Mardiros Mınakyan istibdat koşullarında, batılı tiyatro yapan tek kumpanya olarak 1908 II. Meşrutiyet kavşağına kadar Osmanlı Dram Kumpanyası’nı ayakta tuttu, yeni oyuncular yetiştirdi, tiyatro kültürünü tanıtarak, gericiliğe karşı batılı yaşam çizgisini izleyerek Osmanlı halkını eğitti.
Berken Döner
Nesim Ovadya İzrail’in Osmanlı ve Türkiye Tiyatrosunda Şahinyanlar kitabı ile başlayan tiyatro tarihi araştırmaları, Tanzimat, İstibdat ve Meşrutiyet Tiyatrosu’nda Mardiros Mınakyan ile devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde Kor Yayınevi tarafından yayımlanan kitap, beş kitaptan oluşması öngörülen serinin üçüncü kitabı. İzrail, serinin ilk kitabı olan Şahinyanlar’da Osmanlı döneminde tiyatro çalışmalarına başlayan ve Mınakyan Tiyatrosu’nun daimi kadrosunda yer alan Vahan Şahinyan’ın yaşam serüvenini, sahne çalışmalarını, 1915 koşullarında İstanbul Ermeni cemaatinin tiyatro yapma motivasyonunu ele alıyordu. İzrail’in tiyatro tarihine yönelik araştırmaları Düşler Sahnesinde (Rejisör Aşod Madatyan ve Kozmopolitizmden Milliyetçiliğe Türkiye’de Tiyatro 1902-1962) ile devam etti. Bu kitapta Aşod Madatyan’ın hayat öyküsü odağında bir dönemin (1902-1962) tiyatrosunu inceledi. Sanatçının yaşam öyküsünden, tanıklıklardan yola çıkarak son dönem Osmanlı tarihine, Meşrutiyet’e ve Erken Cumhuriyet Dönemi tiyatrosuna odaklandı. Mardiros Mınakyan kitabında ise, Mınakyan odağında Osmanlı’da ve Türkiye’de tiyatronun kurucusu Ermenilerin, sahneden uzaklaştırılma sürecini kapsamlı biçimde ele alıyor. Tiyatro tarihimizi birlikte hatırlayalım.
Şahinyan ve Madatyan’dan sonra nihayet Mınakyan kitabı! İlk iki kitabınızda da Mınakyan adı çok geçerdi. Mardiros Mınakyan ile yollarınız nasıl kesişti? Bu konuda deneyimlisiniz… Nasıl bir ön çalışma yaptınız?
Ermeni tiyatrosu ve oyuncuları üzerine araştırmalarım 2000’li yılların başından itibaren usul usul başlamıştı. Eşimin ailesinde birkaç nesil tiyatro yapan ve kayınvalideme kadar gelen birçok isim vardı. Bu insanları bulup ortaya çıkarmanın bana düştüğüne karar vermiştim. Aksi halde bu isimlerin yaşadıkları boşlukta kalıp kaybolacaktı. Bu araştırmamın sonunda 2018 yılında “Osmanlı ve Türkiye Tiyatrosunda Şahinyanlar” başlıklı ilk kitabım çıktı. Bu çalışmayı yaparken Ermeniceyi öğrendim. Bu sayede Ermeni tiyatrosu adına önüme çıkan her şeyle ilgilenmeye ve bilgi-belge biriktirmeye başladım. Ermeni tiyatrosu ile ilgilenen bir çevrem ve dostlarım oluştu. Bu çevre Osmanlı’da tiyatronun Ermeniler tarafından başlatıldığını savunarak, bu gerçeği görünmez kılmaya çalışan resmi tarih anlayışına karşı bir mücadele yürütüyorlardı. Bu mücadelede öne çıkan isim Güllü Agop veya namı diğer Hagop Vartovyan’dı. Güllü Agop, Türk tiyatro tarihçileri ve akademisyenleri tarafından da zaten Türk tiyatrosunun kurucu ismi olarak kabul görüyordu. Yaklaşık on yıllık bir tiyatro döneminin başını çeken Güllü Agop’un ayrılmasından sonra Ermeni tiyatrosu yine yoluna devam etmişti. Ancak bu yolda devam edenlerin bir başı, bir lideri yok gibiydi. Halbuki ben hangi taşı kaldırsam altından Mardiros Mınakyan çıkıyordu. Ermenice ve Türkçe kaynaklarda, Mardiros Mınakyan üzerine çok fazla bilgi mevcuttu. Her zaman olduğu gibi, bir eksik bulunuyor ve Mınakyan’ın hakkı teslim edilmiyordu. Ermeniler, Mınakyan’ın Türkçe oyun oynamasını, Ermenice oyunları ihmal etmesini öne çıkarıyorlardı. Türkler, Mınakyan Kumpanyası’ndaki oyuncuların Ermeni olmasını ve Türkçe telaffuzu bozuk kullandıklarını ileri sürerek ‘kulp’ takıyorlardı. Halbuki Mınakyan, Sultan Abdülhamid’in otuz üç yıl devam eden, baskı ve sansürün yönetimin esas niteliği olduğu uzun saltanat yıllarında, her zaman fikirlerin sözlü olarak sahnede paylaşıldığı, o nedenle özgür ortamda yapılması gereken tiyatroyu ayakta tutabilmişti. Mınakyan’ın kumpanyası ile Abdülhamid’in iktidarı hemen hemen aynı yıllarda yol almıştı. Mınakyan ile Abdülhamid, elbette birbirlerini çok iyi biliyor ve tanıyorlardı. Ama Mınakyan, her vesile ile istibdat yönetimini sürdüren Abdülhamid ile karşı karşıya gelmeden veya gelmekte olanı görüp gerekli önlemleri alarak tiyatro gemisini yürütmüştü. Sonunda Abdülhamid gitti, ama Mınakyan kaldı. Mınakyan olmasaydı, batı tarzı tiyatro yaşamı olmadan geçecek Abdülhamid yıllarından sonra, II. Meşrutiyet ilan edildiğinde Osmanlı toplumunda tiyatroyu bilen hiç kimse olmayacaktı. Bunun da Osmanlı ve Türkiye tiyatrosu için nasıl olumsuz bir durum olacağını tahmin etmek zor değildir. Mınakyan’ın hakkını teslim etmek gerekiyordu. Güllü Agop’tan sonra ortada kalan boşluğu doldurarak Mınakyan’ı Ermeni ve Türk toplumundaki yerine yerleştirmek gerekiyordu.
‘OSMANLI’NIN TİYATRO TARİHİ MINAKYAN’IN SAHNE ÇALIŞMALARININ TARİHİYLE EŞDEĞERDİR’
Diğer çalışmalarınızda da 19. yüzyılın sonlarından başlayan ve Cumhuriyet’in ilk kırk yılına kadar süren İstanbul’daki tiyatro kumpanyalarından söz ediyorsunuz. Bütün bunların içinde Mınakyan Kumpanyası’nı diğerlerinden ayıran özellikler nelerdi?
