6 Şubat’ta meydana gelen Antakya, Maraş, Diyarbakır ve Adıyaman’da büyük hasarlar bırakan ve bölgedeki birçok ili etkileyen deprem sonrası birçok Antakyalının dilinde, kalbinde aynı cümle var. “Geri döneceğiz!” Bu noktada Nehna olarak yaşadıklarımızı, hissettiklerimizi anlatmaya nereden başlamalı? Karar vermek zor, ama geri dönebilmek ve Antakya’yı, kültürel mirasını, insanı ve kültürüyle tekrar Antakya yapabilmek için yapılabileceğimiz, atmamız gereken çok adım var daha…
Nehna hepinizin de bildiği gibi Antakya ve çevresindeki Ortodoksları, onlara dair kültürel öğeleri ve güncel sorunlarını anlama ve anlatma isteğinin bir sonucu olarak 15 Ekim 2021 yılında yayına girdi. Bu anlama ve anlatma çabası için belirlediğimiz yöntem Antakyalı Ortodokslara ve onların ilişkisellik içinde oldukları toplumlara dair yazılar yayınlamaktı. Bir araya gelen 6 kişi ve zaman içinde genişleyen yazar ağı için Antakyalı olmak önemli bir kimlik meselesiydi ve bu kimliği korumak ve altını çizmek için kendi bildiğimiz yöntemlerle hep beraber yola koyulduk. Kısa süre içerisinde sadece kendi toplumlarımızdan değil, belki kendi toplumlarımızdan daha çok geniş toplumdan oldukça büyük bir ilgi gördük. Bu ilgi sosyal medya hesaplarımız üzerinden ya da farklı şekillerde aldığımız geri dönüşlerle bize sıkça aktarıldı, aktarıldıkça daha çok motive olduk. Gönüllülük ilkesi çerçevesinde kısıtlı emek gücümüze rağmen bir yol alabilmiştik sanıyorum. Ama depremle birlikte başka bir rol üstlenir halde bulduk kendimizi.
Deprem gecesi
6 Şubat sabaha karşı İskenderun’da yaşayan kurucu üyelerimizden Mişel Uyar’ın 04:49’da whatsapp’tan attığı mesajla uyandık. “Arkadaşlar çok büyük deprem oldu, biz iyiyiz ama durum iyi değil” diyordu mesajda. Depremle birlikle önce hepimiz yıkıldık, sevdiklerimizin telaşına düştük. Bazılarına ulaşamadık, sonraki süreçte yakınlarımızı yitirdiğimiz haberleri de geldi maalesef. Sabahında ekibimizden iki kişi ailelerinin yanlarına İskenderun ve Samandağ’a doğru yola düşmüşlerdi bile. Onlardan duyduklarımızı, durumun vahametini yüzümüze çarptı. Arkadaşlarımızın ilk ulaştığı İskenderun’da henüz kimsecikler yoktu. Uzun süre de enkaza müdahale edilemediği bilgisini aldık. Ne yapılabilir, insanlara nasıl yardım edilebilir diye düşünürken önümüzde bir yol haritası beliriverdi.
Kilise bahçelerine aşevi kurulmasına vesile olduk
O gün öğleden sonra Dünya Gıda Programı’ndan arkadaşım Yalçın İnam’ın çağrısıyla internet üzerinden bir toplantıya katıldım ve kendimi sonradan Acil Gıda Kolektifi ismi verilen akademisyen, özel sektör profesyonelleri, şeflerden oluşan gönüllülerin Afad, Kızılay ve yerel yönetimlerle işbirliği içerisinde yürüttükleri kolektif grubun içerisinde buldum. Bir akademisyen olarak ben de ne yapabileceğimi kestiremiyordum o sırada ama mevzu bahis Antakya’ydı ve bir şeyler yapmalıydım. Kendimi içerisinde bulduğum bu ekiple ilk toplantımızda da altı çizilen noktalardan biri de depremin boyutları gözler önüne serildikçe bir gıda kriziyle karşı karşıya olduğumuzdu. O sebeple bölgede aşevleri kurmak gerekiyordu. İlk hedef İskenderun olmak üzere o gece yola çıktı grup.
Grup yola çıkmadan önce Mişel Uyar İskenderun’dan arayıp Mar Circos Kilisesi’nin durumunun iyi olduğunu burada bir mutfak kurmak istediklerini ama ne ekipmanları ne de böyle bir adım atacak insan güçleri olduğunu söyleyince o biraz önce bahsettiğim yol haritası şekilleniverdi önümüzde. Şef dayanışmasından arkadaşlar İskenderun’da başka istasyonlar düşünse de gittiklerinde Mişel’in yönlendirmesi ve kilisedeki diğer gençlerimizin de desteğiyle kilisenin bahçesine kurdular aşevini ve bu sayede depremden 18 saat sonrasında burada sıcak yemek çıkmaya başladı. İki gün kadar önce kilisede oluşmuş olan hasar tehlikeli hale gelince aşevi başka bir noktaya taşınmak durumunda kaldı ama yine de başlangıç olarak hızla kurulabilmesi tüm ekibe motivasyon oldu diye düşünüyorum.
