İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Alevilik ve ben: Hayret ede ede öğrenilmiş bir Türkiye hakikati

Kılıçdaroğlu’nun ‘Alevi’ manifestosu’, Alevileri haklı olarak sinirlendiren ‘kardeşlik’ vaadini aşıp ‘eşitlik’ limanına demirleyebilecek mi? Konuşmanın ‘tarihi’ önemde olduğu tartışma götürmez, fakat bu cesur çıkış, bundan sonra karşılaşılacak zorluklar konusunda yanıltıcı olmamalı. Benim şahsi Alevilik hikâyem bile -siyasetin ve toplumun geldiği umut verici seviyeye rağmen- bunu göstermeye yeter.

Alper Görmüş

Çocukluk ve gençlik yıllarımın geçtiği Alibeyköy’ün Araphan mahallesinde üç kahvehanenin birbirine baktığı küçük bir ‘meydan’ vardı. (Sözcüğü tırnak içine almanın dahi yetersiz kalacağı düşüncesiyle ilave edeyim: ‘Meydan’ dediğime bakmayın, üç adet dar sokağın bir noktada buluştuğu, belki ancak 200 kişi alabilecek bir alandan söz ediyorum.) İşte orası seçim kampanyalarında siyaset meydanı haline gelir, partiler kurtlarını orada dökerdi. Fakat en büyük heyecanı Türkiye Birlik Partisi’nin (TBP) ‘miting’leri yaratırdı. Çünkü başka partiler en fazla milletvekili adaylarıyla kampanya yürütürken, Araphan mitingine mutlaka TBP’nin genel başkanı Mustafa Timisi gelirdi: O zamanlar İstanbul’da Alevilerin en yoğun olarak yaşadığı yer Alibeyköy, bilhassa da Araphan’dı.

Araphan mitinglerindeki konuşmalar bir hemşehri derneğinin dayanışma toplantısını andırırdı. Konuşmacılar Alevi kimliği vb. kavramlardan hiç söz etmezdi; onu bırakın, Alevilerin birtakım toplumsal meselelerinin olduğunu da anlayamazdık bu konuşmalardan. Alevi komşularımız, arkadaşlarımız zaten hiç açmazdı bu konuları. Onları, yılın belli günlerinde aşure yapıp komşularına veren insanlar olarak bilirdik. İşte biraz da Kerbela, Hasan, Hüseyin…

Bunlar kabaca 1970-1975 arasının anıları… Benim ‘apolitik’ dönemim. 1975-1980 arasında istisnalar hariç her genç gibi ben de çok ‘sert’ bir politik mücadelenin içinde oldum. Fakat o beş yılda da Alevilik konusunda yeni hiçbir şey öğrenmedim. Sonradan anlayacaktım; o da Ermenilik gibi, Kürtlük gibi ‘cız’ konular arasındaydı; o da her türlü eşitsizlik ve baskıya karşı olduğunu söyleyen sol’un içine sirayet edemiyordu.

12 Eylül’den ilk çıkış yıllarında (sanıyorum 1983’tü) izlediğim bir toplantı, Aleviliğin neden düşünce hayatımıza ve siyasal pratiğimize dahil olamadığını mükemmelen öğretti bana.

Beni oraya, genç yaşta hayatını kaybeden arkadaşım -sonraki yıllarda Alevilik üzerine çok sayıda kitap yazan- Cemal Şener davet etmişti. “Gel” demişti, “İlhan Selçuk konuşacak; bu, Türkiye’de Alevilerin sorunlarını kamuoyuna duyuracağı ilk açık toplantı olacak, tarihi önemi var.”

İlhan Selçuk toplantıda Alevilerin sorunlarını tek tek dile getiren coşkulu bir konuşma yapmıştı, fakat beni asıl çarpan, onu izlemeye gelen çoğu orta yaşın üstündeki Alevilerin haliydi. O zamana kadar (tabii hepsi de 12 Eylül öncesinde olmak üzere) birçok coşkulu siyasi toplantı izlemiştim, fakat bu hiçbir şeye benzemiyordu. Seyirciler söz almıyorlar, konuşmuyorlar fakat heyecandan ne yapacaklarını bilemiyorlardı, bayram çocukları gibiydiler; heyecanlı, sevinçli.

Cemal, 1984’te ezeli suskunluğu ilk kıran kitap olarak bilinen, sonraki yıllarda defalarca basılacak (ben 1990’ların başında 40’lı baskıları hatırlıyorum) “Alevilik Olayı” adlı kitabını yayımladı. Kitabın redaksiyonunu benden istemişti; o sayede o toplantıda insanların neden o halde olduğunu daha iyi anladım.