Mınakyan 1837’de doğdu, 1920’de öldü. Böylece seksen üç yıl yaşadı. 1854’te okulda öğrenci iken on yedi yaşında sahneye çıktı. Altmış beş yıllık sahne faaliyetiyle 1919’a kadar sahnede kaldı. Mınakyan’ın profesyonel sanatsal hayatı, 1850’li yılların sonlarında başladı ve yirminci yüzyılın ikinci on yılının sonunda, İstanbul’da o dönemin tiyatrosundan artık sadece anılar kaldığında bitti. Hiçbir Ermeni aktörün sanat yaşamı için bu kadar geniş bir zaman aralığı olmamıştır. Bu Osmanlı profesyonel tiyatrosunun hikayesini ve onunla ilişkili aktör ve aktrislerin neslini kapsayan bir zaman aralığıdır. Osmanlı tiyatrosunun doğumundan itibaren birçok arkadaşıyla beraber sahnedeydi. Bazıları önce sahneden ve sonra da hayattan ayrıldı. Başkaları erken vefat etti, diğerleri de yetişkinken ayrıldı. Yeni yüzler geldi ve dönemlerini bitirerek ebedi yolculuğa çıkan eskilerini değiştirdiler, yeni tiyatro grupları kurdular. Mınakyan Kumpanyası veya esas adıyla Osmanlı Dram Kumpanyası 1885’te kuruldu. Bu tarihe kadar Mınakyan tiyatro sahnesinin üstünde hep oldu, ama kendi adına değildi. Aktör, rejisör, yöneticiydi. 1885’ten sonra kurduğu kumpanyanın her şeyi ile sorumluydu. Abdülhamid’in sansür makineleri ile bu tarihten başlayarak, II. Meşrutiyet’in ilan edildiği 1908’e kadar bizzat Mınakyan karşı karşıyaydı. Mınakyan bu dönemde kumpanyasını bir kazaya kurban etmeden taşıdı. Sadece taşımadı, bütün engellemelere rağmen erkeğiyle, kadınıyla Osmanlı toplumuna batılı tiyatroyu tanıttı. 1908’den sonra tiyatronun tozunu biraz yutmuş gönüllü genç Türk oyuncularının neredeyse hepsinin yolu Mınakyan’ın kumpanyasından geçti. İlerleyen yıllarda, tiyatro rüyaları gören Muhsin Ertuğrullar, Vasfi Rıza Zobular, Raşit Rızalar, İsmail Galip Arcanların hepsi anılarında Mınakyan ile başladıklarını anlattılar, yazdılar. Mınakyan 1919’a kadar tiyatro ile beraber olmaya devam etti. İki kere jübilesi yapıldı, seksenlik zirveye ulaştı ve geçti. Sonunda tiyatronun bayrağını 1920’de Cumhuriyet’in kapısının önüne dikerek “Benden bu kadar, bundan sonrası görev sizindir” dedi. Osmanlı Devleti’nin tiyatro tarihi Mınakyan’ın sahne çalışmalarının tarihiyle eşdeğer kabul edilebilir.
Mınakyan’ı Tanzimat, İstibdat ve Meşrutiyet dönemlerinde incelediğimizde hangi dönemini verimli buluyorsunuz? Bunun nedenleri hakkında neler söylenebilir?
Tanzimat dönemi, Osmanlı Ermeni tiyatrosunun en parlak yıllarını yaşadığı Güllü Agop dönemidir. Devlet desteği ile Güllü Agop hem Ermenice hem de Türkçe tiyatro yaparak başarılı ve efsanevi bir dönem yaşattı. Her bakımdan Avrupa sahneleri ile boy ölçüşecek kalite ve seviyede tiyatro yaptı. Güllü Agop’un Osmanlı Tiyatrosu adıyla anılan kumpanyasına girmeyen Ermeni sanatçı kalmadı. Gedikpaşa’daki Osmanlı Tiyatrosu Güllü Agop/Hagop Vartovyan yönetiminde oyuncu sıkıntısı olmayan bir kumpanya olarak on yıl keyifli bir dönem geçirdi. Bu oyuncular arasında aktör ve rejisör olarak Mardiros Mınakyan da vardı. 