Kariye ve Ayasofya’daki kutsal mekân stratejisi, yeni Türkiye’nin hayali düşmanlara karşı verdiği teatral bir savaş, seyir kapasitesi yüksek bir nümayiştir. Cumhurbaşkanı’nın müzeyi dönüştüren kararı imzaladığı gün yaptığı “Ayasofya Manifestosu” başlıklı konuşma ve caminin açılış töreni de nümayişin debdebe ve dâratı
Nur Kıpçak
Ey Süleyman, seni geçtim!
I. Iustinianos
İstanbul hayaletler şehridir; geçmişten gelip gelecek çağlarda yeryüzünden silinmeyi reddeden hayaletlerle dolu. Bizanslılar için Konstantinopolis heykeller ve anıtlar biçimindeki Pagan geçmişin hayaletleriyle yüklüdür. Marguire ve Ousterhout’un ifadesiyle, Konstantinus’un çabası Roma İmparatorluğu’na layık bir başkent kurmaktı ve bu amaçla inşa ettiği kiliseler politik gündeminin uzantısıydı. Hakeza litürji, taş ve mozaik işçiliği, sokaktaki insana kiliseler banisi İmparator Iustinianos’un varlığını yansıtıyordu. Bu jestler Nika isyanında yakılan Ayasofya’nın yeniden inşasıyla taçlandırıldı. Kentin kutsallaştırılmasının güçlü bir sembolü olarak, Bizans toplumsal düzeninin temelindeki dini törenler için sahne işlevi görüyordu Ayasofya.
İdeali Konstantinopolis’i ve Roma’yı tek bir hükümdar ve dinin egemenliği altında birleştirmek olan II. Mehmet, kenti fethettiğinde Bizans’ın meşru varisi görüyordu kendisini. Kuracağı dünya imparatorluğunun gözde anıtı Ayasofya’yı imparatorluk camisi olarak restore etti. Artık geçmişte kalması gerekenlerin sunakları ve tapınakları dönüştürülür. Ama hayaletler hep kalır.
Müze haline getirilmesi fikri ilk defa Atatürk’ün de bulunduğu bir yemekli toplantıda ortaya atıldı ve ardından bu fikir Başbakan İnönü’ye iletilerek resmi işlemler başlatıldı. Cumhuriyet yeni bir ulus devlet olarak Osmanlı İmparatorluğu’ndan kılık kıyafet inkılaplarıyla sosyal; tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla dini; Türk tarih tezi, güneş dil teorisi ve Latin alfabesiyle tarihi ilişkilerini koparıp kendini Orta Asya’nın Sümer ve Hitit medeniyetleri üzerine yeniden inşa etti. Yeni ulus devlette Ayasofya, bakanlar kurulu kararnamesiyle ibadete kapatılıp müze olarak açıldıktan sonra yeniden camiye çevrilmesine yönelik talepler “Ayasofya kompleksi” olarak nitelendirildi. İster kompleks deyin, ister gulyabani.
Kutsal mekânın üretiminde temayüz eden amillerden biri de yoruma tabilik. Mekânın kutsallığı ona atanan değerler vasıtasıyla sınırsız anlamlarla doldurulabilir. 19. yüzyıldan bu yana kutsal mekân milliyetçilikle ilişkilendirilerek “kutsal ulus” dünyadaki içermenin ve dışlamanın en kapsamlı mekânsal sembolü kılındı. Hakeza cami Türk milliyetçiliğinin unsurlarından biri haline geldiğinde bu kimliğin içerdiğini ve dışarıda bıraktıklarını gösteren bir mekân; Ayasofya ise Türk milliyetçiliğinin sembolü oldu. Yeniden camiye çevrilmesi, Necip Fazıl’ın tabiriyle, müzeye kaldırılmış Türk ruhunun kendi öz manasını bulması için şarttı: “Ayasofya Batı dünyasına takdim edilen hediye kutusu üzerindeki fiyonklu kordelâdır. Bizim camiden müzeye döndürdüğümüzü, Yunanlının müzeden kiliseye çevirmek istediğini açıkça görüyoruz da, Ana yurt içindeki mukaddesat sembolünü nasıl asli heyetine getiremiyoruz.” İster kordela deyin, ister heyula.
Müzenin ibadete açılması için Meclis’e sunulan teklifler geri çevriliyor; 2002’den beri süregelen taleplere karşılık AKP lideri, yeniden cami olmasını “gereksiz” buluyordu. Ta ki 2020’de Ayasofya ve Kariye’nin müze statüsü kaldırılana değin. İstanbul’da Osmanlı tenasühünü izleyen bugünkü iktidar zümresi için şehrin yakasından düşmeyen hayaletlerin kimi Bizanslı, kimi Cumhuriyet’in. Bilhassa 2014’te seçim kampanyasını “Yeni Türkiye” sloganıyla başlatan Erdoğan, neoliberal piyasa taleplerini yerine getirerek, Cumhuriyet’le ilişkilerini keserek ve 16. yüzyıl camilerini taklit ederek kökenini Osmanlı İmparatorluğu’na yerleştirdiği bir cumhurbaşkanlığı sistemi kurdu. Gereksiz olan gerekli oldu; Ayasofya ve Kariye’nin müze statüsü hazfedildi.
