Yeni kabinede Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı olarak atanan Mahinur Özdemir Göktaş, Afyonlu gurbetçi bir ailenin kızı olarak Belçika’da dünyaya geldi. Kabinenin tek kadın ve en genç ikinci bakanı olan Göktaş, Avrupa’da doğup büyüyen üçüncü kuşak başarılı gurbetçilerin tanınmış bir örneği. Avrupa’da başörtülü bir Türk kadınının siyasette önyargıları kırması ve milletvekilliği hiç kolay olmamış. Sonunda Ermeni lobisinin “soykırım” dayatmasını kabul etmediği için partisinden ihraç edilmiş. Bakan Göktaş ile merak edilen Avrupa’daki siyaset macerasını ve Türkiye’ye dönüşünü konuştuk.
DEDEM AFYON’DAN BELÇİKA’YA GÖÇ ETMİŞ
-Hikayeniz Belçika’da başlıyor. Ailenizin ne zaman Belçika’ya göçetti?
İlk olarak dedem göç etmiş Belçika’ya. Dedem 60’lı yılların sonunda Afyon’un Emirdağ ilçesinden Belçika-Türkiye İş Göçü Anlaşması kapsamında Belçika’ya geliyor. Birkaç ay sonra da anneannem ve dört çocuğunu yanına getiriyor. Diğer dört çocuğu ise Belçika’da dünyaya geliyor. Annem, dedemin sekiz çocuğundan ikincisi. Belçika’ya gittiğinde altı yaşındaymış. İlk zamanlar orada hayata tutunmakta ne kadar zorluk çektiklerini hep anlatır…Hiç tanımadıkları bir ülkede, bilmedikleri bir iklimde, dillerini anlamadıkları insanlar arasında yaşamak zorunda kalmışlar, dile kolay…
-Babanız?
Babam İstanbul Üniversitesi 3. sınıftayken okuldan uzaklaştırılıyor. 1980 ihtilali dönemi, babam da ülkücü kökenli. Rahmetli Türkeş ile Sayın Devlet Bahçeli ile yol arkadaşlığı vardır. Onları evimizde misafir etmişliğimiz vardır.
Babam annemle evlenip Belçika’ya geliyor ve ancak ben doğduktan sonra geri dönüp mezuniyetini verebiliyor. Belçika’da din dersi öğretmenliği sınavları açıldığında, babam İmam Hatip Lisesi mezunu olduğu için sınava giriyor ve kazanıyor. Belçika’nın Gent şehrinde 11 yıl din dersi öğretmenliği yapıyor. Tabii siyasi kimliği de var. Belçika’da Türk İslam Federasyon Başkanlığı da yaptı.
-Babanızın sizin kimliğinizin oluşumunda önemli etkisi olmuş sanırım…
Evet, biz ata yurdumuz Türkiye’yi unutmadan, her zaman memleketimizin sevgisiyle büyüdük. Milli duygularımızı hiç kaybetmedik. Babam bizi bu bilinçle yetiştirdi ve hep idealist bir yaklaşımı oldu.
HER GURBETÇİNİN TÜRKİYE’YE DÖNÜŞ HAYALİ VARDIR
-Ailenizin Belçika’dan Türkiye’ye dönme hayali var mıydı?
O zaman bir vatana geri dönme isteği hep vardı. Açıkçası Avrupa’ya göç eden herkesin kafasında bir gün memleketine dönme fikri vardır. Bir küçük valizle yola düşen her gurbetçi, “Biraz para kazanır, sonra ülkeme dönerim” diye düşünerek göç etti aslında. Babam da onlardan biriydi. Ben küçükken hatırlarım, babam her seferinde “Bu sene dönüyoruz inşallah” derdi. Ama şu an hala oradalar. Bir gün dönme düşüncesiyle çalışıp dururken, bir bakmışsınız tüm hayatınızı, dostluklarınızı orada kurmuşsunuz.