Sonra Ketrin Köprü Samandağ’a geçti. Orada durum daha da içler acısıydı. Her şeyin üzerine bir de telefon birkaç nokta dışında çekmediği için iletişim imkanımız da yok denecek kadar azdı. “Burası çok kötü Anna” dediğini hatırlıyorum Ketrin’in. Ketrinlerin evleri yıkılmıştı. Ama oraya gider gitmez Samandağ Dayanışma Ağı’ndan arkadaşlarıyla Jan ve Suphi Beyluni Lisesi ve Samandağ Rum Ortodoks kilisesi arasında yardımlaşma için mekikler dokuyordu. Bir akşam telefonun çektiği bir noktada konuştuğumuzda “herkese yardıma koşuyorum ama artık burada bir evimiz yok Anna” deyince içime o günlerdir çöken acı canımı bir kere daha acıtıyordu.
Ketrin’in Samandağ’da olduğunu bildiğimden Acil Gıda Kolektif’inden arkadaşlara Samandağ’ın oldukça kötü durumda olduğu ve oraya da acilen bir mutfak kurulmasına ihtiyaç olduğu çağrımı ısrarla yeniliyordum ancak kolektif ekip öncelikle varolan mutfakları güçlendirmek istiyordu, ayrıca Samandağ’a gitmek isteyen pek de şef yoktu. Ben kolektif ekibin ana beyinlerinden biri olan Yalçın İnam’ı oraya gidecek hazır pişmiş gıdaya ikna etmiş ve buna dair görüşmeleri yaparken, Şef Serra Beklen gruba “ben Samandağ’a gidiyorum” diye yazıverince tüm tablo değişti. Tüm zorluklar içerisinde Ketrin ve Serra Şefi bir araya getirdik, birçok zorluğu aşarak (kiliseye giden yolları enkazlar kaplamış durumdaydı) ve sonunda orada da mutfak kurulabileceği müjdesini aldık.
Ancak ekipman ve gıda sorunu vardı. Bulunduğumuz gıda kolektifi tüm çabalarına rağmen ulaştırabilecek mi soru işaretleri sürüyordu. Serra Şef’ten, ‘en azından yiyecek gelirse yemek pişirmeye başlayabiliriz’ mesajı gelmesi üzerine Nehna sosyal medya hesaplarından bir ihtiyaç listesi duyurduk. Ve bu çağrımıza yurtdışında bir grup akademisyenin Adana’daki bağlantılarıyla ortak bir çağrı üzerine topladığı paralarla bölgeye Karataş’tan Çevlik’e gelecek bir gemiyle ilaç desteği getireceği ve bu gemiye istediklerimizi de yükleyeceği bilgisini aldık. Tek yapmamız gereken Çevlik’ten gelen yiyecekleri aldırabilmekti. Yapılan planlar tutmadığı ve Ketrin’e telefonla ulaşamadığımız için son saatlere kadar bu getirilecek gıdaları alabileceğimizi kesinleştiremediğimizden ekipçe yaşadığımız stres neyse ki mutlu sonla bitti. Ketrin önce araç sonra mazot bulduktan sonra arkadaşlarıyla limana inebildi. O akşam olmasa da ekipman desteğinin de gelmesiyle ertesi gün çorba kilisede kaynamaya başlamıştı. Bu bütün acı tablonun içerisinde içimize bu dünyada iyi insanlar da olduğuna dair umut veren bir anı olarak hep kalacak benim aklımda.
Nehna üzerinden yürüyen bir dayanışma
Tabii bu süreçte sosyal medya hesaplarımıza yardım çağrıları yağmaya devam ediyordu. Kişisel networklerimizle tanıdığımız bazı insanlardan da destek alarak bir kısmına aracı olabildik sanıyorum. Bir arama kurtarma ekibinin parçası olan iki arkadaşım bana ulaştılar, gelen çağrıları böylece doğru yerlere kanalize edebildik. Enkazda gönüllü çalışan akademik dünyadan tanıdığım bir dost da bana bu süreçte ulaştı. Bazı dostlar da belediyelerden direkt ulaşabileceğimiz kontaklarla bizi buluşturdular. İlaç sıkıntısı çektiğimiz anda bize verilen telefon numaraları sayesinde Samandağ’a ihtiyaç olan ilaçları yetiştirebildik; bize ulaştırılan bizim kendi Hristiyan cemaatimizden yolunu kaybetmiş insanları kiliselerle buluşturabildik. Bunlar aklımda kalanlar… Sahada Mişel Uyar ve Ketrin Köprü, uzakta da hem ana ekipten arkadaşlar, hem de yazar çevremiz sürekli iletişim halinde, sanıyorum günde en fazla 2-3 saat uyuyarak bilgisayar ve telefon başında bir 10 gün geçirdik. Bazılarımız uzakta olsa da sahadan sürekli bilgi aldığımız için kendimizi orada gibi hissettik her an. Uyuyakaldığımız için suçlu hissettik. Enkaz altında olan ya da kaybettiklerimizin acısı bir yanda öncelikle Nehna ekibiyle ve bize destek olan herkesle dayanışma içerisinde geçen bir süreçti. Yetemediğimizin farkındaydık ama, küçücük de olsa faydamız dokunabilir düşüncesiyle hareket ettik.
