İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Deprem ve Hatay’da nüfus mühendisliği!

Yusuf Karadaş

6 Şubat depremlerinden sonra on binlerce insan enkaz altındayken iktidarın acil müdahale konusunda sergilediği tutum, nasıl bir siyasi afetle karşı karşıya olduğumuzu da göstermişti. Enkaz altındaki yakınlarının kurtarılması için günlerce bekleyen depremzedelerin “Devlet nerede?” feryadı, binlerce insanın bu siyasi afet nedeniyle yaşamını yitirdiğini çarpıcı biçimde ortaya koyuyordu.

Geçtiğimiz günlerde Emek Partisinin 6 Şubat depremlerine ilişkin hazırladığı “Mülksüzleştirme, sermaye transferi ve kentin yeniden talanı” başlıklı raporu, karşı karşıya olduğumuz bu siyasi afeti anlamak bakımından önemli veriler sunuyor. Gazeteci arkadaşlarımız Hakkı Özdal ve Bahadır Özgür tarafından hazırlanan bu rapor, sadece depremlerin yol açtığı büyük yıkıma zemin hazırlayan kararları ve depremlerden sonra birçok kente günlerce müdahale etmeyen devletin yardıma giden gönüllü kuruluşları nasıl engellediğini gözler önüne sermekle kalmıyor. Daha önemlisi depremlerden sonra alınan OHAL kararı ve yayımlanan kararnameler üzerinden halkın mülksüzleştirilmesine ve kentlerin sermayenin yeniden talanına açılmasına dikkat çekiyor.

Raporda imar aflarından (2018’deki imar affında deprem bölgesindeki 305 bin bina) mimar-mühendis odalarının denetimlerde nasıl devre dışı bırakıldığına, depremden sonra yardıma koşan gönüllü kuruluşların ve cemevlerinin engellenmesinden dinci-tarikat ve vakıfların deprem bölgesinde boy göstermesine, 14 milyon kişinin yaşadığı depremden doğrudan etkilenen 11 ilde kayıt dışı çalışmanın yüksekliğinden (3.8 milyon çalışanın 1.5 milyonu kayıtsız-sigortasız) bölgedeki halkın yaklaşık yüzde 20’sinin Genel Sağlık Sigortası’nı ödeyemeyecek kadar derin bir açlık-yoksulluk içinde olmasına kadar genel tablonun daha iyi görülmesini/anlaşılmasını sağlayan çok yönlü veri ve değerlendirmeler yer alıyor. Mesela raporda yer alan Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin en fazla yaşadığı 5 kentin 4’ünün deprem bölgesinde (Antep, Urfa, Hatay, Adana) yer alması gerçeği, depremden sonra ırkçı parti ve siyasetçilerin Suriyelilere karşı provokatif söylem ve tutumlar üzerinden burada kendilerine kitle desteği sağlama girişimlerini ve gerçek sorumluların gizlenmesine nasıl hizmet ettiklerini de açıklıyor.

Raporun “Yeniden inşa ve Antakya’nın geleceği” başlıklı bölümü, iktidarın Hatay’a ve özel olarak Antakya’ya yönelik politik ve iktisadi hesaplarına işaret ediyor. Raporda yıkılan ya da ağır hasarlı olan binaların yüzde 42’si (518 bin binanın 215 bini) Hatay’da olduğu halde nisan ayı itibarıyla TOKİ’nin Hatay için bu ağır hasarlı ve yıkık binaların sadece yüzde 2’si kadar (3828) yeni konut sözleşmesi imzaladığı vurgulanıyor. Oysa bu oran Gaziantep’te yüzde 38, Kilis’te yüzde 26 ve Şanlıurfa’da yüzde 15’tir. Daha da dikkat çekici olanı ise, Hatay’da ihalesi yapılan konutların 364’ünün belediye başkanı AKP’li olan Altınözü ilçesinde, 292’sinin belediye başkanı MHP’li olan Belen ilçesinde, 1451’inin belediye başkanı AKP’li olan İskenderun ilçesinde ve 821’nin de yine belediye başkanı AKP’li olan Payas ilçesinde olmasıdır.