Yakın çevresinde on dokuz cami varken Kariye fresklerinin açılır kapanır mekanizmaya sahip perdelerle namaz vakitlerinde örtülmesi, bunu yapabiliyor olmanın gösterisidir. Amaçlanan belli bir grubun dini pratiklerinin “ötekilere” baskın geldiğini göstermektir. Kaldı ki Kariye Cami ibadete açılmadı, İletişim Başkanlığı caminin 30 Ekim’de Cumhurbaşkanı tarafından açılacağını duyurmasına rağmen: “1511 yılında Sultan 2. Bayezid tarafından camiye çevrilen yapı 1945 yılında müzeye dönüştürülerek, milletin değerlerine engel konulmuştu. Müzeci zihniyetin İslam’a karşı düşmanlığının en büyük örneğiydi. Birer birer ibadete açılan camilere Kariye Camisi de eklendi.”
Bu duyurudaki şayan-ı dikkat ifadeler: “Milletin değerleri” ve “İslam’a karşı düşmanlık”. Öyle ya düşmanlık için bir de “milletin değerlerine engel” koyan bir düşman olmalıdır. Düşman sahibi olmak sadece kimliğimizi tanımlamak için değil kendi değer sistemimizi ölçebilmek için bir engel edinmek ve o engelle yüzleşirken kendi değerimizi sergilemek açısından da önemlidir. “Dolayısıyla düşman yoksa onu inşa etmek gerekir”, der Eco. Kariye ve Ayasofya’daki kutsal mekân stratejisi, yeni Türkiye’nin hayali düşmanlara karşı verdiği teatral bir savaş, seyir kapasitesi yüksek bir nümayiştir. Cumhurbaşkanı’nın müzeyi dönüştüren kararı imzaladığı gün yaptığı “Ayasofya Manifestosu” başlıklı konuşma ve caminin açılış töreni de nümayişin debdebe ve dâratı.
Açılışta sadece özel davetiyeyle girilebildi camiye. Cuma hutbesi okumak için elinde kılıçla minbere çıkan Diyanet İşleri Başkanı gazetecilere, “Fethin sembolü olan camilerde bu bir gelenektir. Bu geleneği bundan sonra da devam ettireceğiz” derken “kılıç hakkı” mefhumuna atıfta bulunuyordu. Bu geleneksel eylem ve edilen beyanda iki galat söz konusu. Birincisi, Tâhirü’l-Mevlevî’nin açıkladığı üzere, İslam Peygamberi ancak seferde hutbe okurken yanında taşıdığı kılıcına; barış zamanlarındaysa asaya yaslanırdı. Ve Osmanlı tarafından fethedilen Mekke ve Medine’de Konstantinopolis’in aksine hatipler minbere asayla çıkardı. İkincisi, Hayrettin Yücesoy‘un belirttiği gibi, Konstantinopolis’e dair fetih düşüncesini ve rivayetleri, Müslüman-Hristiyan/ zafer-yenilgi/ biz-öteki ikiliği içinde anlamaya ve anlatmaya çalışmak sathî bir çaba. Zira fetih bu ikiliklerden ziyade dünya hükümranlığının ve barışının tevarüs edilmesine, ortak tevhidi hafızaya verilen referanslara dayanır.
Öte yandan merkezinde dost-düşman ayrımı bulunan muhafazakâr tarih anlayışı büyük adamların ve büyük devletlerin, zaferlerin ve çatışmaların tarihidir. Aksu Akçaoğlu‘na göre, dünyada olup biteni, şimdiki zamanı anlamak adına içselleştirilmiş zihinsel bir şablon halindeki bu tarih anlayışına başvurulur. Kişiler sosyal hayatlarını Türk-İslam medeniyetinin devamı olarak görür, tarihin yazarı olaraksa muhafazakâr devleti. Muhafazakâr anlatıdaki devlet belirli bir tarihsel dönemde hüküm sürdükten sonra iç ve dış mihrakların saldırıları neticesinde tahrip edilmiştir ve tekrar diriltilmek istenir. Böyle bir zihinsel şablonda, Osmanlı zaferinin ve Türk ruhunun simgesi kılınmış Ayasofya’nın açılışı müjde kabul edildi. Çok sayıda ziyaretçisi oldu ancak bir türlü ibadet mekânına evirilemedi.
(Devam edecek…)
Ayasofya’yı kuşatan polis bariyeri (Fotoğraf: Nur Kıpçak)
https://t24.com.tr/yazarlar/nur-kipcak/istanbul-hayaletler-sehri,38820
İlk yorum yapan siz olun