Enkaz altında bıraktığımız akrabalarımızın, arkadaşlarımızın ve yakınlarımızın yanında Antakya için de üzüntümüz büyüktü. Yok olan binalarla büyük bir tarih ve insanlarıyla beraber de büyük bir kültürdü sonuçta. Biz de Nehna olarak bu kültürü bu tarihi tanıma ve tanıtmak için yola çıkmıştık ne de olsa. Hepimizin teker teker kurduğu Antakyalı Ortodoks ya da Antakyalı kimliği yok olma düzeyinde zedelenmişti.
Peki şimdi ne yapmalı?
Peki ne yapmalıydı? Depremin ilk günlerinde Patrik Hazretlerinin düzenlediği dua sonrası bir toplantıya davet edildik. Orada İstanbul’da yaşayan Antakyalı Ortodokslardan bazılarıyla bir araya geldik. O toplantı sırasında ekibimizden Can Terbiyeli’nin de ifade ettiği gibi kısa, orta ve uzun vadede planlara ihtiyacımız var. Mesela Mersin Ortodoks Kilisesi yönetimi, gençleri ve pederi Abuna İspir Teymur ilk etapta bölgedeki Hristiyanlar için kısa süreli barınma ve acil ihtiyaçlarına dair çok emek verdi. Ama unutmamamız gereken şey şu ki kiliselerin de kapasitesi sınırlı. Önce acil ihtiyaçlar ama orta vadede konteyner kentler (Mişel Uyar ve İskenderun Rum Ortodoks Cemaati yönetimi ve gençleri kilise bahçesine konteyner kent yapmaya başladılar bile) ya da depremzedelere barınma ve iş imkanlarını yaratabilmek ve uzun vadede de Antakya’ya dönebilmeleri için güvenli koşulları sağlayabilmek gerekiyor. Tüm bunları yaparken Antakya dokusunu olabildiğince geri getirmeye çalışarak…
Yeri gelmişken zikredeyim, Almanya Stuttgart’taki St. Johannes Rum Ortodoks Kilisesi aralarında Nehna’nın da bulunduğu birçok paydaşla beraber Antakya ve civarı ile Suriye’deki depremzedeler bir yardım kampanyası düzenledi. Bu yardım kampanyasına destek verenler arasında Samandağ kökenli Mitri Şirin’de vardı. Yardım kampanyasında toplanan paralar bölgenin tekrar yapılandırılması sürecinde kullanılacak.
Tabii unutmamız gereken bir nokta da depremzedelerin yaşadığı korku ve psikolojilerinin ciddi oranda zarar görmüş olması, özellikle de çocukların. Oraya yardım için giden arkadaşlarımızın bile çok ciddi psikolojik yardıma ihtiyacı var. Dolayısıyla burada bu insanların duygusal olarak kendilerini yeniden inşa etme sürecine de katkı sunmamız gerekiyor. Depremzedelere her türlü yardıma ulaşmaları konusunda danışmanlık yapmak gerekiyor. Çünkü barınma ihtiyaçları karşılandıktan sonra daha birçok konuda desteğe ihtiyaçları olacak.
Son olarak bu süreç bize resmi kurumlarımızın (buna kiliselerimiz de dahil) sivil toplum kuruluşlarıyla koordineli çalıştıkları takdirde daha hızlı hareket edebildiklerini gösterdi. Ayrıca depremin yarattığı tahribat o kadar büyük ki sivil toplumun desteği ve yarattığı akıl olmadan yeniden inşanın zor olacağını, olsa bile Antakya’yı Antakya yapan insanları yedinden oraya döndürmede yetersiz kalacağı görüşündeyim. Dolayısıyla Nehna olarak da kendi rolümüzü gözden geçirme ihtiyacı hissettik. Tabii ki yazı yazmaya devam edeceğiz. Bu yazıdan sonra yazar arkadaşlarımız bu süreçte yaşadıklarını, hissettiklerini yazacak, röportajlar yapacağız ve bunları sayfalarımıza aktaracağız. Antakya’nın hafızasını korumaya devam edeceğiz. Ancak bölgede yaşamın yeniden inşası sürecinde aklımızla ve tüm gücümüzle daha fazla bulunabilmek adına dernek olma fikri ortaya çıktı. Bu süreç tamamlanır mı bilmemekle beraber, Antakya’nın yeniden inşası sürecinde elimizi taşın altına koymaya hazırız.