Rahmetli dedem de Belçika’da çalıştığı onca yıl boyunca geri dönme hayalinden hiç vazgeçmedi. Çok severdi memleketini. Emirdağ, Kacerli Mahallesi… Oraların bütün şiirlerini, şarkılarını, türkülerini söyleyerek, her zaman hasretle yad ederek yaşadı. Ama Türkiye’ye kalıcı olarak hiç dönemedi. Orada da rahmetli oldu dedem. Burada, Emirdağ’da defnettik. Çok sevdiği vatan toprağına ancak böyle kavuşabildi…
AİLE MARKETİNDE ÇALIŞTIM
-Sanırım dedenizin marketinde de çalışmışsınız bir dönem?
Evet. Dedem, Belçika’nın ilk Türk marketçilerinden biriydi. Türk mahallesinin göbeğinde Teo Market adında bir market işletiyordu. Ben de o markette kasaların arasında büyüdüm. Babam öğretmenlikten ayrıldıktan sonra annemle birlikte kendi marketlerini açtı. Ben de okul sonrası her zaman onlara yardımcı oldum. Babam harçlığımızı kendimizin çıkarmamız gerektiğini söyler, bunun için gayret sarf etmemizi isterdi. Her şey bizim önümüze serilmedi. Üniversiteye başladığımda da çocuklara Fransızca, Matematik, Fen dersleri vererek harçlığımı çıkardım.
Annem de bu konuda bana yol gösteren biridir. Muhasebe eğitimi almıştır ama aynı zamanda müşteri ilişkileri çok kuvvetlidir. Ben annemi hep, gün ağarmadan kalkıp işe güce koyulan biri olarak gördüm. Çok gayretli, çok çalışkan, çok dirayetli bir annenin evladıyım aynı zamanda. Onların o yaşam gayretleri, azimleri bana her zaman örnek olmuştur.
-Doğduğunuz şehir nasıl bir bölgeydi?
Schaerbeek, küçük Anadolu deriz. Mesela Köln’e gidersiniz, orada da bir Türk Mahallesi bulunur. Gent de aynı şekilde. Avrupa’nın pek çok yerinde böyle mahalleler bulunur. Orada insanlar ilk olarak bir cami, bir mescit kurmuş. Önce bir mescit etrafında toparlanmış. Akabinde bir kahvehane açmış, orada buluşmuş. Asgari sosyal ihtiyaçlarını giderebilecek bir ortam oluşturmuş ve o sosyal ortamda insanlar birbirini iyileştirmiş, birbirinin yaralarına merhem olmuş. Bir dayanışma ruhu içerisinde gelişmiş o mahalle. Zaman içinde her şeyi ile büyüdü. Türk restoranları, Türk fırınları açıldı daha sonra. Güzel, lezzetli yemek yemek isteyenlerin adresi oldu. Kendine has dinamikleriyle gelişti ve içinden çok başarılı siyasetçiler, milletvekilleri, doktorlar, futbolcular, bakanlar, sanatçılar çıkardı. Mesela Kubat da öyle bir Türk mahallesinden çıktı. Bunun yanında futbol menajeri Ceylan Çalışkan, ilk Türk Belediye Başkanı Emir Kır, ünlü kalp cerrahı Parla Astarcı Avrupa’nın Türk mahallelerinde yetişen isimlerdir….
BAŞÖRTÜSÜ YASAĞI İLE YÜZLEŞTİM
-Eğitim hayatınızda da ilginç ayrıntılar var. Mesela Katolik Kız Okuluna gittiğinizi biliyoruz. Neden tercih ettiniz?
Mahallemizin en iyi okullarından biriydi. Kaliteli bir eğitim veriyordu. Latince bölümü vardı. Genelde hep modern diller ve sosyal bilimler tercih edilirken ben Latince kimya-matematik bölümünden mezun oldum. Tercihimin temel sebebi nitelikli eğitimdi.
-Üniversite tercihinizi nasıl yaptınız?
Küçüklükten beri bana “Sen ya avukat olursun, ya da siyasetçi” derlerdi. İlk gençliğimde avukat olmayı hayal ediyordum. Bu hayalimi gerçekleştirmek için üniversiteye kayıt olmayı düşündüğüm sırada babam bana “Biliyorsun, burada başörtüsüyle avukatlık yapamazsın” dedi. “Yasak’ kelimesiyle ilk defa o zaman karşılaşmıştım. Başörtüsüyle avukatlık yapamayacağımı öğrenmek benim için büyük hayal kırıklığı olmuştu. Farklı bir tercih yapmak zorunda kaldım ama hukuk her zaman içimde bir ukde olarak kaldı.
-Peki ne okudunuz?
İşletme mühendisliğine başladım. Hem ekonomi hem de siyasal bilgiler dersleri aldım. Siyasal bilgilere de çok ilgim vardı fakat babam bu sefer de “Diplomat mı olacaksın? Diplomatların aile hayatı kurması çok zor olur”dedi. Yıllar sonra kader beni büyükelçi yaptı ve en büyük destekçim de babam oldu. Yani böyle ilginç bir hikâyesi de var. Daha sonra Brüksel’in en büyük üniversitelerden birinde Kamu Yönetimi alanında yüksek lisansımı tamamladım.
ÖĞRENCİ DERNEĞİ İLE TÜRKİYE’YE KÖPRÜ KURDUK
-Belçika’da üniversite okumak hayatınızı nasıl değiştirdi?
Üniversitede çok aktif bir öğrenciydim. Orada Türk öğrencilerin ortak hareket imkanını sağlayan bir örgütlenmenin olmadığını farkettim. Değişik alanlarda pek çok öğrenci derneği vardı. Bizim de bir dernek etrafında bir araya gelmemiz gerektiği fikri ortaya çıktı ve 2005 yılında Türk Öğrenci Derneğini kurduk. Türk üniversite öğrencileri olarak, üçüncü kuşak Türkler olarak Belçika ve Türkiye arasında bir köprü olabileceğimizi ve memleketimizi daha iyi tanıtabileceğimizi düşünüyorduk. Cumhurbaşkanımızın Başbakan olduğu ve Türkiye’nin AB üyeliği için müzakerelerin başladığı dönemdi. Biz de dernek üyeleri olarak katıldığımız konferanslarda, panellerde Türkiye’yi anlatıyor, savunuyorduk.
-Aktif siyasete girişiniz nasıl oldu peki?
Yüksek lisans tezimde kentsel dönüşüm çalışmıştım. Bu vesileyle insanların kendi mahallelerinin değişiminde söz sahibi olmalarının önemini farkettim. O sırada bir Belçika vatandaşı olarak ilk defa oy kullanmaya hazırlanıyordum. Bu oyu bilinçli bir şekilde kullanabilmek, geleceğin şekillenmesinde söz sahibi olabilmek için tüm siyasi partileri araştırmaya başladım. Avrupa’da yaşayan Müslüman bir Türk olarak bana en çok uyan parti olduğunu düşündüğüm o zamanki partimde karar kıldım. Hem o partiye üye oldum hem de ona oy verdim. İçinde bulunduğum toplumun aktif bir parçası olmak, “biz de buradayız” diyebilmek için, siyasetin içinde olmak gerektiğini düşündüm. Eleştiriden, sürekli reaktif tavır almaktan çıkıp, inşa sürecinin bir aktörü olmayı istedim.
Partinin toplantılarına katılmaya başladığımda farkettiğim ilk şey, üyelerin daha çok ileri yaşlı insanlardan oluşmasıydı. Bizim yaşadığımız yerde insanlar siyasete genç yaşta pek ilgi duymuyordu. Ben biraz istisna olmuştum. Aylık toplantılara düzenli olarak, gündemi takip ederek, hazırlık yaparak katılmaya başladım. Yerel seçimler yaklaştığında teşkilat başkanı, belediye meclisi için aday olmamı istedi. 18. sıradan aday gösterilmeme rağmen tercihli oylar sayesinde üçüncü sıraya yükselerek seçilmeyi başarmıştım.
