Şehir, emekleyerek de olsa, toparlanıyor. Bazı dükkânlara 6 Şubat’tan sonra hiç dokunulmamış, içleri darmadağın, ama bazılarından umut yükseliyor âdeta. Yeni normal başlamış gibi oralarda. Uzun Çarşı’daki dükkânlar açılıyor mesela – yani, yıkılmamış olanlar ve sahipleri hayatta olanlar.
Yine bir süreliğine Hatay’a veda ettim, şimdi gökyüzüm İstanbul’a ait.
Memleket nedir? İnsanın memleketinin neresi olduğu neye göre belirlenir? Bunu en çok kendimi tanıtırken düşünmüşümdür. Kayseri kökenli bir ailenin İstanbul’da doğup büyümüş biri olarak, yolu Antakya’ya düşmüş, Antakya’da ve Antakya’ya sevdalanmış biriyim; bu şehirden vazgeçemeyenlerdenim. Özetle, gururlu bir Anadolulu insanıyım. Şimdi siz söyleyin bana, neresidir benim memleketim? Yasemin Mıstıkoğlu’nun deyişiyle, Antakya’nın yıllar yılı var olmuş ‘trenli gelin’lerinden sadece biriyim.
Mıstıkoğlu’nun 2019 yılında yayımlanan ‘Trenli Gelinler’ başlıklı kitabı bugünlerde elimden düşmüyor. Kendi hikâyemle ortaklıklar arıyorum, benim gibi Antakya’ya gelin gelmiş onlarca kadının hikâyelerinde. Her birinde o kadar çok ortak his, bakış, tespit çıkıyor ki… Hepsini zamanla detaylıca konuşuruz. Ama şu kısım şimdilik yeter: “Şehre yerleşirken, büyük şehir Ankara’dan gelmiş olmam sebebiyle, kendimi özel hissetmem çok uzun sürmedi. Ankara’dan gelsen ne olur? Çin’den bile gelen gelin vardı Antakya’da. Antalya’dan, Mersin’den, Suriye’den, Rusya’dan, Almanya’dan, Rize’den, Meksika’dan, İran’dan gelenleri fark ettikçe, yazmalıyım dedim. Hangi rüzgâr bu kadınları buraya attı?”
İnsan şehirsiz yaşayamazmış, bunu da anladım bu süreçte. İstanbul’da kendi hâlinde bir Ermeni aile içinde büyüdüm ama hiç, büyükşehirden vazgeçemeyen bir insan olmadım. Yıllar boyu Sarkis Seropyan’ın yanında Anadolu’yu gezerken, Anadolu’nun bir köşesinde yaşamam gerektiğini hissediyordum. Ve yolum, Antakya’yla kesişti. Eleştirdiğim çok şey vardı bu şehirde de, bu şehrin insanında da, ama şu söz şimdiki hâlin özeti gibi: “Neye sahip olduğunu, yitirdiğinde anlarsın.”
Şimdi tüyleri diken diken eden bir boşluk ve derin bir yalnızlık var Antakya’da. Enkazlar kaldırılıyor, acilen yıkılması gereken binalar tek tek enkaza dönüşüyor, şehir çok gürültülü ama hissettirdiği, derin bir sessizlik. Bu gidişimde sokak sokak gezdim, nerede ne vardı hatırlamaya çalıştım. Onca insanın, onca anının yerinde şimdi kocaman boşluklar…
Şehir, emekleyerek de olsa, toparlanıyor. Bazı dükkânlara 6 Şubat’tan sonra hiç dokunulmamış, içleri darmadağın, ama bazılarından umut yükseliyor âdeta. Yeni normal başlamış gibi oralarda. Uzun Çarşı’daki dükkânlar açılıyor mesela – yani, yıkılmamış olanlar ve sahipleri hayatta olanlar.
Hatay’da ara ara kebap kokusu da alabiliyorsunuz artık. İlk açılan dükkânlar kebapçılar. Zira, Hatay halkının olmazsa olmazıdır kebap. Yıkıntıların önünde bir masa, bir sandalye ve işte özlenen kebaplar, dürümler… Hem de ilk bir ayda oldu bu. Antakya’da bir daha Antakya köftesi yiyemem sanıyordum ana yanılmışım; aynı kebap, aynı tat…
Şehirden ayrılmamış olanlar, çoğunlukla çevreyolu civarında kurulmuş konteynerlerde yaşamaya çalışıyor. Antakya’da AFAD’ın yanı sıra Konya ve İstanbul büyükşehir belediyelerinin kurduğu konteyner kentler var. Şehrin, siyasetçiler başta olmak üzere ünlü konukları da oluyor. Halka ilk günden beri destek olan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ziyareti, siyaset konuşmaktan kaçınan halkı, özellikle de Samandağlıları epey heyecanlandırdı.
Önceki Pazar, Arap dilli Ortodoks cemaatinin yani Antakya, Samandağ, İskenderun ve Altınözü Ortodoks cemaatinin Paskalya bayramıydı. Bu yıl, toplumun ‘diriliş’i kutladığı bu bayramda cemaatin çok özel ve anlamlı bir konuğu vardı. Doğu Kiliseleri Patriği 10. Yuhanna, kilise üyelerine maddi ve manevi destek olmak için Şam’dan gelmişti. Mersin’de başlayıp İskenderun, Samandağ, Altınözü ve Antakya’da halkla kilisede buluştu. Şanslıydım, Patrik 10. Yuhanna’nın Samandağ Ortodoks Kilisesi’nde düzenlediği ‘Cinnes’ (İsa Mesih’in cenaze töreni) ayinine katıldım. Yaptığı konuşmada Antakya Ortodoks Kilisesi’ni “tüm Doğu kiliselerinin anası” olarak tanımladı. Paskalya Ayini de, yine Patrik 10. Yuhanna’nın riyasetinde, Pazar günü Antakya Antakya Rum Ortodoks Kilisesi’nde yapıldı. Bu özel ve önemli kilisenin, yıkılmış da olsa hâlâ var olduğunun altı çizilmiş oldu böylece. Yıkık taşlar arasında yapılan ayin, bir vazgeçmeyişin ifadesiydi.
Patrik 10. Yuhanna, bölgede geçirdiği dört gün boyunca halka ruhani destek vererek moralleri yükseltti. Ayrıca, her kilisenin vakıf yönetim kurulu başkanına, cemaatlerine mensup ailelere verilmek üzere maddi destek takdim etti. Bu yardımı ailelere eşit olarak dağıtmak, vakıf yönetimlerinin görevi. Her aile, payına düşenle evini mi onaracak, borçlarını mı ödeyecek, yeni bir iş veya hayat mı kuracak, kendi karar verecek.
Vakıfköy’de de sakin bir bekleyiş hâkim. Halk artık devletin göstereceği iradeyi, yıkılan evlerin yerine yapılacak köy evlerini merakla bekliyor. Patrikhane Sosyal Yardım Komisyonu geçen haftasonu köye bir ziyaret daha yaptı. Köy halkı, köye gelen temsilcilerden güzel sözler duymak ve ardından olumlu bir adım görmek için sabırla bekliyorlar. Köydeki konteyner sayısı 10. Patrik Sahag Maşalyan’ın, evlerin tamir edileceği yönündeki sözü akıllarda. Önümüzdeki süreçte neler olacağı şu an halk nezdinde belirsiz olsa da, verilen desteği hissetmek köye ve köylüye iyi geliyor.
Antakya’da ve Samandağ’da olunca daha bir güçlü oluyor insan, çünkü oradayken yapacak iş çok. Şehir insanını, insan şehrini bekliyor. 6 Şubat’tan beri şehirden ayrı olan pek çok kişi için, seçimlerin yapılacağı 14 Mayıs, buluşma günü olacak. Hem vatandaşlık görevini yapmaya, hem de hasret gidermeye gidecek insanlar. Ben de dâhil. Bir kez daha güçlenmeye vesile olacak bu buluşma, çünkü bende depremzede ruhu şehirden uzaklaşınca başlıyor.
https://www.agos.com.tr/tr/yazi/28525/antakyayi-geride-birakabilmek
İlk yorum yapan siz olun