Ekümeniklik, günümüzde genellikle, daha büyük bir dinî birliği ya da dinlerarası iş birliğini sağlama amacını güden girişimleri ifade eder.
En geniş anlamıyla, dinî birlik veya dinî iş birliğinden maksat, üç İbrahimî din olarak İslam, Hristiyanlık ve Yahudilik dinlerinin ortak manevî değerlerine vurguda bulunan dünya kapsamında bir dini birliktir. Daha çok bilinen dar anlamıyla ekümeniklik, bu üç dinin herhangi birinin mezhepleri arasında iş birliği anlamına gelir.
Kavram, Grekçe oikoumene kelimesinden gelir, anlamı “yerleşilmiş dünya” yahut “meskun dünya”dır ve bununla Roma İmparatorluğu kastedilirdi. Günümüzde bu kavramla, birbirinden tarihsel, doktrinel ve uygulama açısından ayrılan Hristiyan mezhepleri ve Hristiyan kiliseleri kastedilir. Bu anlamıyla ele alındığında ekümeniklik Hristiyan birliğini sağlama gayesini ifade eder ve bu anlam şu idealle ifade edilir: Sadece tek çeşit Hristiyan Kilisesi kurumu olmalıdır.
Hıristiyanlık, Hz. Îsâ’nın tebliğiyle Filistin’de ortaya çıkmış olmasına rağmen daha çok Filistin dışındaki Roma İmparatorluğu topraklarında ve Grek kültür muhitinde yayılıp gelişmiştir. Başlangıçtan itibaren üç asır boyunca Roma baskısı altında yaşayan hıristiyanlar, İmparator I. Konstantinos’un devleti ayakta tutmak için dinden faydalanmak amacıyla “Milano fermanı” denilen izinnâmeyi (313 yılı ) imzalaması üzerine hürriyetlerine kavuştular.
1453 yılında İstanbul’un Fethi‘nden sonra, gayrimüslim olan toplumların yaşayışına dair düzenlemeler, Fatih Sultan Mehmet‘in çıkardığı fermana bağlanmış, böylece Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin yasal statüsü süreklilik kazanmıştır.
Ferman şöyledir:
“Kimse, Patrike tahakküm etmesin, kim olursa olsun hiçbir kimse kendine ilişmesin, kendisi ve maiyetinde bulunan papazlar her türlü hizmetten ebediyen muaf olsunlar, kiliseleri camiye tahvil edilmeyecektir. İzdivaç ve defin işleri, sair adat ve işleri Rum Kilise ve adetlerine göre eskisi gibi yapılacaktır.”
II. Gennadios’un Patrik olmasıyla, Patrikhane faaliyetlerini kentin ikinci büyük kilisesi olan Havariyun Kilisesi’nde yürütmeye başlar. O zamanlarda yaklaşık bin yaşındaki Havariyun Kilisesi’nin bahçesinde İmparator ailesinin mezarları da bulunmaktadır ve Hristiyan nüfusun azalması ve güvenlik nedeniyle 1455’te boşaltılır.
Patrikhane Pammakaristos Manastırı‘na taşınır. 12. yüzyılda II. Ioannes Komnenos’un yaptırdığı Pammakaristos Manastırı, Hristiyan göçmenlerin yerleştirildiği Çarşamba semtinde idi. Havariyun Kilisesi’ne göre daha küçük ve güvenli olan Pammakaristos, 1518’de restore ve II. Ieremias’ın patrikliği sırasında da genişletilerek yeniden inşa edildi.
1586’da, III. Murad döneminde eski patrikhaneya ait kilise, 1591’de Fethiye adıyla camiye dönüştürüldü. Patrikhane, önce Fener’deki Vlah Sarayı Kilisesi’ne, 1597’de ise Ayvansaray’daki Ayios Dimitrios Kilisesi’ne taşındı.
Patrikhane, 1602 YILINDA Fener’de bulunan Ayios Yeoryios Manastırı’na yerleşti ve bu tarihten sonra da faaliyetini burada sürdürdü.
II. Mehmed‘in çıkardığı fermanla statüsü saptanan Rum Ortodoks patrikleri, cemaatin evlenme, cenaze gibi adetlerini özgürce uygulayabilmesini denetliyorlardı. Patrik, bir vezir statüsünde kabul edilir, kendisine divanda yer verilirdi.
Maiyetindeki diğer yöneticiler ile birlikte her türlü hizmet ve vergiden muaftı. Rum cemaatine dair konuların görüşüldüğü meclise başkanlık eden patrik, hukuki ve cezai işlerde tam yetkili idi. Böylece patrik, Rum Ortodoks toplumunun tartışmasız lideri olarak, Bizans dönemindeki haklarından fazlasına kavuşmuştu.
Rum Ortodoks kiliseleri üzerinde simgesel bir otoritesi olan İstanbul patriği, 6. yüzyıldan beri “Ekümenik Patrik” sıfatıyla dünyadaki tüm Ortodoksların ruhani lideri kabul edilir.
1856 Islahat Fermanı ile patriklerin yetkileri, dinî konularla sınırlandı. Seçim usulleri gözden geçirildi. Görev süreleri ömür boyu kılınarak sorumlu oldukları davalardaki yetkileri genişletildi.
Dünya Ortodokslarının dini lideri durumundaki patrikhanenin Osmanlı Devleti zamanındaki bütün ayrıcalıklarının kaldırılarak sadece dinî işleri yerine getirmek şartıyla ve bu hususta verilen sözlere güvenilerek İstanbul‘da kalmasına izin verildi.
Ancak antlaşma metnine patrikhanenin statüsü hususunda bir hüküm konulmadı.
Cumhuriyet döneminde İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin etkinlik alanı da sadece dinî konularla İstanbul’daki Rum cemaati ile sınırlandı. Hizmet binasının 1941’de yanması üzerine, 1989’da Yüksek Mimar Aristidis Pasadeos nezaretinde başlatılan onarım çalışmaları 1991’de tamamlandı.
Patrikhâne, Fâtih Sultan Mehmed tarafından yeniden kuruluşundan itibaren Türklük aleyhine sinsice iki yönlü bir politika takip etmiştir. Bunlardan biri, kendini Avrupa kamuoyunda müslümanların eline düşmüş mazlum bir kuruluş olarak tanıtma çabasıdır. Nitekim 1699 Karlofça Antlaşması’na patrikhânenin dinî serbestîsinin engellenmemesine dair bir madde konulmuştur. 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’nda ise bu husus Rus çarının teminatı ile daha da pekiştirilmiş, böylece Lozan Konferansı’na kadar bu mazlum kuruluş propagandası başarıyla yürütülmüştür.
1856 Islahat Fermanı adı verilen bu belge ile o güne kadar patrikhâneye verilmiş olan bütün imtiyazlar onaylandı. Ruhanî meclise laik üyelerin de katılması ve patriklerin ölünceye kadar görevde kalmaları kabul edildi. Cemaatten bağış ve aidat toplanması kaldırılıyor, onun yerine belirli bir gelir tahsis ediliyordu. Patrikhâneye ait kilise ve diğer emlâkin tamiri serbest bırakılıyor, yeni inşaatlar ise padişahın iznine bağlanıyordu.
Miras haklarından doğacak davalar yine patrikhânede görülebilecekti. En önemlisi kiliselerde çan çalma yasağı kaldırılıyordu. Islahat Fermanı’nın öngördüğü düzene göre hazırlanan nizamnâme Abdülaziz’in 1862 de onamasından sonra yürürlüğe girdi.
I.Dünya savaşı sonrasında Osmanlı devleti malup olduğundan Bursa Metropoliti Dorotheos Mamelis’in yaptığı ilk iş, 9 Mart 1918’de patrikhâne ile Osmanlı hükümeti arasındaki ilişkilerin kesildiğini açıklamak oldu. Yayımladığı bildiride artık Ortodokslar’ın Osmanlı vatandaşı olmadıklarını ileri süren patrik vekili, İtilâf devletlerine hitaben de bütün Türkiye’nin işgal edilmesi gerektiğini söyledi.
Rum okullarında Türkçe okutulmasını yasakladı ve İtilâf devletleri donanmasının İstanbul’a gelişini kutlamak amacıyla derslere üç gün ara verilmesini emretti. Ayrıca İtilâf devletleri yüksek komiserlerini ziyaret ederek Osmanlı ordusunda görevli bulunan Rum askerlerinin derhal salıverilmesini sağlamalarını istedi.
Cumhuriyet döneminde ise; Patrikhanenin zararlı faaliyetlerini gören Mustafa Kemal, meclis ve basın patrikhânenin kaldırılması ya da sınır dışına çıkarılmasında ısrarlıydı. Lozan Konferansı’ndaki Türk delegeleri de aynı istek doğrultusunda hareket ediyorlardı. Fakat Yunanistan’ın baskılarıyla İngiliz heyeti ve öteki heyetlerin çoğu patrikhânenin mânevî varlığının önemi üzerinde durup özellikle patriğin İstanbul’u terketmesi halinde Rum Ortodoks cemaatinin dinî reisini kaybedeceğini söylediler.
Onlara göre kilise hukuku, patrikliğin görevlerini sadece dinî konularla sınırlamaya uygundu; yalnız evlenme ve boşanmalar kiliseye bırakılabilirdi. Uzun süren tartışmalar sonunda Türkiye, patrikhânenin Osmanlı Devleti döneminde verilen bütün imtiyazlarının kaldırılarak siyasî ve idarî işlerle uğraşmamak, sadece dinî hizmetleri yerine getirmek şartıyla ve bu konuda verilen sözleri senet kabul etmek suretiyle İstanbul’da kalmasına izin verdi.
Batılı emperyalist ülkelerin baskıları ile Türk devletini idare eden yöneticiler sustukça patrikhânenin cesareti daha da arttı ve kendisini olmayan yetkileri varmış gibi göstermeye devam etti.
Lozan Antlaşması’na rağmen patrik bugün ekümenik olduğunu ileri sürmekte ve Batılı güçler tarafından da âdeta desteklenmektedir.
Halbuki Fener Rum Ortodoks Patrikhânesi ile ruhanî meclisinin yetki alanı İstanbul başpiskoposluk bölgesiyle sınırlıdır. Bunun anlamı şudur yetki alanı sınırlaması ile Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindeki ibadete açık herhangi bir kilisenin papazından farkı yoktur.
Emperyalist ülkeler EKÜMENLİK hakları ile İstanbul’un yeniden KONSTANTİNE olarak ayrı bir devlet gibi Türk hakimiyetinden kopartılması amacını gütmektedirler SEVR anlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu parçalanıp yok edilirken İstanbul’u teslim alan işgal kuvvetleri için İstanbul’un tüm kiliseleri ÇAN larını çalarak işgali kutlamışlardır.Özellikle Amerika birleşik devletleri tarafından kurgulanan plan gereği Büyük Ortadoğu Projesi ( BOP ) gereği İstanbul merkezli bir ORTADOKS EKÜMENİK PATRİKHANESİ oluşturma ve BİZANSIN KONSTANTİNESİ ni kurma hayalleri güdülmektedir…
İlk yorum yapan siz olun