1878’den sonra, ülkenin içine girdiği ekonomik ve yönetimsel kriz ile birlikte Güllü Agop’un kumpanyası da sarsılmaya ve dağınıklık yaşamaya başladı. Bu sırada Abdülhamid padişah olmuş ve kısa bir süre sonra uygulamaya başladığı yönetim ile İstibdat Dönemi başlamıştı. İşte bu sırada sahneden çekilen Güllü Agop, tiyatro kumpanyasını Mınakyan’a devretti. Mınakyan bu sorumluluğu almaya bir süre yanaşmasa da, sonunda bütün çıkış yolları tıkanınca istibdat yıllarında kumpanyanın yönetimine geçmek zorunda kaldı. Çok zor istibdat koşullarında, ama aksatmadan batılı tiyatro yapan tek kumpanya olarak 1908 II. Meşrutiyet kavşağına kadar Osmanlı Dram Kumpanyasını ayakta tuttu, yeni oyuncular yetiştirdi, tiyatro kültürünü tanıtarak, gericiliğe karşı batılı yaşam çizgisini izleyerek Osmanlı halkını eğitti. II. Meşrutiyet ile gelen izafi özgürlük ortamında tiyatro için hazır bulunan Türk ve Ermeni güçler, ayrı ayrı veya birlikte Mınakyan kumpanyasından öğrendikleri ile kendilerini sahneye attılar. Geleceğin Türk tiyatrosu bu ortamdan çıktı. Yeni Cumhuriyet, bu konuda ne kadar inkarcı bir yoldan ilerlemişse de, bütün siyasal çizgilerinde olduğu gibi, tiyatrosunu Meşrutiyet yıllarında atılan temeller üzerinde inşa etti. Bunun en özgün örneği 1914’te Türk devlet tiyatrosu olarak oluşturulan Darülbedayi’dir. Bu tabloda, Mınakyan’ın en verimli olduğu dönem, İstibdat Dönemi diyebilirim. Bütün bir tiyatro yaşamını istibdat uçurumundan, bir kazaya uğratmadan geçirme ustalığı ve başarısı, Mardiros Mınakyan’a aittir.
Hasköy’de yoksulluk içinde geçen çocukluğundan sonra Mardiros Mınakyan’ın tiyatrocu olarak var olmak için verdiği mücadeleyi nasıl tanımlarsınız?
19’uncu yüzyılın ortasına gelindiğinde, tiyatronun Avrupa’da 250 yıllık bir geçmişi vardı. Moliereler, Shakespeareler, Fransa, İngiltere, İtalya ve diğer Avrupa ülkelerinde önemli bir yol kat etmişlerdi. Sahnenin cazibesi, geniş kitlelerin alkışları, seyircinin rağbet etmesi, zaman zaman güzel gelir getiren bir meslek olması, bu sanatın Osmanlı’da da hızlı bir gelişme göstermesine vesile olmuştu. Batılı kültür kapitalizm ile birlikte Osmanlı’nın büyük kentlerinde yayıldıkça, öncelikle eğitimli kesimde, ama eğitimden yoksun olmasına rağmen doğal yetenek sahibi olan gençler için yeni bir dünyaydı tiyatro. Yazarıyla, oyuncusuyla, yöneticisiyle, buradan para kazanmayı hedefleyen girişimcisiyle tiyatro, batıda kendini ispatlamıştı. Tanzimat reformları ile Osmanlı topraklarında tiyatro yapmanın önündeki engeller kısmen kaldırılınca, özellikle gayrimüslimlerin okullarında ve evlerinde tiyatro gönüllüsü bol bir eğlence ve eğitim aracı oldu. Yoksul, ama başarılı bir öğrencilikten sonra öğretmen olan genç Mınakyan, sahne ile okul tiyatrosunda tanışıyor. Matematik öğretmeni Mardiros Mınakyan, aşık olduğu tiyatronun öğretmeni, oyuncusu ve yöneticisi olarak, yaşamının son gününe kadar sahnede kalmaya devam ediyor.
‘MINAKYAN, KADIKÖY’ÜN SANATÇISI’
Mınakyan Efendi, çok değerli isimlerle çalışıyor. Kumpanyası adeta bir okul oluyor. Dostluklar, arkadaşlıklar kurulmasına vesîle oluyor. Peki dönemin tiyatrocuları arasında belirgin bir rekabet var mıydı?
Mınakyan’ın Osmanlı Dram Kumpanyası 1885’te kurulmuştu. Öncesinde Ermeni tiyatrosunun efsanevi lideri Güllü Agop, 1880’e geldiğinde, kumpanyasının mabedi olan Gedikpaşa Tiyatrosu’nu terk etmek zorunda kalmıştı. Şehzadebaşı Direklerarası’na geçen Güllü Agop’un grubu adeta başsız kalmıştı. Zaman zaman grubun yönetimini Mardiros Mınakyan, Tovmas Fasulyacıyan ve Dikran Tosbatyan üstleniyordu. Bazı oyuncuların ayrı gruplar oluşturması da ortaya çıkan bu dağınıklığın sonucuydu. Beş yıl süren bu belirsizlik, sonunda Mınakyan’ın kendi adıyla Osmanlı Dram Kumpanyası’nı kurmasıyla sonuçlandı. Az sayıda Güllü Agop’tan kalan oyuncuların yanında, sahneye yeni çıkan oyuncularla yola devam eden Mınakyan, yıllar süren sahne faaliyetleri sonunda çok başarılı yeni oyuncular yetiştirdi. Henüz tiyatro eğitimi veren kurumların olmadığı bu yıllarda, tiyatroya gönüllü olan birinin, sahneyi öğrenmesi, iyi bir aktör olabilmesi için bir kumpanyaya girmesi ve usta çırak ilişkisiyle yetişmesi gerekiyordu. Bu anlamda, Mınakyan’ın kumpanyası en önde duran bir tiyatro okulu görevi görüyordu. Genç Türk sanatçıları da bu yoldan geçiyorlardı. Kumpanyanın işleri iyi olduğunda güçlü bir konuma sahip olan yöneticinin, seyircinin azaldığı ve gelirin yetersiz kaldığı durumda konumunun zayıflaması ve bir kısım oyuncunun ayrı grup kurarak rekabet etmeyi denemesi olağan durumlardandı. Ama, bir süre sonra ayrı grup kuranların yeniden Mınakyan’ın şemsiyesi altında toplanmaları da sıklıkla olurdu. Kumpanyada yönetim güçlü bir şekilde Mınakyan’ın elindeydi ve usta yönetmen aktör ve aktrisleri çok başarılı bir şekilde yönlendirirdi.
Çalışmalarınızda İstanbul’un farklı semtlerinde pek çok tiyatro salonunu anıyorsunuz. Mınakyan Kumpanyası ise Kadıköylülerin anılarında önemli bir yere sahip. Onun için ‘Kadıköy’ün sanatçısı’ diyebilir miyiz?
Kadıköy ve Mınakyan, birbirine çok yakın iki isim. Mınakyan, Kadıköy’de mütevazı evinde karısı ve iki çocuğu ile beraber yaşadı. Sadece kendisi değil, kumpanyasındaki aktör ve aktrislerin neredeyse tamamı da Kadıköy’de oturuyorlardı. Gösterilerini Pera, Şehzadebaşı Direklerarası, Üsküdar ve Kadıköy başta olmak üzere İstanbul’un her tarafında seyirciye sunarlardı. Yaz aylarında gösteriler özellikle Kadıköy ve Üsküdar sahnelerinde gerçekleşirdi. Kadıköy’de bugünkü adıyla Halitağa Caddesi’nde Zamboğlu isimli bir Rum iş adamının köşkünün bahçesi bir açıkhava gösteri sahnesi olarak düzenlenmişti. Her türlü gösteri ve eğlencelerin yanında Zamboğlu Tiyatro Bahçesi olarak isim yapan bu mekan Mınakyan Kumpanyası’nın adeta mabediydi. Kumpanyanın önde gelen aktrisi Knar Sıvacıyan Hanım da Kadıköy’de oturuyordu ve anılarında bu semtin kumpanya için ne kadar önemli olduğunu anlatıyor:
“Tiyatroya hep beraber gider, hep beraber evlerimize dönerdik. Bütün hayatımızı- sanki bir ailedenmişiz gibi- hep birlikte ve tiyatroya göre ayar etmiştik. Mesela hepimiz bir mahallede otururduk. Gece aynı sokağa gelir, birbirinden uzak olmayan evlere dağılırdık. Faraza, Kadıköy’ünde Bahariye caddesinde evvela Binemeciyan’ın evi vardı. Onun yanında Mınakyan otururdu. Karşısında, biraz ileride Çobanyan, yanında Holas, daha ötede Şahinyan ve ben! Diyorum ya, adeta bir aile gibiydik…”
Günümüzde Fenerbahçe futbol takımı için Kadıköy’ün kulübü kabulü yapılmışsa, Mınakyan Kumpanyası için de Kadıköy’ün yahut Kadıköylülerin tiyatro topluluğu, Mınakyan için de ‘Kadıköy’ün sanatçısı’ denilmesi yanlış olmayacaktır.