1986’da, patronluğunu ve fiili yayın yönetmenliğini Ercan Arıklı’nın yaptığı Nokta dergisine girdiğim ilk haftalarda, kapak önerilerinin tartışıldığı bir yayın kurulunda, yukarıda sözünü ettiğim toplantıyı anlattım ve toplumda sorunlarının dile getirilmesini bekleyen milyonlarca Alevinin olduğundan, fakat sorunlarının hiçbir şekilde dile getirilmediğinden bahisle, biz bu talebe sözcülük edersek büyük bir prestij kazanacağımızı söyledim. Ercan Bey’i can evinden vurmayı da ihmal etmeyip ekledim tabii: “Alevileri kapak yaparsak satışımız da patlar.”

Ercan Arıklı folklorik bir zenginlik olarak Alevileri duymuştu ama, onların talepleri olan insanlar olduğunu hiç duymamıştı. O nedenle, “sayıları milyonlarca olabilir ama bu, dergiye müşteri olacakları anlamına gelmez” diye beyan etti fikrini. Hatta “Kamyoncular” diyerek örnekledi, “bu ülkede onlardan birkaç milyon var, şimdi biz kamyoncuların sorunlarını kapağı yapsak kaç kamyoncu gidip Nokta alır bayiden?”

Daha fazla üstelemedim; Ercan bey bu alanda belli ki sonraki yıllarda yayın ortaklığı yapacağı Dinç Bilgin’den en fazla bir ‘tık’ ilerideydi. (Dinç Bilgin, 2010’da Neşe Düzel’e verdiği söyleşide kendisini dalgaya alarak şöyle demişti: “Mesela İstanbul’a gelinceye kadar (1980’lerin ortaları – A. G.) Alevinin kim olduğunu bilmiyordum. Bunu bilmeyen bir adam, toplumu yönlendirecek gazetelerin sahibi…”)

Sonrası şöyle oldu: İletişim Yayınları’nın çıkardığı haftalık Yeni Gündem dergisi o hafta “Aleviler” kapağıyla yayımlandı ve ortalama 5 bin satan dergi 20 bin sattı. Bunu gören Ercan bey “Tamam o zaman, hadi” dedi. Ertesi hafta Nokta “Aleviler: Artık susmayacağız” kapak spotuyla çıktı ve kendi satışını ikiye katladı: 80 bin.

Diyeceğim, benim bilgilerim ve tecrübelerim, Alevilerin “suskunluk” döneminin 1980’lerin ortalarında sona erdiğini gösteriyor.

Sonrasını biliyoruz. Aleviler izleyen yıllarda Nokta’nın kapağında denildiği gibi gerçekten de susmadılar. Kendisinden bir şey talep edildiğinde sinirlenen devleti sinirlendire sinirlendire, kamusal hayatta taleplerini bir bir dile getirdiler.

Devlet bu ısrara rağmen tek bir Müslümanlık tanımaya ve Aleviliği tanımamaya devam etti. Zamanla, artık çok fazla zorlanmaya başlayınca tıpkı Kürt sorununda olduğu gibi “Varlar, fakat onları kendimizden ayırmıyoruz, kardeşiz” safhasına geçildi. Ne var ki ‘abi’nin sahip olduğu haklar onlardan esirgeniyordu. Vali olamıyorlar, kaymakam olamıyorlardı. Abi, kardeşine devleti emanet edecek kadar güvenmiyordu.

Devlet, tıpkı Kürtlerle sorununda olduğu gibi, şefkat duygusu eşliğinde dile getirilen “kardeşlik” vurgusunun Alevileri memnun etmek bir yana, sinirlendirdiğini anlamadı, yahut anlamazlıktan geldi.

Nedeni açık: Aleviler (tıpkı Kürtler gibi) kendilerine önerilen ‘kardeşlik’in eşitlik boyutundan yoksun olduğunu biliyordu. Oysa hakiki, sürdürülebilir, sağlam bir kardeşlik salt “şefkat” üzerine kurulamaz. Eşitlik içermeyen bir kardeşlik, hakiki manada kardeşlik sayılamaz ve o kardeşlik sürdürülemez.

Kılıçdaroğlu’nun ‘açılımı’, Alevileri haklı olarak sinirlendiren ‘kardeşlik’ vaadini aşıp ‘eşitlik’ vaadine demirleyebilecek mi? Bu cesur çıkış, bundan sonra karşılaşılacak zorluklar konusunda yanıltıcı olmasın. Ama konuşmayı ‘tarihi’ kılan noktalardan birinin de, büyük bir ihtimalle Türkiye’nin yeni cumhurbaşkanı olacak bir siyasetçinin bu meselenin bam telinin ‘kardeşlik’ değil ‘eşitlik’ olduğunu ima etmesi olduğunu unutmayalım.

https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/alevilik-ve-ben-hayret-ede-ede-ogrenilmis-bir-turkiye-hakikati-126047/

 –

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın