Şükrü Aslan
Türkiye’de, etnik/inanç kimlikleriyle ilgili yaygın konuşma biçimi, bugünün dünyasındaki örneklerle karşılaştırıldığında herhalde en tuhaf deneyim olarak nitelenebilir. Özellikle politik bağlamda bunun bir tür hileli konuşma olduğunu söylemek de mümkün. Çünkü açıklık yerine kulaklara fısıldayarak sürdürülen ve sanki bir ‘suç’ halinden söz ediliyormuş duygusunu inşa eden bir konuşma biçimidir. Oysa bu kimlikler binyıllar içinde bir dizi iktisadi ve kültürel pratiklerin ürünü olarak oluşmuş sosyolojik olgulardır. Yani gayet normal ve dolayısıyla anlamlı, özgün ve değerlidirler.
Bu normal durumun bir neticesi olarak her birey, bir kimliğin içine doğar. Hristiyan, Musevi, Müslüman, Katolik, Alevi, Sünni veya inanç ötesi alanla ilgili olarak Alman, Ermeni, Türk, Kürt, Fransız olmak buna birer örnektir. Bu bağlamda her bireyin içinde doğduğu dile, kültüre ve geleneklere; yani kimliğe uygun yaşama talebi de aynı şekilde insani bir durumdur.
***
Ulus devletlerin kuruluşundaki kimlik politikaları, bu normal alanı adeta hallaç pamuğu gibi atmış, karmakarışık hale getirmiştir. Tüm siyasal tecrübelerin gösterdiği gibi hemen her ulus devlet, kendi “ötekilerini” yola getirmek için çok geniş siyasal-kültürel bariyerler geliştirmiş; bu kimlikleri ya yasaklamış ya da görünmez alana sürükleyerek, kendisi olarak kalmalarını adeta imkânsız hale getirmiştir. Milyonlarca insanın canına malolan kimlik kıyımları da tam olarak modern devletlerin inşa ettiği bu kimlik politikalarının sonucudur.
Şu olgunun altını çizmemiz gerekiyor, ulusal/etnik ve inanç kimlikleri, modern dünya için asıl biçimlendirici dinamikler olarak işlev görmüşlerdir. Devletlerin organizasyonundan, sosyal mühendisliğe kadar her şey bu kimlik kriterlerine göre düzenlenmiştir. Özellikle 19’uncu ve 20’nci yüzyıllarda bu kimliklerden muaf inşa edilen bir devlet yoktur. “Kimlik kategorilerini” esas alan nüfus sayımlarına devletlerin ayırdığı enerjinin nedeni de budur. Geleneksel nüfusu sayma uygulamaları temelde vergi almak ve askerlik ihtiyacıyla ilgili olduğu için haneler ve erkekler sayılırdı. Modern nüfus sayımlarının amaç ve işlevi ise ekonomi ve güvenliğin yanı sıra nüfus içindeki kimlik kategorilerini tespit etmekti. Bunun için devletler yurttaşlarına; “ana diliniz ve dininiz nedir” sorusunu özellikle sormuştu. Sonraki süreçlerde bu devletlerin, kendi ötekilerine karşı giriştikleri kıyım ve sürgün uygulamalarında zorlanmamalarının nedeni de, sayımlarda elde ettikleri verilerdi. Zira herkesin kimliği ve ikamet yeri artık biliniyordu.
***
Ulus devletlerin bu kimlik fobisi zamanla bir tür politik/toplumsal alışkanlığa dönüşmüştür. Türk modernleşmesi deneyimi de bu toplumsal ve politik fobinin açık biçimde izlenebildiği örneklerden birisidir. Hakim kimlik en baştan itibaren kendi içindeki ‘ötekilerle’ ilgili olmuş; onu toplumsal mühendislik politikalarına konu etmiştir. Bu yüzden mesela Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘ben Aleviyim’ demesini şaşkınlıkla karşıladıklarını söyleyenler, gerçekte hem onun, hem de onun dışında başka kimlerin Alevi olduğuyla en fazla ilgili olanlardır.
Bu modern kimlik fobisi nüfusu yönetecek kişileri seçme sürecinde de hemen her zaman etkili bir faktör olarak devrede kalmıştır. Farklı anlamlar yüklense de adına “demokrasi” denilen yönetme biçiminde, yönetecek olanların kimliği açık/örtük bir şekilde olarak gözetilmiştir. ‘Kürtlerin partisi’ olarak nitelenen HDP ile ittifak kurmanın, bir suçmuş gibi aktarılmasının nedeni de aslında inşa edilmiş bu kimlik fobisidir.
Sözü aynı güncel tartışmayla kapatayım: Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun ben Aleviyim ifadesi, gayet samimi, net ve normal bir aidiyet vurgusudur. Bu aidiyetin kamusal ortamda söylenmesi ise ‘herkesin bildiği sır’ üzerindeki perdeyi kaldırmaya ve modern tahayyülün, kimlikler nedeniyle insana kıyan yüzünü deşifre etmeye bir imkân sunmuştur. Dolayısıyla hem insani hem de politik olarak değerlidir, anlamlıdır. Bu tutumu suçlamak amacıyla söylenen veya söylenebilecek her söz, modern ırkçılığın bir türü olarak işlev gören kimlik fobisinden başka bir şey değildir. Tam da bu nedenle, Türkiye’nin kendi barışını arama sürecinin ilk ve zorunlu adımı, herhalde bu fobik halle yüzleşme olmalıdır.
İlk yorum yapan siz olun