Yervant Tolayan’a göre, Mınakyan Kumpanyası kadınlar için adeta bir okul oluyor. Sahnelenen oyunlardaki kadın erkek eşitliğine dair vurgular, toplumda büyük heyecan yaratıyor. Bu konuda neler söyleyebiliriz?
Tiyatro yüz sene önce de bir okuldu, bugün de hala bir okul, bir eğitim kurumudur. Bir piyesin oynandığı kısa süre içinde, salonda oyunu izleyen kalabalık bir seyirci kitlesine, keyifli bir ortamda eğitici mesajlar verilmesi her zaman için geçerlidir. Tabii bunun aksi de geçerlidir, yani eğitici olmayan mesajlar verilmesi de mümkündür. Mınakyan’ın tiyatro topluluğu, bazı formüllerle Osmanlı toplumunda geçerli olan kadınlara yasakları delmeyi becermiş, ama kafes arkasından oyun seyrettirmiş, ama erkeklerin olmadığı kadınlara özel tiyatro matineleri düzenleyerek oyun seyrettirmiş. Böylece Avrupalı yazarların yazdığı ve Mınakyan’ın Türkçeye, Ermeniceye tercüme ederek sahneye koyduğu oyunları kadınlara izleterek, batıdaki aile yaşamı, kadın erkek ilişkileri, sosyal yaşam hakkında bilgilenmelerini ve düşünsel olarak dönüşmelerini sağlamıştır. Matinelere gelip Avrupai melodramları izleyen Türk kadını, Avrupa ülkelerinde kadının sadece evde olmadığının, öncelikleri, inançları, sevgili hukuku olduğunun, kadının ailede sesi olduğunun farkına vararak temsilden sonra evine dönmekteydi. Pek çok kadın bütün bu görüntülerden sonra, Mınakyan’ın temsillerinden kendi evliliklerini yeniden öğrenmeyi düşünmeye başlamıştı. Osmanlı Dram Tiyatrosu’nun topluma en önemli katkılarının başında, kadınların kocalarına, kendilerine nasıl davranılması gerektiğini öğrenmeleri için Mınakyan’ın tiyatrosuna gitmelerini tavsiye etmeleri olsa gerek. Mınakyan’ın oyunlarında kadın eşitliği, kadın gerçekleri, kadının kurtuluşu sorunları sahneye geldikçe, onlar da ilk kez heyecan duyuyorlardı.
‘DARÜLBEDAYİ YÖNETİMİ, BÜYÜK USTAYA TAHAMMÜL EDEMEDİ’
Günümüzde hem İstanbul Ermeni toplumunun hem de büyük toplumun Mınakyan Kumpanyası’na dair bilgisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Yeterli mi sizce?