Oysa 6 Şubat depremlerinin yanı sıra 20 Şubat’ta merkezi Defne olan 6.4 büyüklüğündeki depremden en fazla etkilenen Defne ve Samandağ’da bir tek konut ihalesi bile bulunmuyor.

Acaba neden?

Defne ve Samandağ’ın 16 Nisan 2017 referandumunda Türkiye’de tek adam rejimine karşı “hayır” oyunun en yüksek çıktığı ilçeleri olması, size bir şey hatırlatıyor mu?

Yine buraların depremden sonra devletin en geç müdahale ettiği yerler olması rastlantı mıydı? Yoksa iktidar, yüzüstü bırakarak göçe zorladığı bu insanlara bir mesaj mı vermeye çalışıyordu?

Bu soruların yanıtını bulmak için iktidarın Antakya’ya yönelik özel planına da bir göz atmak gerekiyor. 5 Nisan’da, Cumhurbaşkanı imzasıyla Antakya’nın tarihsel-kültürel kimliğinin merkezi olan 307 hektarlık bölüm, “riskli alan” ilan edildi. Böylece kent merkezinin insansızlaştırılması ve “kültür alanı” olarak yeniden inşası adı altında sermayenin yağmasına açılması planlanıyor.

2015 sonları ve 2016 başlarında Kürt kentlerindeki “şehir savaşları” sonrasında Diyarbakır Suriçi başta olmak üzere yıkıma uğrayan kentler nasıl insansızlaştırılmış ve bu alanların yeniden imarı iktidarın politik-iktisadi hesaplarına göre yapılmışsa şimdi Hatay’da da aynısı yapılmaya çalışılıyor.

Depremden önce Hatay belki Kürt kentleri gibi doğrudan savaştan kaynaklı bir yıkım yaşamadı ama Suriye savaşının en fazla etkilediği kent oldu. Bir yandan Hatay’da işçi, çiftçi, esnaf on binlerce insanın yaşam koşulları kötüleşti ve öte yandan iktidarın mezhepçi politikaları nedeniyle Arap Aleviler hedef haline geldi/getirildi.

Gazeteci-Yazar Nevzat Onaran, Kor Kitap tarafından yayımlanan “Ermeniler, Rumlar ve Kürtler-Türk Nüfus Mühendisliği (1914-1940)” adlı kitabında Osmanlı’nın son dönemi ve cumhuriyetin ilk yıllarında Ermeni, Rum ve Kürtlere karşı devletin zorla göç ettirme politikalarını “nüfus mühendisliği” olarak tanımlıyordu.

Bugün depremin yarattığı yıkımı fırsat bilen iktidarın aynı nüfus mühendisliğini Hatay için devreye sokmaya çalıştığı anlaşılıyor. Erdoğan yönetimi, bir yandan OHAL genelgeleri ile insansızlaştırma ve öte yandan yüzüstü bıraktığı halk kesimlerini göçe zorlama yoluyla Hatay’ın demografik yapısını kendi politikalarına uyumlu hale getirip kendi şirketleri için de bir sermaye birikim alanı yaratmanın hesabını yapıyor.

İktidarın kendi kaderine terk ettiği insanların durumunu Dilek Omaklılar arkadaşımızın haberini yaptığı Batıayaz’ın tek Ermeni’si Agop’un “Önümüzü göremesek de bekliyoruz” sözü özetliyor.

Rapor, Agopların önlerini görebilmesinin ancak halkın insanca yaşam, güvenli konut ve geleceğiyle ilgili söz sahibi olacağı demokratik bir düzen için mücadele etmesiyle mümkün olacağını ortaya koyuyor.

https://www.evrensel.net/yazi/92810/deprem-ve-hatayda-nufus-muhendisligi

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın