6 Şubat. Pazar’ı Pazartesi’ye bağlayan gece yarısı. Almanya saatiyle 3:51. Türkiye saatiyle 5:51. Nehna grubundan mesaj gelir… Eş zamanlı, Instagram haber kaynağıma Times of İsrael’inin bir paylaşımı düşer… Yarı uyanık olayı anlamaya çalışırken, kuzenimden mesaj gelir. İlk işim hemen sevdiklerime nasıl olduklarını sormak için mesajlara yönelmek olur. Ama bunu sorarken depremin gerçekliği ve hasarını idrak edememiştim henüz, daha dünya da Türkiye de farkında değildi bunun. O anın stres ve korkusu yerini biraz da hissizliğe ve tepki verememeye bırakmıştı. Sabaha karşı olayları kavramaya çalışırken, yavaş yavaş gruplarda yardım çağrıları, merak mesajları birikmeye başlar… Gerisini biliyorsunuz.
Doğup büyüdüğüm canım Antakya’mı, ne yapıp edip her yıl, özellikle yaz ayları gitmeye çalıştığım güzel Arsuz’u, İskenderun’u mu etkilemişti bu durum?
Her an birbirini kucaklamaya, evine davet etmeye hazır pamuk insanları, yasemin kokulu sokakları, sofralardan eksilmeyen nar ekşili kendine özgü tarifleri boynu bükük, kalbi kırık kalmıştı. Arsuz’un rüzgârı meşhurdur, yerde ağaçlardan dökülen yasemin çiçekleri yarılan yer yutmuştu. 40 yıllık komşusunu enkaz altında kaybeden komşunun ne sofrası kalmıştı ne keyfi. Sofra neşesini geride bırakmış yola kırık toprağıyla devam ediyordu.
Bu yazıyı yazıp yazmama konusunda kendi içimde bir savaş verdim. Sonuçta bayrama özel yemek tarifi yazılarıma benzemeyecekti bu, onu geri getirmek de zaman alacaktı. Kafamda dönen soruların da ardı arkası kesilmiyordu. Bu kadar acının ortasında kimin yazı okumaya hâli vardı? Peki, benim yazmaya hâlim var mıydı?
Enkaz altından kendi dışında hiçbir şeylerini almaya fırsatı olmayan depremzede mi okuyacaktı? Yoksa enkaz altından çıkarılsa bile donarak, aç susuz, perperişan sokakta veya arabasında bekleyenler mi? Ya kilometrelerce uzakta olup en sevdiklerine ulaşmak için her yolu deneyeneler mi? Sevdikleri insanlar dışında düşünebildikleri var mıydı? Yararı olacak mıydı birisine? Her şeye rağmen deneyim, duygu ve düşünce paylaşmanın iyileşme sürecinin bir parçası olduğuna kendimi ikna ettim.
Yıkılan binalar, mabetler, şehirler ve yitip giden çocukluk anılarım
Bir gecede hayatın boyunca emek verdiğin, kaybetmemek için sıkı sıkıya tutunduğun her şeyin ve herkesin elinden birkaç dakika içerisinde kayıp gitmesinin anlamsızlığı ve uzakta iyi bir haber almayı bekleyenlerin çaresizliği… Hayat mücadelesi veren onca insan… Birçok Antakyalı katılacaktır, nereye gidersen git dönüp dolaşıp bulursun yine Antakya’yı, Antakyalıları… Geri döndüğümde tüm komşuları, eş dostu bir kahveye çağırmak, bahçeden bir tebessümle el sallamak, Arsuz Otel’de bir langırt oynamak için bulma isteği ve umudu benimle kalacak.
Hatay’ın tarihi ve kültürel dokusunu yıkan bu deprem farklı bölge ve binalarda farklı seviyelerde etkiler bıraktı. Antakya Protestan kilisesi, İskenderun Katolik Kilisesi, Arsuz Mar Yuhanna Rum Ortodoks Kilisesi, Habib-i Neccar Camiisi, Ulu Camii büyük ölçüde hasar görürken, Altınözü Sarılar Aziz Georgios Rum Ortodoks Kilisesi depremi az hasarla atlatırken Antakya Sinagogu genel olarak sağlam kaldı ve yalnızca sıvalar döküldü.
Çocukluğun geçtiği caddeler, oyunlu şenlikli zamanlar yerini enkaz anılarına mı bırakmıştı? Sefer Toraları taşıyanlar enkaz üzerinden, Kurtuluş Caddesi – Kemal Paşa Caddesi boyunca geçen o uzun, ince ve zor yoldan yürüdüler. Acının üzerine basa basa onu yenememek, aksine içinde kaybolmak, ama aynı zamanda o tarihe, o kültüre sıkı sıkıya tutunmak…
Yahudiliğin merkezinde bulunan ve Musa’nın beş kitabının el yazısıyla yazılmış kopyası olan Sefer Toralar veya Tevrat parşömenleri dini ve kültürel açıdan oldukça değerliydi. Türk Yahudi Toplumu, Twitter üzerinden 7 Şubat günü eski Sefer Toraların çıkarıldığını bildirdi. Havra’dan Sefer Toraların güvenlik nedeniyle çıkarılma mecburiyetinde kalınması, 2500 yıldır Yahudi toplumuna ev sahipliği yapan Antakya’nın “Mozaik” kültürüne ve Yahudi toplumsal hayatına bir darbe vurarak hüzünlü sonunu getirdi.