Yeterli olmadığı kesin. Mınakyan’ın tiyatro sahnesindeki tüm faaliyetleri Osmanlı tiyatrosunun kuruluş ve gelişme dönemi ve Türkiye tiyatrosunun hazırlık dönemi olarak düşünülmelidir. Çalışmalarının ahlaki önemi çok değerliydi. Mınakyan’ın emeğiyle, yorulmak bilmeyen çalışması ve demirden iradesiyle, Türk seyircisi tiyatroya ve çalışanlarına saygı duymuş, edebi tiyatro fikrini geliştirmiş, gelecekteki profesyonel Türk tiyatrosu için ahlaki zemin ve atmosfer hazırlanmıştır. Bu Osmanlı’nın son döneminde, Abdülhamid istibdadının zulmü altında, böyle kasvetli bir zamanda yapılmıştır. Otuz yıl boyunca istibdada karşı tiyatroyu savunan Mınakyan ve Ermeni tiyatro sanatçıları olmuştu. Bu tiyatro topluluğu 1885-1915 döneminde, Türk tiyatrosuna yoktan bir sahne yaratmış ve güçlerini hazırlamış, aynı dönemde Ermeni sahnesine hizmet etmiş ve faaliyet göstermişti. Mınakyan, Osmanlı vatandaşı olarak yaşadı. Diğer Osmanlı vatandaşlarıyla aynı şartlarda düzenin bütün sorunlarıyla karşılaştı. Bir Ermeni olması nedeniyle, sorunların ortaya çıktığı ve yükseldiği dönemlerde ilave mağduriyetlerin muhatabı oldu. Yine de yılmadı. Bir gün bile ülkeyi terk etmeyi aklına getirmedi. Hiçbir siyasi muhalefetin içinde yer almadı. Devletiyle barışık olmayı esas aldı. Yaşamının son yıllarında Mınakyan, 1915 yılında Osmanlı vatandaşı Ermenilerin yaşadığı büyük trajediye tanık ve muhatap oldu. Toplumun en büyük tiyatro adamı olarak, 1914 yılında tiyatro öğretmeni olarak kabul edildiği Darülbedayi’den, yedi ay sonra, 1915 yılının Ağustos ayında görevine son verildi. İstanbul’da 24 Nisan 1915’te Ermeni aydınları tutuklayıp, Çankırı ve Ayaş’a gönderen İttihatçı emniyet bürokrasisinin yönetimindeki Şehremaneti’ye bağlı Darülbedayi yönetimi, yetmiş sekiz yaşındaki büyük ustaya tahammül edememişti. Bu toprakların insanı olarak, etnik kimliği farklı olması nedeniyle, Mınakyan hak etmediği bu muameleye rağmen, yine de yaşamının sonuna kadar tiyatro sahnesi için bir şeyler yapmaktan geri durmadı.
Osmanlı Ermeni tiyatro tarihinde Mınakyan Kumpanyası bir mihenk taşı. O olmasaydı Osmanlı ve Cumhuriyet tiyatro tarihi nasıl yazılırdı? Sonrasına dair neler söylenebilir?
Muhsin Ertuğrul’u göz önüne alalım. Muhsin Ertuğrul, öğrencilik yıllarında, babasıyla birlikte gittiği Kadıköy’deki Zamboğlu Bahçesi’ndeki Mınakyan Tiyatrosu’nda seyrettiği Dalila piyesinin etkisiyle tiyatrocu olmaya karar verdiğini, izlediği Mınakyan oyunlarını arkadaşlarına anlatarak onları da etkilediğini ve aralarında sahne kurup oynamaya başladıklarını, yine babası sayesinde Osmanlı Dram Kumpanyası’nın yaz kış gittikleri tiyatrolarda oynanan her yeni yapıtını izlemeyi aralıksız sürdürmeyi başardığını, çok erken yaşlardan başlayarak, tiyatroya, özellikle Osmanlı Dram Kumpanyası gibi o dönemin modern yapıtlarını oynayan kuruluşlara onu ilk götürenin babası olduğunu anlatıyor. 1910 yılında ilk defa sahneye çıkan genç Muhsin’in şansına tiyatrodaki dinlenme odasındaki arkadaşı ünlü tiyatro insanı genç Vahram Papazyan’dı. Henüz stajyer aktör seviyesindeki Muhsin’e, bu sanatı en iyi şekilde öğrenmek ve yapmak istiyorsa, mutlaka batıya gitmesini ve oradaki tiyatrolarda görev üstlenmesini ısrarla tavsiye eden oda arkadaşı Vahram olmuştu. Bu tavsiyeleri dinleyen Muhsin bir yıl sonra Paris’in yolunu tutacaktı. 1926 yılına kadar Muhsin, Paris, Berlin, Stockholm, Moskova ve Amerika’ya giderek kendini yetiştirdi ve Muhsin Ertuğrul oldu. Buradan, Mınakyan ve Ermeni tiyatrocular olmasaydı Muhsin Ertuğrul olabilecek miydi sorusunu sormakta haklısınız. Bu soruyu Ahmet Fehim için de sorabiliriz. Otuz yıl batı tarzı tiyatronun olmadığı bir dönemden sonra ilan edilen II. Meşrutiyet ortamında, tiyatro altyapısı ve kültürü olmayan bir tarih yazılabilirdi. Nitekim, baskı ve sansürün hakim olduğu bu yıllarda, Türk ve Ermeni tiyatro yazarlarının hiçbir piyes üretememiş olmaları nedeniyle, Anayasa’nın ilanından sonra tiyatro yapmak üzere sahneye çıkanlar, otuz yıl öncesinde yazılmış veya yabancı dillerden tercüme edilmiş eserlere başvurmak zorunda kalmışlardı. Evet, yeni oyunlar yazılamadı, ama Mınakyan sayesinde, Osmanlı toplumu tiyatro sahnesi ile bağını koparmamış oldu, tiyatro oyunculuğu varlığını devam ettirmiş ve Türk gençleri de en kısa yoldan sahneye çıkma imkanına sahip oldu.
Aşod Madatyan kitabınızın “Sunuş” bölümünde Osmanlı ve Türkiye Tiyatrosu tarihi üzerine beş kitaplık bir çalışmadan söz ediyorsunuz. Sırada neler var?
“Tiyatronun Başlangıcı Şark Tiyatrosu” olarak adını koyduğum çalışmayı sürdürüyorum. Osmanlı’da tiyatro Ermenilerle başladı ama 1868’de tiyatrosunun kapılarını açan Güllü Agop ile başladı, diye genel bir kabul var. Burada ele alınan temel kıstas, Türkçe tiyatronun başlamış olması. Halbuki Ermeni tiyatrocular bu tarihten en az on yıl önce, İstanbul’da tiyatro kumpanyalarını kurmuş, profesyonel anlamda Ermenice ve Türkçe performanslar sergilemeye başlamışlardı. Bu doğrunun tiyatro tarihi sayfalarına hak ettiği şekliyle geçmesi gerektiğini düşünüyorum. Tiyatro tarihimizde kadın konusunu açmanız gerçekten haklı bir talep ve öneri. Bu düşüncenize katılıyorum. Son yıllarda tiyatro tarihi üzerine ilginin artmakta olduğunu, yeni çalışmaların ortaya çıkmakta olduğunu görüyorum. Yurt dışında akademide Osmanlı’da tiyatro ve kadın üzerine yeni çalışmaların yapıldığını izliyorum. Bu rüzgarın yurt içinde de karşılığı var. Sizin de daha önce önerdiğiniz gibi, tiyatro tarihimizde kadınları ele alan bir çalışma, neden olmasın.
https://www.gazeteduvar.com.tr/tanzimat-istibdat-ve-mesrutiyet-minakyan-kumpanyasi-makale-1634910
İlk yorum yapan siz olun