Bursa olayını yapanlar, onları destekleyen, bu davranıştan kıvanç duyduklarını ilan edenler ve tabii bunu bir politika, sürekliliği olan bir davranış kalıbı haline getirenler bu ülkede yaşayan Kürt halkını “itmek” üzere faaliyet gösteriyorlar
Murat Belge
Diyarbakır’dan gelen Kürt futbol takımının Bursa’da karşılanışı Türkiye’nin Türk tarafının bu tür davranışının (“politikanın demiyorum çünkü bunun genel bir politikayı yansıttığına inanmak istemiyorum) son örneği oldu. Olayları hepimiz okuduk, öğrendik, bir kere daha üstünden geçmenin gereği yok. Bunun birkaç fanatik seyirci tarafından yapılmış bir çıkış olduğuna da inanmak imkansız. “Birkaç fanatik” futbol seyircisi o Yeşilleri, Torosları üretemez, çoğu bunları bilmez bile.
Stadyumda bunları dalgalandıranlar, bu “jest”le, “Biz bunları yaptık; gene yaparız” diyor. Bu aslında Türk faşizminin tekrarlanan bir hareket biçimi. Örneğin Ermeni konusu: “Kıyım diye bir şey yok. ‘Var’ demeye devam edersen seni susturmanın yolunu biz biliriz” diyorlar. Bu belki “resmi” diyebileceğimiz tavırları. Ama aynı zamanda, münasip yerlerde, “Aslında tabii yaptık, gene yaparız” demeyi de ihmal etmiyorlar. Bu “gene yaparız”dan vazgeçemezler.
Bursa’daki olay belli ki bir MHP esinlenmesi. Olay baştan aşağı “suç” ve Devlet Bahçelinasıl kıvanç duyduğunu dile getiriyor. AKP bu derece militan bir “savunma” tavrı içinde olmayabilir ve hatta orada bazı bireyler bu yapılanları onaylamayabilir ama “parti” olarak bir kınama falan yok ve zaten Kürt sorunu karşısında şu şimdiki “politikayı” tasarlayan, başlatan ve uygulayan AKP’den başkası değil. İktidarın üst kademesi HDP’yi kapatmak, gelirini kesmek gibi işlerle meşgul; “halkımız” da Yeşil resimleriyle “vatani” duygularını dile getirmekte. Siyasi yelpazenin o tarafı böyle! Böyle kalmakta da kararlı!
Peki, bu ne demek. “Biz, biz Türkler, aklımıza estiği zaman sizi döveceğiz, yerlerde sürükleyeceğiz. Ama siz bizimle oturacaksınız, dizimizin dibinde. Öyle ‘amed mamed’, bizden ayrı bir tarihiniz olduğunu ilan etmenize de izin vermeyeceğiz. Sopayı yeyip oturacaksınız, arada bir de ‘Ne mutlu Türk’üm diyene” diye bağıracaksınız.”
Böyle bir deklarasyon karşısında herhalde bu işi birlikte götürmeye en fazla kararlı olan Kürt de “Yok, bu iş böyle yürümez” diyecektir. Kaldı ki, bu koşulları kabul eden biriyle birlikte yaşamak ister miyiz? İster misiniz? Ben istemem. Erdemli insanlarla birlikte yaşamak isterim. Kürtler’in de erdemli insanlar, erdemli bir halk olduğunu biliyorum. Onun için eşit insanlar olarak kendimize kapsayıcı bir düzen kurmak ve geleceğe böyle yürümek istiyorum.
Bursa’daki olayları yaratanların ise davranışlarını nasıl açıklarlarsa açıklasınlar, hangi gerekçeleri öne sürerlerse sürsünler, son analizde bu birlikteliği sona erdirmek üzere davrandıklarını söylüyorum. Bu konu karşısında yapılabilecek kırk tane yorum var da, benim söylediğim de bunlardan biri -değil! Bütün insanlık tarihi bunun tek kaçınılmaz sonuç olduğunu anlatıyor. Böyle olması her seferinde torosçu zihniyetin kendi özüne uygun işler yapmasına engel olmuyor. Her seferinde var onlar; var da, her seferinde kaybediyorlar.
İki davranış ya da eylem tarzını anlatan iki kelime var: itmek ve çekmek. Bazı şeyleri, birini “itmek” için yaparsın. “İtmek”, belirli durumlarda, yapılması gereken doğru davranış olabilir. Belirli durumlarda da doğru davranış “çekmek”tir. Buna karar verdiğin zaman “itmek” için yürürlüğe koyduğun tedbirlere başvurmazsın. Bursa olayını yapanlar, onları destekleyen, bu davranıştan kıvanç duyduklarını ilan edenler ve tabii bunu bir politika, sürekliliği olan bir davranış kalıbı haline getirenler bu ülkede yaşayan Kürt halkını “itmek” üzere faaliyet gösteriyorlar. Kürt nüfus içinde, tarihten de örnekler vererek “Bizim burada işimiz yok. Kendi devletimizi kurmalıyız” diyenler olabilir ve vardır. Onların insanları “ayrılmak gerekiyor” çizgisine ikna etmek için söyleyecekleri şeyleri, bu Toros göstericileri kendileri yaparak doğruluyorlar. Bir Kürt ayrılıkçısı için Bursa’da olanlar tam da aranan örnek. Bu olanlardan sonra o ayrılıkçı açısından “İşte! Görmüyor musunuz? Bu adamlarla nasıl ‘birlikte’ yaşanır?” sorusunu sormak, bu propagandayı yapmak çok kolaylaşıyor.
Bunları söyleten mantığın doğru olduğunu biliyorum, ama asıl düşüncelerimi yönlendiren şey bu “mantık” değil. Çünkü burada “Kürt halkını burada yaşamaya ikna etmek üzere” söylenmiş sözler tortusu var. Ben de söylüyorum çünkü böyle düşünen çok kişi olduğunu herkes gibi ben de biliyorum. Ama asıl çözüm benim, bizim birilerini “ikna” etmesi değil. Asıl çözüm bunun “doğal” olması, birinin öbürünü “ikna” etmek üzere bir “argüman” kurmasına gerek olmaması. Bu da hak kavramına sıkı sıkı bağlı bir yurttaşlık anlayışının gerçekten kökleşmiş olmasını, eşitliğin bir “şıklık” değil, bir varoluş koşulu olmasının sindirilmesini gerektiriyor.
Herhangi bir “antlaşma”, “uzlaşma” metni üretip imzalamaktan söz etmiyorum. Bu da son derece önemli elbette; ama bundan daha temel bir şeyden, maddeye, kurallara da ruh veren “kalbi” bir şeyden söz ediyorum.
https://www.t24.com.tr/yazarlar/murat-belge/yanlislari-buyutmek,39110
İlk yorum yapan siz olun