MİLLETVEKİLİ SEÇİM SÜRECİ ÇOK SIKINTILI GEÇTİ
-Belçika’da bir başörtülü bir Türk kadınının milletvekili olması zor muydu?
2009 yılı genel seçimler için milletvekili adaylığım söz konusu olmuştu. Fakat yerel seçimler için sorun olmayan başörtüm bu sefer göze batmaya başlamıştı. Parti içinde adaylığıma karşı bir direnç olduğunu gözlemliyordum. Parti başkanım Joelle Milquet “onun kafasının dışı değil, içi önemli” diyerek bana destek olmuştu. Kamuoyundan aldığı eleştirilere aldırmadan benim arkamda durmasını hep minnetle hatırlarım. Kendisi benim her zaman örnek aldığım ufku geniş, sağlam duruşlu bir siyasetçidir.
Seçimlerde yirmi birinci sıradan aday gösterilmiştim. Seçim süreci her kesimden gelen başörtüsü karşıtı söylemler yüzünden sıkıntılı geçiyordu. “Avrupa’nın ilk başörtülü vekilini seçtirmeye çalıştığınızın farkında mısınız” diyerek itiraz eden parti içi muhalefetin baskısı da yoğundu. Hatta bazı yerlerde başörtümü kamufle eden afişler hazırladıkları oldu. Bunlar medyaya da yansıdı. Bu baskı altında çalışıyorduk ama ben yılmadım ve kapı kapı dolaşarak destek istedim. Belçika’daki seçim sisteminde tercihli mekanizma sayesinde alt sıralarda bile olsanız seçimi kazanma şansınız olabiliyor. Ben de bu azimle, inançla, ailemin de desteğiyle çalıştım ve 122 oy farkla milletvekili seçildim.
YEMİN ETMEMİ ENGELLEMEK İSTEDİLER
-Seçimleri kazanmanız Belçika’daki islamofobik ve ırkçı çevreleri nasıl etkiledi?
Evet. En genç vekil sıfatıyla yemin töreninde katip üye görevini yürütecektim ve yemin töreni için bütün vekilleri benim anons etmem gerekiyordu.
O gün parlamentoda inanılmaz bir kalabalık vardı. Dünyanın dört bir yanından basın mensupları, Belçika’da yaşayan Müslüman toplumun müntesipleri akın akın geldi. Seçim süreci boyunca beraber çalışmalar yürüttüğüm, öncelikli olarak ulaşmaya çalıştığım gençler ve kadınlar da beni desteklemek üzere oradaydılar. Kalabalık parlamento dışına taşmıştı. Bu arada protesto etmek için gelenler de vardı. Seçim süreci boyunca yaşadığım tacizler, tehditlerin yanında, eve gönderilen hakaret içerikli mektuplar da söz konusuydu. İslamofobik çevrelerden, ateistlere, yabancı düşmanı faşistlere kadar bir çok insan protesto için oradaydı. Gerçekten tarihi bir gündü.
Vekilliğimi engellemek adına seçimleri Anayasa Mahkemesi’ne götürüp yemin törenini iptal ettirmek isteyenler bile oldu. Fakat hepsi geri döndü. Ama yıllar boyunca mecliste başörtü yasağının getirilmesi tartışmaları devam etti. En azından idari görevlerde yasaklamak gibi düşünceler söz konusu oldu. Aradan on dört yıl geçti hala konu sıcaklığını koruyor.
-Şu an hala Belçika’da başörtüsü konusunda tartışmalar devam ediyor mu?
Şu anda Belçika’da belediye başkan yardımcısı adayının başörtüsü tartışılıyor mesela. İlk defa başörtülü bir belediye başkan yardımcısı olacak. Belçika’da hali hazırda başörtülü bir senatör, başörtülü milletvekili var. Avrupa’nın değişik yerlerinde başörtülü kadınlar farklı mevkilerde görev yapıyorlar.
Bunu da hakikaten samimi bir vatandaşlık bilinciyle yapıyorlar. Bulundukları topluma hizmet edebilmek, bir değer katabilmek için çalışıyorlar. Bunu ideolojik bir çerçeveye yerleştirip, onları sürekli hedef gösterenlere, itibarsızlaştırmaya çalışanlara rağmen yılmadan çalışıyorlar.
Ancak sizin önünüze sürekli başörtünüz çıkartılıyor ve bu yüzden önünüz kesilmek isteniyor. Bu gerçekten çok rahatsız edici, umut kırıcı, motivasyon düşürücü bir şey.
ERMENİ LOBİSİ BASKISIYLA PARTİDEN İHRAÇ EDİLDİM
-Partinizden neden ihraç edildiniz?
İlk vekillik tecrübemden sonraki seçimde de parlamentoya, girdim. Milletvekilliğimin ikinci döneminde kadınlar, sosyal politikalar, engelliler, kuşaklar arası çatışma gibi sosyal meselelerin yanında çevre, kentsel dönüşüm, enerji gibi alanlarda çalışıyordum. 2015 yılında parti başkanımız değişti. Yeni başkanla uyumlu çalışamadık, pek çok konuda görüş ayrılıklarımız vardı. Benimle ilgili rahatsızlıkları olduğunu hissediyordum.
Nitekim 2015 yılında bana sözde Ermeni soykırımını tanımam için bir yazı getirdi. İmzalamayı kabul etmediğim takdirde partiden ihraç edileceğimi ifade etti. Ben bu ithamı hiçbir surette kabul edemeyeceğimi söylediğim ve imzalamayı reddettiğim için partimden ihraç edildim. Tabii bu çok ağır bir karardı ve toplumda büyük tepki oluşturdu. Partiden ihracım akabinde parlamentoda bağımsız vekil olarak çalışmalarıma devam ettim, sivil toplum etkinliklerine de aktif olarak katıldım. İslamofobi ile mücadele derneklerinden, kadın girişimciliğine yönelik oluşumlara kadar pek çok alanda faaliyetlerim, uluslararası çalışmalarım oldu. Netice olarak bu yaşadığım haksızlık beni yıldırmadı. Siyasi faaliyetlerime bağımsız olarak devam ettim. 2018 yılında bir sonraki seçimlerde tekrar aday olmama kararı aldım. 2019 yılı itibariyle de Belçika parlamentosundaki görevim sona ermiş oldu.
-2019 yılında Türkiye’yi temsilen ilk görevi aldınız sanırım
CUMHURBAŞKANIMIZ AVRUPALI TÜRKLERİN ÖZGÜVENİNİ ARTTIRDI
-Avrupalı Türkler arasında Türkiye algısından ve ana vatan duygusundan biraz bahseder misiniz?
Avrupa’daki Türkler son genel seçimlerde Cumhurbaşkanımıza çok yoğun destek verdi. Bazı ülkelerde yeterince sandık açılmaması dolayısıyla insanlar oy kullanmak için yüzlerce kilometre giderek Cumhurbaşkanımıza desteklerini sundu.
Avrupalı Türkler Büyük Türkiye ailesinin bir parçası olduklarını bu iktidar döneminde hissetti. Çünkü Sayın Cumhurbaşkanımız sayesinde oy kullanma hakkını elde ettiler. Bu onların Türkiye’ye aidiyetlerini perçinledi, ana vatanın bir parçası olduklarını daha güçlü bir şekilde hissetmelerini sağladı. Ne olursa olsun kendilerine kucak açan bir devletlerinin var olduğunu bir kez daha farkettiler. Bu onları yaşadıkları ülkelerde daha da özgüvenli kıldı.
Onlar zaten memlekete her geldiklerinde gördükleri manzara ile Türkiye’nin değişimini daha iyi takip edebiliyorlardı. Bu insanları çok heyecanlandırıyor. Türkiye’ye geri dönme motivasyonunu arttırıyor. Tüm bunlar dolayısıyla gurbetçilerimiz Cumhurbaşkanımıza büyük oranda destek veriyor ve bu olumlu gidişatın kesintiye uğramasından endişe ediyorlar.
İlk yorum yapan siz olun