Adnan Akfırat
Çin, mazlum milletlerin ulusal egemenliklerini koruması açısından tarihî bir başarı kazandı: Çin Halk Cumhuriyeti, din adamı atamasını millileştirmeyi Papalığa kabul ettirdi. ABD emperyalizminin, din, mezhep, cins ve etnik köken farklarını, dış müdahale ve bozgunculuk için kullanma politikası zirve yapmışken, Çin’in Papalığı dize getirmesi büyük başarı oldu. Çin Halk Cumhuriyeti’nde, resmi kayıtlara göre 44 milyon Hristiyan bulunuyor. Bu sayı, Devlet Konseyi Enformasyon Ofisi’nin 3 Nisan 2018’de yayınladığı “Çin’in Dini İnanç Özgürlüğünü Korumaya Yönelik Politika ve Uygulamaları” konulu Beyaz Kitap’ta veriliyor. Hristiyan kaynakları ise bu sayının daha fazla olduğunu ileri sürüyor. Çin’de en fazla Protestanlar, daha az sayıda Katolikler ve çok az sayıda Ortodoks Hristiyan var.
Çin’de 6.300 Katolik kilisesi, 6.700 Proteston kilisesi faaliyet yürütürken, 11 bin rahip din adamı olarak görev yapıyor. Çin’in büyük şehirlerinde 15 Hristiyan ilahiyat koleji var. Ayrıca bazı küçük şehirlerde de çok sayıda İncil okulu ve İncil eğitim merkezleri bulunuyor. Günümüzde Hristiyanlık Çin’de özellikle Anhui, Zhejiang, Fujian, Henan, Hebei, Şangay ve Jiangsu gibi doğu ve orta eyaletlerde yaygın.
Bu rakamlar, “Vatansever” Katolik, Protestanları kapsıyor. Yeraltında faaliyet yürüten kiliseler ve onların bağlıları ise bu sayıya dahil değil.
ÇİN ANAYASASI’NDA İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ
Çin Anayasası’nın 36. Maddesi’nde dini inançlara özgürlük tanınıyor. Devamında ise inanç özgürlüğünün nasıl kullanılacağı şöyle tanımlanıyor: “Hiçbir Devlet organı, kamu kuruluşu veya birey, vatandaşları herhangi bir dine inanmaya veya inanmamaya zorlayamaz; herhangi bir dine inanan veya inanmayan vatandaşlara karşı ayrımcılık yapılamaz.”
Devletin dinler konusundaki tutumu da Anayasa’da şöyle belirtiliyor: “Devlet normal dini faaliyetleri korur. Hiç kimse dini kullanarak kamu düzenini bozacak, vatandaşların sağlığına zarar verecek veya Devletin eğitim sistemine müdahale edecek faaliyetlerde bulunamaz.”
Konumuz açısından en önemli cümle ise, Çin’deki inananların dış müdahalelerden korunması:
“Dini kurumlar ve dini işler hiçbir yabancı tahakkümüne tabi değildir.”
Çin Halk Cumhuriyeti’nde dinlere ilişkin yaklaşımda milli demokratik devrimin temel kuralı uygulanıyor: Din, bireylerin vicdanlarına bırakılıyor. Bu ilke, Çin’de bulunan bütün dinlere, yani Budizm’e, Hristiyanlığa, Yahudiliğe ve İslamiyet’e ayrımsız uygulanıyor. Din sayılmayan Konfüçyüsçülük, Taoculuk gibi Çin’e özgü mistik felsefelere de aynı muamele yapılıyor.
Ancak, Katoliklik gibi merkezi bir dinsel otoriteye tabi mezhepler ve Müslüman Kardeşler, Rabıta, DEAŞ, FETÖ gibi bazı “İslamî örgütler” Çin’in laiklik ilkesini kabul etmiyorlar. Dini, bağımsızlığa ve ulusal egemenliğe müdahale aracı yapıyorlar.
