Emre Bal
Bir ülke düşünün. Başbakanı çıkıp, “Artık hükümetim kamu hizmetlerini sürdürme imkanları tükeniyor” diyor.
Yani aslında, devletin kasasının tamtakır olduğunu, ülkenin israf bayrağını çektiğini söylüyor.
Lübnan Başbakanı Necib Mikati, “Ülke çok zor ve tehlikeli bir aşamada” diyor.
Parlamentonun da tam böyle bir dönemde toplanmayı reddetmesi yüzünden söylüyor bunu.
Parlamento toplanmıyor, çünkü partiler alınması gereken ekonomik önlemler üzerinde anlaşamıyor. Ama artık bankaların yeniden yapılandırılması, sermaye kontrolü, yapısal reformlar gibi meseleleri görüşmek gerek. Yakın, orta ve uzun vadede ekonomik reformlar lazım.
Ama geçici hükümetin yetkileri sınırlı. Yapısal reformları yapacak gücü yok. Bu reformlar yoksa, Uluslararası Para Fonu’ndan (IMF) da yardım kredileri yok.
Bu öyle bir ekonomik kriz ki, örneğini çok fazla yerde bulmak zor.
Mesela, bankada paranızın olduğunu düşünün. Bir sevdiğiniz, ölümcül bir hastalığın pençesine düştü. Tedavi için para gerek. Ama bankaya gidip, kendi paranızı çekemiyorsunuz.
Böyle çaresiz durumlarda kalan Lübnanlılar, daha önce hayal dahi edemeyecekleri işler yaptılar.
Kendi paralarını, birikimlerini çekebilmek için, ellerine silah alıp, banka şubelerinde insanları rehin aldılar.
Ekonomik çöküş, Lübnan Lirası’nın değerinin yüzde 98’den fazlasını silip, süpürdü. Döviz rezervleri yok oldu gitti. Yüzde 200’leri aşan enflasyon orta sınıfı yok etti. Şu anda ülkedeki birçok haneye 24 saat elektrik dahi verilemiyor.
Ülkenin borcunun Gayri Safi Yurt İçi Hasılası’na oranı son resmi verilerin yayımlandığı 2020’de yüzde 150’ydi. Şimdi yüzde 300’lere yaklaştığı belirtiliyor, IMF’ye göre reform adımları atılmazsa yüzde 500’leri bulabilir. Yani Lübnan’ın borcunu ödeyebilmesi için, tüm ülkenin kuruş harcamadan beş yıl çalışması gerekebilir.
Lübnan’da çalışan Associated Press Haber Ajansı Muhabiri Kareem Chehayeb’e göre, “insanların market alışverişlerinde neleri geride bırakmak zorunda kaldıklarını görmek”, gelir adaletsizliğini özetliyor. Ya da özel jeneratör satın alabilen bir aydınlık bir mahalleye, bir de diğerine bakmak.
Chehayeb, “Bir zamanlar, orta sınıf işleri olan ya da emekliye ayrılmış birçok kişi enflasyonla başa çıkabilmek için taksi şoförlüğü gibi başka işler yapmak zorunda kalıyor” diyor.
Çöküşün nedenleri en az Lübnan’ın kendisi kadar karmaşık. Bir yandan da “klişe” denebilecek kadar da tanıdık.
BBC Türkçe’ye konuşan Londra’daki Asya, Afrika ve Yakın Doğu Araştırmaları Enstitüsü (SOAS) Orta Doğu Direktörü Prof. Lina Khatib, “Lübnan ekonomisinin çöküşünün başlıca nedeni yolsuzluk. Kötü yönetim de sorunu ağırlaştırdı” diyor.
Khatib, geçen yıl Uluslararası Şeffaflık Kurumu’nun yolsuzluk sıralamasında Lübnan’ın 180 ülke arasında 150. sırada olduğunu hatırlatıyor ve şöyle devam ediyor:
“Lübnan’daki siyasi seçkinler, diğer Arap ülkeleri gibi sorunun bir parçası oldular. Mezhebi temsile dayalı yönetim sistemi de, yönetici seçkinlerdeki ulusal çıkar duygusu eksikliğini perçinledi.”
Doktora tezini Lübnan üzerine yazan Polis Akademisi Öğretim Üyesi Doç. Dr Murat Tınas da ülkedeki sistemin Lübnanlı üst kimliğinin, aidiyet duygusunun gelişmemesine yol açtığı görüşünde:
“Modern Lübnan devleti, mezhepsel, feodal yapılarla mücadele etmek bir yana, bu yapıların üzerine kuruldu. Cumhurbaşkanı Maruni Hristiyan, Başbakan Sünni, Meclis Başkanı da Şii olacak şeklinde. Ama bu sistem, vatandaşlık kavramının toplumda ve bireysel bilinçte yerleşmesine engel oluşturuyor.”
Lübnan’da yetkililer ve politikacılar, ait oldukları siyasi kuruluşların, siyasi kuruluşlar da dini kurumların koruması altında.
Bürokrasideki makamlar, farklı din ve mezheplere ait. Makamlar Hristiyanlar, Sünniler, Şiiler ve Dürziler arasında paylaşılıyor.
Bir partinin başarısı, programına değil, mezheplerinin bayrağını nasıl taşıdığıyla ve ne kadar ganimet elde ettiğiyle ölçülüyor.
Doç. Dr Tınas, “Bütün bu mezhep gruplarının liderleri devlet kaynaklarını, atamaları, ihaleleri önce kendileri için kullanıyorlar. Gruplarını da ulufe dağıtarak kendilerine bağlı tutuyorlar. Kendi gruplarıyla da denetlenebilir, hesap verir bir ilişkileri yok” diyor.
Tınas, Lübnan’da araştırma yaptığı 2015’te çıkan çöp toplama krizini örnek veriyor.
“Beyrut’ta aylarca çöp toplanmadı. Bunun sebebi, feodal liderlerin çöp ihalesinin kime verileceğine bir türlü verememesiydi. “
Tabii dış faktörler de var. Daha önce Lübnan dara düştüğünde uluslararası bir kurtarma planı için Fransa diplomatik, başta Suudiler olmak üzere Körfez ülkeleri çek defterini kullanıyordu.
Suriye’deki iç savaş, turizmi ve ihracatı vurdu. İran’ın Hizbullah üzerinden Lübnan’da elde ettiği nüfuza kızan ABD’nin müttefikleri ve Körfez ülkeleri garantilerini geri çekti. Yatırım yapmadan önce, kemer sıkma önlemleri ve reform isteyen Fransa da.
Anlaşamayanları anlaştıran liman patlaması
Lübnan’daki yönetici seçkinlerin yetersizliğine bir örnek de başkent Beyrut’taki liman patlaması.
Patlama, çok büyük miktarlardaki patlayıcı amonyum nitrat maddesinin limanda yıllarca uygun koşullarda tutulmaması yüzünden oldu.
4 Ağustos 2020’de, dünyanın en büyük nükleer olmayan patlamalarından biri, Beyrut’un bir kısmını haritadan sildi, bir kısmını da yaşanamaz hale getirdi. 218 kişi öldü, binlerce kişi yaralandı. On binlerce kişi de evlerini kaybetti. Peki, aradan üç yıl geçmesine karşın şimdiye dek bir yetkili ceza almadı, soruşturma da ilerlemedi.
Peki, birbirleriyle anlaşamamalarıyla meşhur Lübnanlı siyasetçiler, nasıl oldu da mesele kendi akıbetleri olduğunda birden saflarını sıklaştırmayı başardı.
Lina Khatib’e göre, “Lübnan’da yönetici seçkinlerin çok büyük siyasi anlaşmazlıkları olsa da, bu işlevsiz statükodan çıkar sağlıyorlar. Khatib “Ne zaman bu statükoya halk gösterileri ya da liman patlamasından sonraki hesap verme çağrıları gibi tehditler algılasalar bir araya gelirler” diyor.
‘Her derde deva’ petrol ve doğalgaz
Tüm bu umutsuzluk hali içinde Fransız enerji devi Total’in Lübnan kıyılarına yolladığı, petrol ve doğalgaz sondaj platformu ekonomik çöküşten çıkmak için umut ışığı oldu. Ya da çaresiz halka umut diye “pazarlandı”.
Hizbullah’ın geçici kabinedeki üyelerinden Kamu İşleri ve Ulaştırma Bakanı Ali Hamie, “Bu Lübnan için hayatta kalma meselesi. İnşallah yıl sona ermeden olumlu sonuçlar alınacak ve Lübnan enerji üreten bir ülke olacak. Bu bir umut ışığı veriyor” dedi.
Bu umut ışığı, Lübnan’ın geçen yıl İsrail ile imzaladığı Deniz Yetki Anlaşması’yla mümkün oldu.
Teknik olarak İsrail’in kurulduğu 1948’den bu yana savaş halinde olan iki ülkenin, ABD’nin arabuluculuğuyla vardığı anlaşma 860 kilometrekarelik bir alanı kapsıyor.
Anlaşmayla İsrail ve Lübnan, Kariş ve Kana adlı olası doğalgaz yataklarından kimin, ne kadar faydalanacağı üzerinde uzlaştı.
Ama Prof. Lina Khatib’e göre bu, Lübnanlı siyasetçilerin tekrar tekrar başvurduğu bir taktik.
Khatib’in ifadesiyle “Lübnanlı politikacılar giderek çaresizleşen halkı yatıştırmak için, böyle yalan umutlar pompalar.”
Gazeteci Chehayep de, Lübnan makamlarının yıllardır olası gaz yataklarını her derde deva bir umut olarak sunduklarını anlatıyor.
Chehayep bazı tahminlere göre “gazın gelir kesinlikle gelir getireceğini ama bu miktarın ülkenin kamu borcunu çevirip, ekonomiyi canlandırmanın yanından bile geçemeyeceğini” söylüyor.
İlk yorum yapan siz olun