Cumartesi günü köyde yumurtalarımızı boyayıp Zadig yani Paskalya çöreklerimizi pişirdik. Aslında İstanbul’dan Tıbrevank Derneği köy için çörek pişirip bizimle göndermişlerdi ama biz köyü biraz da olsa çörek kokutmaya kararlıydık. Köyün tüm çocukları bir masanın etrafında toplanıp, rengârenk boyadılar yumurtaları. Belli ki birbirlerini özlemişlerdi, bol bol oyun da oynadılar. Pazar bayramdı ama havası bayram havası değildi. Kiliseden uzak, camları kırılmış çok amaçlı salonun içinde kurulmuş horan ve kilise ortamında yaptık Paskalya ayinini.
Yine mi deprem yazısı? Evet, maalesef! Farkındayım, oralarda gündem değişti, seçim konuşuluyor artık, bir ay sonra ne olacağı herkes için çok önemli. Ama işte, bizim buradaki gündemimiz hâlâ değişemiyor. Bir haftadır, sizin ‘deprem bölgesi’ olarak bildiğiniz, tanımladığınız coğrafyadayım. Bizim memleketteyim yani, Antakya Samandağ-Vakıfköy civarında… Geçen hafta bahsetmiştim; okullardaki Paskalya tatilini fırsat bildik, hemen arkasından başlayacak ara tatili ve bayram tatilini de peşine taktık, düştük yollara. Tabii, sonra yine İstanbul’a dönmek üzere… Hedefimiz Paskalya’yı köyde kutlamak, hem de diriliş günlerinde bayram coşkusunu yaşatmak, köyü az da olsa canlandırmaktı.
Vakıfköy’e 5 Nisan Çarşamba akşamüzeri ulaştık. Portakal çiçekleri açmış, köye, bölgeye bahar gelmişti. İncir ağaçlarının yapraklanması çok şaşırttı beni. “Doğa da bir değişti, ne garip, incirler bu zamanda yapraklanıyor muydu, neden böyle oldu” diye söyleniyordum ki eşim hemen cevapladı, “Bahar geldi, farkında mısın?” Farkında değildim gerçekten, sanki hâlâ kış ve sanki hâlâ 6 Şubat bütün günler… Portakal çiçeklerinin kokusu insana huzur veriyor, her şey normalmiş gibi hissettiriyor. Doğada da öyle, her şey olması gerektiği gibi, kuşlar, börtü böcek, yağmur, hava ısısı… Gel gelelim, burada yaşayanlar için hâlâ her sabah 6 Şubat sabahı.
Köyde hayat çadırlarda devam ediyor. Konteynır gelecek beklentisi var. İki konteynır ulaştı ancak altyapısal sorunlar nedeniyle henüz kullanılamıyor. Diğer konteynırlar için altyapı hazırlıkları, Garo Paylan’ın aracı olması sayesinde, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından tamamlanmak üzere. Konteynırların gelmesi köydeki hayatı biraz rahatlatacak gibi görünüyor. Çünkü bugünlerde buralarda yağmur çok, ve yağmurlu havada çadırda hayat daha da zor.
Cumartesi günü köyde yumurtalarımızı boyayıp Zadig yani Paskalya çöreklerimizi pişirdik. Aslında İstanbul’dan Tıbrevank Derneği köy için çörek pişirip bizimle göndermişlerdi ama biz köyü biraz da olsa çörek kokutmaya kararlıydık. Köyün tüm çocukları bir masanın etrafında toplanıp, rengârenk boyadılar yumurtaları. Belli ki birbirlerini özlemişlerdi, bol bol oyun da oynadılar. Pazar bayramdı ama havası bayram havası değildi. Kiliseden uzak, camları kırılmış çok amaçlı salonun içinde kurulmuş horan ve kilise ortamında yaptık Paskalya ayinini. Ayine Der Avedis Tabaşyan riyaset etti. Katılım gerçekten çok duygulandırıcıydı. Vakıflı, Zeytuniye ve Antakya’da yaşamaya devam eden köy ahalisinin neredeyse tamamı gelmişti ayine. Günün şartlarına göre epey bereketli olan Zadig sofrasında yine yumurtalar tokuşturuldu, çörekler ve bayram kurabiyeleri eşliğinde herkes birbiriyle bayramlaştı.
Samandağ ve Vakıflıköy’de hayat bir ay önce bıraktığımdan çok daha iyi durumda. Vakıflıköy’de komün hayatı yerini herkesin kendi çadırına çekildiği, olanakları dâhilinde evlerini kullandığı bir ortama bırakmış. Kadın kooperatifi, Türkiye İşçi Partisi milletvekili Sera Kadıgil’in kooperatifimize hediye ettiği konteynırda satış yapmaya ve kargo hazırlamaya devam ediyor. Kadınlar da mutfakta üretim yapıyor. Gelen kavanoz ve şeker yardımlarıyla turunç reçelleri pişirip kavanozlamaya başlamışlar.
Samandağ’da ise enkazlar kaldırılmaya başlamış. Dolayısıyla, Samandağ’ın bazı yerleri hayalet şehir olmuş. Beylik noktalar vardı yol tariflerinde kullandığımız – Tarsuslu Market, Belediye Caddesi, Favvar Köprüsü vb. Bunların hiçbiri maalesef yok artık; şehri tanımak çok çok zor. Eşimin veteriner kliniğinin enkazının kaldırılmasına tanık oldum. Beton yığınları arasında yaşam izleri aradı gözlerim, ama o izler o kadar enkaz olmuştu ki, on yıldır bildiğim eşyaları bile tanımak zordu. Binayı yapan ustalar mı, mühendisler mi, bilmiyorum ama tavanlara o kadar önem vermişler ki, beş katlı binanın enkazı tavandan ibaretti sanki. Tavanlar katların üstüne üstüne basmış. İki kişi ölmüş binada, depremin ilk anlarında çıkmayı başaranlar da yalınayak sokaklarda kalmışlar. Baktığım her enkazda, terk edilmiş ya da ağır hasarlı her binada aklımdan aynı şey geçti: Biz o iki dakikayı yaşarken buralarda neler yaşandı acaba? Şanslıydık, burnumuz kanamadan çıkmıştık Antakya ortamından, ama ya bu binalarda yaşayanlar? Instagram’da ‘Hatay Depremi’nde vefat edenler’ sayfası kurulmuş, telefonu elimden düşüremiyorum, başka kimler çıkacak karşıma diye.
Ve bu seferki ziyaretimin en önemli duraklarından biri de çocuklarımın okulu oldu. Çocuklarımın kitap ve eşyalarını toparlamak üzere, eşimle gittik okula. Birkaç parça eşyayı alıp çıkarız sanıyordum ama duvarları, dökülmüş, tavanları dağılmış hayalet okulda saatlerce kaldık. O kadar çok anı vardı ki her sınıfta… Duvarlarda asılı notlar, öğretmenlerin, çocukların gelişimiyle ilgili özel notları, fotoğraflar, defterler… Toz toprak, cam kırıkları arasında sıkışıp kalmıştı anılar.
Buralarda yeni bir hayat kurmak çok zor ama imkânsız değil; önemli olan karar vermek – hayatı geriden başlatmaya hazır mıyız?
Antakya, ah güzel şehir, içini henüz gezemedim. Sokak sokak gezip size tek tek yazmak isterdim. Artık o da haftaya, daha buralardayım.
https://www.agos.com.tr/tr/yazi/28457/buralarda-her-sabah-hl-6-subat
İlk yorum yapan siz olun