ABD emperyalizmi de dinleri ve mezhepleri Çin’in bağımsızlık ve egemenliğini sınırlamak, içeride kargaşa çıkarmak için kullanıyor. İnanç sahiplerini bu amaçla kışkırtıyor ve Çin’in Sosyalist yönetimi ile çatışmaya sürüklüyor. Papalık da bugüne kadar emperyalizmin siyasetlerini izliyordu.
PAPALIK ÇİN İLE SAVAŞIYORDU
Çin Halk Cumhuriyeti, kuruluşundan bu yana, Papa’nın “ekümenikliğini” başka deyişle evrenselliğini tanımadı. Çin’de görev yapacak piskopos ve rahiplerin Papalık ya da başka bir dış otorite tarafından atanmasını kabul etmedi.
Papalık ise Çin Halk Cumhuriyeti’ni tanımıyor. Vatikan, Tayvan’daki yönetimi Çin’in temsilcisi sayıyor. Papalık, bugüne kadar Çin’in atadığı piskoposları kutsamıyordu.
Şimdiki Papa Francis, Vatikan’ın onayı olmadan Çin tarafından atanan Şangay Piskoposunun atamasını onaylamaya karar verdi. “Katolik Haber Ajansı”, bu onaylamayı “Papa Francis Çin-Vatikan anlaşmasını ihlal etti” diye duyurdu. (1)
Piskopos Joseph Shen Bin, 2023 Nisan ayında Şanghay’a atanmıştı. Papalık, bunu Çinli yetkililer tarafından yapılan ikinci izinsiz atama olarak nitelemişti.
Vatikan ilk olarak 2018 yılında Pekin ile piskopos atamaları konusunda iki yıllık geçici bir anlaşma imzalamış, bu anlaşma 2020 ve 2022 yıllarında da yenilenmişti. Son onamayı eleştirenlere karşı, Vatikan’ın Genel Sekreteri Kardinal Parolin, Vatikan’ın Çin ile diyaloğu sürdürmeye “kararlı” olduğunu belirtti. (2)
WALL STREET JOURNAL PAPA’YI ELEŞTİRDİ
Şanghay Piskoposluk bölgesi 1950’lerde Katolik karşı devrimci faaliyetlerin merkeziydi. Devrimden sonra Piskopos Ignatius Kung Pin-Mei, “yeraltı Katolik kilisesi” haline gelecek olan rejim karşıtı Katolik hareketinin kurulmasına önderlik etti. Piskopos Kung, 8 Eylül 1955 gecesi, bin civarında yandaşı ile birlikte rejime karşı geldikleri ve Papalığın uzantısı olmaktan vazgeçmeyi reddettikleri için tutuklandı. Kung 1988 yılında ABD’yegidinceye kadar 30 yıl hapis yattı.
Yakın zamanda da Şanghay Yardımcı Piskoposu Thaddeus Ma Daqin, 7 Temmuz 2012’deki takdis ayini sırasında Çin Vatansever Katolikler Derneği’ni kınadı; o gecenin ilerleyen saatlerinde Sheshan Ruhban Okulu’nda ev hapsine alındı ve bugün hala orada bulunuyor.
ABD hâkim sınıflarının sözcüsü Wall Street Journal gazetesi, Papa’nın Çin’in egemenliğini tanımasını ve Çin ile iyi ilişki kurma kararını eleştirdi. “Anlaşma, piskoposları atama ayrıcalığından Papa tarafından verilen nadir bir taviz anlamına geliyor. Aralarında Hong Kong’un eski piskoposu Kardinal Joseph Zen’in de bulunduğu eleştirmenler ise anlaşmanın ülkenin Papa’ya sadık yeraltı Katoliklerine bir ihanet olduğunu savunuyor.” (3)
SOSYALİST İKTİDARDA DİNLERİN KONUMU
1949’da Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından Mao Zedung önderliğindeki Çin yönetimi, dinsel inanç sahiplerinin sosyalizmle uyumlu hale gelmesinin yöntemlerini bulmak için çalıştı. Çinli Protestanlar tarafından Mayıs 1950’de Başbakan Zhou Enlai ile yapılan bir toplantıda bir yol bulundu. Emperyalizmi kınayan ve yabancı kontrolünden uzak bir Çin Protestan kilisesi inşa edilmesini savunan “Hıristiyan Manifestosu” kaleme alındı. “Üç özerklik ilkesine” dayalı yerli bir kilise yaratma stratejisine dayanıyordu: Özyönetim, özdestek ve özyayılım.
