Hocalı albümü” her geçen gün biraz daha büyüdü. Albüme, ancak internet dedektifliği yapanların bulabileceği onlarca sahte “görsel kanıt” eklendi. Gerçekten de bugün çeşitli internet sitelerinde yer alan korkunç fotoğraflar arasında neredeyse yüz yıllık iskeletler, kolaj olduğu anlaşılan fotoğraflar, Nazi toplama kamplarından sahneler, Karabağ’ın başka bölgelerinde yaşanan olaylara, 1978 Kahramanmaraş Katliamı’na,1983 Erzincan Depremi’ne, 1995 Srebrenitsa Katliamı’na, 1998-1999 Kosova Savaşı’na dair fotoğraflar, hatta ve hatta 1922’de Tiflis’te suikasta kurban giden Cemal Paşa’nın musalla taşı üzerindeki ünlü fotoğrafı bile var. Fotoğrafların imal edilmiş olduğuna dair Ermeni iddiaları, Türkçe hariç çeşitli dillerde şu sitede kanıtlanmaya çalışılıyor: http://www.xocali.net/ Fotoğrafları inceleyerek kendiniz bir karara varabilirsiniz. Fotoğrafların gerçek kaynaklarını bulmakta Google Image programı yardımcı olacaktır.
Sivillerin yerinden edilmesi
Hovsep Hayreni yaşananları şöyle değerlendiriyor:
“Ermeni tarafı hiçbir katliam yapmamış da olsa, Artsakh’ın bağımsızlığı için yürütülen o savaşın bütün çevre bölgelerden sivil Azerileri yerinden etmesi önemli bir mağduriyet oluşturmuştur. Bununla insani yönden yüzleşilmesi gerekir. Ama Hocalı’da yaşandığı iddia edilenlerin, onca boşaltılan yerleşim alanları içinde başka bir benzerinin olmaması, Ermeni savaşçıların sivil kıyımlar yapmama yönünde ciddi bir hassasiyet gösterdiklerinin işaretidir. Kuşatıp işgal ettikleri her yerde sivil halkın can kaybına uğramadan çekilmesi için uygun olan bir yön açık bırakılmış, dahası bu uygulama çok yerde önceden hoparlörle anons edilerek yapılmış. Hocalı’da da öyle yapıldığını hem Fatullayev, hem Muttalibov teyid ediyor. Bu olayın muhalif Halk Cephesi milisleri tarafından Muttalibov’u istifaya zorlamak için tertiplendiği görüşü yabana atılamaz. Çünkü gerçekten de tam bu olaydan bir hafta sonra tazyiklere karşı duramayan Muttalibov istifa etmek zorunda kalmıştır. Buna komplo teorisi denilip geçilmesi de mümkündür. Katliamın olduğu yerde Azerbaycanlı askerlerin gelenleri Ermeniler sanarak yaylım ateş açtıkları yolundaki ifadeler kasıtlı bir şey olmasıyla çelişir. Ama öte yandan [Azeri güçlerin kontrolündeki] Ağdam yakınlarına kadar çekilen sivil halkın Ermenilerin silahlarıyla vurulmuş olmaları da mantığa uygun değil.
Esas sorumluluğun Ermeni milislerde olduğunu söyleyenler bunu “ilk ateş açan taraf” oldukları bilgisine dayandırıyor. Fakat bu da kanıtlı bir durum değil, sivil nüfus Hocalı’dan çok uzaklaşmış olduğu bir mevkide aksi taraftan açılan ateşle katliama uğramışsa eğer, Ermenilerin sorumluluğu onları yerinden edip kaçmaya mecbur ederek böyle bir talihsizliğe yol açmakla sınırlı görülebilir.
Olayda katliam kastının olmadığı pek çok belirtiyle anlaşılıyor. Bunu çok kesin söyleyemesek bile hakim kanaat olarak belirtmek zorundayız. Böyle muğlak bir durumda, kimlerin silahlarından çıkan kurşunlarla kurban oldukları net anlaşılamayan Hocalı sakinlerinin, Sumgait ve Bakü gibi net katliamlara, daha ötesinde 1915 soykırımına alternatif yaratma amaçlı kirli siyasete alet edilmelerini de kınamalıyız. Bunu siz zaten yapmışsınız. Dağlık Karabağ meselesinde haklı olan taraf şüphesiz ki bağımsızlık ve/veya Ermenistan’la birleşme talebinde olan bölgenin halkıydı. O savaşı Ermenistan ordusu yürütmedi, savaşı başlatan da Ermeniler değildi, bağımsızlık ilanı karşısında bölgeye askeri müdahale yapan Azerbaycan güçleriydi. Bölge halkı küçük savunma gruplarıyla başlayıp dışardan ve Ermenistan’dan gönüllülerin de katılmasıyla zaman içinde ordu gücüne ulaştı. Yani Türkiye’nin Kıbrıs’ı işgaline benzeyen bir durum değildi orada yaşanan.”
Bütün bunları değerlendirince, bugün bize Hocalı Soykırımı diye sunulan korkunç olayların öncelikle adının bilinçli olarak yanlış konulduğunu, yaşanan korkunç olayların, Hocalı’dan çıkışta değil, ondan çok uzakta yaşandığını belirtmemiz lazım. Ancak nerede yaşanırsa yaşansın SSCB yöneticilerinin en iyi ihtimalle basiretsizliği, en kötü ihtimalle kasıtlı kışkırtıcılıkları, iki tarafın radikal milliyetçilerinin, toplumları birbirine düşüren tavırları sonucu ortaya çıkan ciddi trajedilerden biri olduğunu kabul etmeliyiz. Hocalı halkını tahliyeye zorlayan Ermenilerin en azından katliama uygun ortam hazırladığı, sivil ölümlerinin artışında Azeri yöneticilerin ihmalleri, Azeri milislerin siviller arasına karışıp Ermeni milislere ateş açmasıyla ilgili olduğu iddiaları inandırıcı görünüyor. Öldürmelerin bir bölümünün korkunç işkencelerle olduğu iddialarının doğru olma ihtimali elbette var. Ancak bugün Azeri çevrelerinin, böylesi korkunç bir öldürmenin faili olarak sundukları Ermeni Doktor Zori Balayan (ki güya yazdığı bir kitapta 13 yaşında bir erkek çocuğun derisini canlı canlı yüzdüğünü anlatıyordu), kendisine atfedilen bu kitabı yazmadığını, kitabın tamamen uydurma olduğunu açıkladığı gibi, Hocalı kurbanlarının cesetleri üzerindeki korkunç görüntüler için Azeri çevreler “vahşi hayvanların rolü de olabilir” demişti.
Bitirirken
2023’ün Ocak ayında önce bölgeyi Ermenistan’a bağlayan, Azerbaycanlıların verdiği adla Laçin Koridoru, Ermenilerin verdiği adla Berdzor Koridoru kendine “eko-aktivist” denilen bir grup Azerbaycanlı genç tarafından kesildi. Rusya da bu müdahaleye tepkisiz kaldı. 29 Mayıs 2023 günü Azerbaycan diktatörü Aliyev, Artsakh’ın (Karabağ) bütün yönetsel kurumlarının lağvedilmesini, savunma ordusunun dağıtılmasını, silahların teslim edilmesini, yöneticilerin Azerbaycan makamlarına teslim olup af dilemelerini, sonra bütün nüfusun Azerbaycan vatandaşlığına geçmesini, bunu kabul etmeyenlerin ise çekip gitmelerini istedi. Batı’da Laçin koridorunu açmaya yanaşmayan ve Artsakh’ın Ermenistan’la bağını kopartan Aliyev, Ağdam yolunu kullanmakla Bakü’den Artsakh’a kendi yönetimini getirmek ve “reentegrasyon” adı altında ilhak siyasetini geliştirmek istiyor. Karabağlı Ermeniler kapana kısılmış durumda: Ermenistan müdahale etmezse açlıktan ölecekler, ederse Azerbaycan Türkiye destekli askeri operasyonları yeniden başlatmak için bu bahaneyi kullanacak.
Milliyetçi-mukaddesatçı kamuoyu bölge konusundaki bilgilerini Ermeni karşıtlığı tescilli resmi kanallardan veya “resmi tarihçiler”den öğrendiği için, bugüne kadar “soydaş” denilen Azerilerin “haklı”, “Osmanlı’yı arkadan hançerleyen” Ermenilerin “haksız” olduğuna kesin gözüyle bakıyor. Ancak şaşırtıcı olan Dağlık Karabağ’da insani kriz derinleşirken, sıcak çatışma ihtimali artarken Türkiye’nin “solcu” ve “insancıl” kamuoyunun bile ilgisiz olması. Anlaşılan bu konuda yapmamız gereken çok şey var…
(Ayrıca bkz: Bin yıllık Dağlık Karabağ/Artsakh meselesi -1- Ayşe Hür)
Ayşe Hür
Yorumlar kapatıldı.