İşbirliği ve yardımlaşma kültürüne katkısına rağmen sosyal medya bu süreçte çok fazla yanlış anlaşılmalara ve eksik bilgi aktarımına yol açtı. Sosyal medyada konusu geçen ve bazı kafa karışıklıklarına neden olan Ester Parşömeni (Megilat Ester) konusunun esasını Rabbi Mendy Chitrik’ten öğrendim. Aslında “fırsattan istifade” bir yağmalamanın söz konusu olmadığı ve parşömenin Antakya Yahudi Toplumu üyesi depremzede tarafından ilk etapta kaybolmasın diye teslim edildiği bilgisine ulaşıldı. Zaten Sinagog’a ait olan bu parşömenin de Antakya Yahudi Toplumu kararı dahilinde yeniden ilk bulunduğu yere getirilmesi söz konusuydu.
Antakya Yahudi Cemaati Başkanı Şaul Cenudioğlu ve eşi Tuna Cenudioğlu’nu da yitirdik bu depremde
Geçtiğimiz yıl çok değerli insan, Antakya Yahudi Cemaati Başkanı Şaul Cenudioğlu ile bir röportaj yapma şansı yakalamıştım. Hepimizin bildiği gibi, Şaul Cenudioğlu’nu Antakya’daki Yahudi toplumunun emektar başkanı, güler yüzlü, aktif lideri olarak tanıyoruz. Kamu ve medyadaki cemaat başkanı kişiliği dışında, 2022 Şubat’ından önceki 2021 yazı, Şaul Abi ve Tuna Abla ile Arsuz’da vakit geçirme ve onları daha yakından tanıma fırsatı bulmuştum. Çok manidar ama kendisiyle yaptığımız röportaj videolu hâliyle 9 Şubat 2022’de Şalom Gazetesi’nde yayınlanmıştı. Video kısmını Zoom üzerinden yapmamıza rağmen beni kırmamıştı. Her zaman Antakya Yahudi Cemaati’nin dünü, bugünü ve geleceği (!) hakkında çok ilgili ve paylaşıma açıktı. Meğer ne kadar değerli ve önemliymiş konuştuklarımız… Şaul Cenudioğlu ve eşini de depremde yitirdik.Söz konusu olan olağan bir değişim değil, ‘1 yılda nasıl her şey altüst olurdu’nun tanımı diyebilirim, ya da 1 gecede…
Hem diyecek hiçbir şeyim yok, hem de diyecek sonsuz sözüm var. Sonsuz bir soru listesi hazırlayabilirim. Her deneyim bize hayatta bir şeyler öğretmek, ders vermek için mi vardı? Kendimizi avutmaktan öte yapabileceklerimizin sınırı var mıydı? Bu kadar canın, candan öte yaşanmışlığın hesabını kim verecekti? Olayı sindirmek bir ömür alacak, ben ise temsili iki hafta verdim kendime.
6 Şubat ve 4:17’de olan ilk deprem belleklerden silinmeyecek. Hayatını kaybeden, yakınlarını kaybeden, yaşasa da kâbusun etkisinden kurtulamayan, artık yaşamak istemeyen, 1 gecede tüm sahip olduklarını; tüm sevdiklerini kaybeden, doğup büyüdüğü yerden ayrılmayı sindiremeyen ve hâlen enkaz bölgesinde kalan, durmadan yaralılara erzak, yemek/su, psikolojik destek sağlayan, iyi dilekleriyle zor durumda olanların yanında olan…Herkese geçmiş olsun.
Küllerinden yeniden doğuş, diriliş mümkün olacak mı?
‘המחדש בכל יום בטובו מעשה בראשית (“Her gün bir yenilik getiren iyi bir ameldir.”, Talmud: Menachot 29)
Unutulmuş ve yeni olmayan bir şey yaratın. Yenilik yapmaya ve çağdaş gerçekliğe uyum sağlamaya çalışırken temel gerilim gelenek ve yenilik arasındadır, yenilik yaptığımız şey aslında eski bir gelenektir ve hiçbir şey icat etmiyoruzdur. Dünya yeniden yaratılmaya her gün devam eder, gerçekliğe uyum sağlarken antik Antakya geleneği de yaşayacaktır.
Geçenlerde bir arkadaşımdan şöyle bir cümle duydum: “Bu dönemde hiçbir şeyin önemi kalmadı. Sadece iyi insan, kötü insan var.” Yöneticilerin boş vermişliğine, kuralsızlığına yenik düşmüş Hatay, her zaman bir yara olarak kalacak. Günler geçer, gündemler değişir. Bu yara baki.
Elveda çocukluk, elveda kimlik, elveda benlik… Elveda Yasemin, elveda Begonvil, elveda Hanımeli… Elveda akşamüstü gün batımının bıraktığı rüzgârlı dalgalı Arsuz havası… Elveda tepsi kebabını taşırken o el yakan his, elveda Affan Kahvesi, elveda kıvamı leziz künefe, elveda tüm sokağı saran taze kahve ve leblebi kokuları…
Antakya’yı Antakya yapan her şeye elveda. Ama kısa süreliğine. Köklere en kısa zamanda, eskisinden daha neşeli, daha doğaya kulak veren ve daha dayanıklı bir şekilde dönmek dileğiyle…
https://nehna.org/milat-0-degil-6-subat-2023-mozaikten-geriye-ne-kaldi/
İlk yorum yapan siz olun