Aralık 1950’de Çinli Katolikler de aynı yolu izledi ve Guangyuan Manifestosu” yayımlandı.
Manifesto’da “Emperyalizmle tüm ilişkilerimizi kesmeye, kendimizi dönüştürmek için elimizden geleni yapmaya, yönetiminde, kaynaklarında ve havariliğinde bağımsız olacak yeni bir kilise kurmaya kararlıyız” deniliyordu.
Dönemin Papası Pius XII, bağımsızlığın bir kiliseyi artık “Katolik” olarak isimlendirmeye izin vermeyeceğini bildirerek, Çin’deki Hristiyanları kutsamayacağını ilan etti.
Büyük tartışmalardan sonra Temmuz 1957’de, Papalığa bağlılık terkedildi ve “Vatansever Katolikler Derneği” kuruldu. 1958’de ilk Katolik piskoposlar Papa’ya başvurulmadan atandı. Haziran 1958’de Papa Pius XII, Vatikan onayı olmadan yapılan atamaları tanımayı reddetti. Piskoposların atanması meselesi o zamandan beri Çin-Vatikan ilişkilerinde önemli bir sorun teşkil ediyor.
CFR’NİN ‘ÇİN’DE HRİSTİYANLIK GELİŞİYOR’ RAPORU
Kapitalist emperyalizmin dini olan Hristiyanlık, Batı emperyalizmini kültürel hakimiyetinin bir aracı olarak yayılıyor. Kuşkusuz, ABD emperyalizminin CIA laboratuvarında imal ettiği “Ilımlı İslam” da benzer destek alıyor.
Çin’de 1978’de başlayan Mao çizgisinden dönme yanlışının faturası, önemli sayıda Çin vatandaşının Hristiyanlaşması olarak ödeniyor.
ABD’nin dış politika stratejilerini oluşturan CFR (Council on Foreign Relations), Çin’deki Hristiyanlığın yayılmasını konu alan bir rapor yayınladı. (4)
Rapor’da Dışa Açılma ve Reform politikasıyla birlikte gelen değişim şöyle ifade ediliyor:
“Çin son kırk yılda, özellikle Hıristiyan inananların sayısındaki önemli artışla birlikte dini bir canlanmaya tanık olmuştur. Çinli Protestanların sayısı 1979’dan bu yana yılda ortalama yüzde 10 artmıştır. Bazı tahminlere göre Çin, 2030 yılına kadar dünyanın en büyük Hıristiyan nüfusuna sahip olma yolunda ilerliyor.”
PİYASACILIK ÇİN’E HRİSTİYANLIĞI GETİRDİ
1980’lerde piyasa ekonomisinin benimsenmesiyle kırsal ve kentsel alanlardaki sosyal yapılar çözüldü. Din, çoğunlukla din değiştirme yoluyla yeni bir sosyal örgütlenme biçimi olarak ortaya çıktı. “Mao’dan Sonra Dinin Dönüşü” kitabının Ian Johnson, “Kesin sayı ne olursa olsun, gerçek şu ki Protestanlık, özellikle büyük şehirlerinde ve en iyi eğitimli insanların arasında, Çin’in dini manzarasının dinamik bir parçası haline geldi” diyor. (5)
Xi Jinping’in ÇKP Genel Sekreteri seçilmesiyle birlikte, piyasa ekonomisinin yarattığı tahribatları onarma çabaları başladı. Dinlerin Çin’e Özgü Sosyalizmle uyumlu hale getirilmesi çalışmalarına ağırlık verildi. Çin hükümeti ulusal güvenliği arttırmak ve aşırıcılığın yayılmasına ve yabancı sızmalara karşı koruma sağlamak amacıyla dini düzenlemeleri gözden geçirdi. Şubat 2018 başında yürürlüğe giren yeni düzenlemelerle, yeraltındafaaliyet yürüten dini gruplara yönelik yasakların titizlikle uygulanması ve bu faaliyetlerin finansmanının katı bir şekilde önlenmesi kararlaştırıldı.
ÇİN PROTESTAN DERNEĞİ BAŞKANI: BATI, HRİSTİYANLIĞI KULLANARAK ÇİN’İ YIKMAK İSTİYOR
Batı Basını ve ABD’deki Hristiyan kurumları, yasadışı dini faaliyetleri engellediği için Çin’i yerden yere vuruyor. “Çin’de kiliseleri kapatıyorlar, papazları hapse atıyorlar ve hatta kutsal metinleri yeniden yazıyorlar.” (6)
King’s College London’da insan hakları üzerine çalışan hukuk profesörü Eva Pils,
“On yıl önce, partinin insanların içsel olarak neye inandıklarıyla pek ilgilenmediğini söyleyebiliyorduk,” dedi. “Xi Jinping’in tepkisi çok daha sınırlayıcı ve bazı yönlerden Mao dönemindeki kalpleri ve zihinleri kontrol etme girişimlerine geri dönüyor.” diyor. (7)
Çin’deki Protestan kiliselerinin üst organı “Üç Özerklik Yanlısı Vatansever Hristiyanlar Derneği” Başkanı Xu Xiaohong 11 Mart 2019 günü, milletvekili olarak katıldığı Çin Halk Siyasi Danışma Konferansı’nın yıllık toplantısında “Batı’daki Çin karşıtı güçler Hıristiyanlık üzerinden ülkemizin sosyal istikrarını etkilemeye ve hatta ülkemizin siyasi gücünü yıkmaya çalışıyorlar” uyarısını yaptı. (8)
LAİKLİK, DİNLERİN DE YARARINA
Türkiye’de pek çok kişi, Çin’in İslam dinine baskı yaptığı haberleriyle yatıp kalkıyor. Oysa, Çin, uluslararası düzlemde İslam karşıtlığına karşı en net tutum alan ülkelerden biri. Çin’de bütün dinlere olduğu gibi İslamiyet’e de saygı var. İnancın bireysel olarak yaşanmasının önünde hiçbir engel bulunmuyor. Camiler açık, helal yemek üreten lokantalara ve kasaplara her yerde ulaşmak mümkün. Hac ziyareti yapılabiliyor. İlahiyat eğitimi veriliyor. Çin, İslam dinini ya da Hristiyanlığı kullanarak, Çin’in siyasal ve toplumsal sistemini değiştirmek isteyenlere ve onların arkasındaki ABD emperyalizmine karşı mücadele ediyor.
FETÖ belasını yaşamış Türkiye’nin, Çin’in bağımsızlık ve egemenliğini korumak için verdiği mücadeleye destek olması gerekir. Çünkü laiklik, günümüzde dinlerin asıl işlevine hizmet etmesini sağlayan en önemli güvence.
Dipnotlar:
2) agy.
3) https://www.wsj.com/articles/pope-francis-accepts-bishop-unilaterally-installed-by-china-9eec803e
4) https://www.cfr.org/backgrounder/christianity-china
5)Agy.
7)Agy.
8) https://www.reuters.com/article/us-china-parliament-religion-idUSKBN1QT03C
İlk yorum yapan siz olun