Bu süreçte yanımızda olan tüm dostlara teşekkürlerimizle…
Dün ben bu yazının taslak metnini hazırladığım sıralarda Samandağ ve Defne merkezli depremler gerçekleşmeye başladı ve bu durum bir kez daha hatırlattı ki önümüzde çok uzun bir süreç, atılması gereken birçok adım var. Nehna olarak da bu sürece katkı sunmak için elimizden geleni yapacağız. Ancak tüm bunlar bize destek olacak, yanımızda olacak insanlarla mümkün olabilecek. Liste uzun olacak ama üşenmeyeceğim: Öncelikle Nehna ekibimizden sahada canla başla yardım için çırpınan Mişel Uyar ve Ketrin Köprü’ye, Cem Terbiyeli’ye, Acil Gıda Kolektifi’nden başta Yalçın İnam, Betül Bildik, Yasmina Lokmanoğlu, Kübra Yüzüncüyıl, Nilhan Aras, Serra Beklen, Yaren Çapar olmak üzere tüm ekibe, Mersin Deniz Ticaret Odası’ndan Ezgi Biçer‘e, İskenderun Kilisesi’nden Corc Gulenay, Misel Gulenay, Janet Gulenay, Rita Gülenay, Simon Gözen, Jozef Gözen, Bünyamin Aytar, Dönis Aytar, Can Aytar, İlker Aytar, Rana Aytar, Abdullah Aytar, Katya Aytar, Can Ayrancıoğlu, Yusuf Ayrancıoğlu, Razık Boğusoğlu, Mişel Boğusoğlu, Cansu Tekvire, Mişel Tekvire, Abdullah Tuğrak, Milen Tuğrak, İlyas Emektaş, Abdullah Emektaş, Abdullah Kara başta olmak üzere tüm gençlerimize ve kilise yönetiminden Can Teymur, Ferit Baytar, Erol Karaçay, Bünyamin Aytar’a, Samandağ Dayanışma Ağı’ndan Salih Altungök’e, Samandağ Ortodoks cemaatimizden İlyas Uyar, Zekiye Uyar, Semir Uyar, İbrahim Küçükçay ve Mişel Atik’e, Samandağ Rum Ortodoks Kilisesi vakfı yönetiminden Cem Akgül, Can Uyarbaşta olmak üzere tüm yönetime ve oradaki sürece destek olan tüm gençlerimize, Maraş’ta yitirdiği canların acısını yaşayamadan bize yardıma koşan Demet Ella’ya ve onun yönlendirmesiyle bizlere destek olan Özge Özpirinççi’ye, İstanbul Rum Cemaati’nden Laki Vingas, Mikail Hannutoğlu ve Dimitri Mayoğlu’na, ilk günden bizi arayıp desteklerini sunan dostlarımız olan başta Meltem Oral olmak üzere tüm istos ekibine, Tania Taşçıoğlu Baykal, Murad Yurttaş, Nilgün Koparan’a, Merve Kara ve Mehmet Çağlayan’a, haksız yere hapiste tutulmasına rağmen bizlere her zaman desteğini ileten Çiğdem Mater’e, sesimizi duyurmamıza vesile olan Yetvart Danzinkyan ve Menekşe Tokyay’a ve yurtdışından bize destek olan Mehmet Uğur, Sema Uğur, Ali İstanbullu’ya, yardım ricalarımızı kırmayan Ahmet Saymadi, Hasan Turunç ve Hasan Sivri’ye, Evrim Binbaş, Mehmetcan Akpınar ve bize yolladıkları yardımları organize eden ve ulaştıran Ersin Akpınar’a, Tolga Mert Can’a, İBB Hatay Koordinasyon’dan Ozan Şakrak’a, Anadolu Kültür ekibi ve Yasemin Bektaş’a, Berken Döner’e, Stuttgart’ta başlatılan yardım kampanyasına verdiği destek için Mitri Şirin’e, başta Arie Akkermans ve Barış Yapar olmak üzere tüm Nehna destekçilerine, yazarlar grubumuzda tüm varlıklarıyla bizimle olan Ümit Yıldız, Özgür Kaymak, Şule Can, Rafael Coelho, Can Şakırgil, Abdulla Sert, Bora Selim Gül, Işıl Türkmen, Esen Ergin, Liza Cemel’e, bu süreçte benim gibi uzaktan çare olmaya çalışan Almanya’daki kurucu üyemiz Ferit Tekbaş ve İstanbul’dan Can Terbiyeli ve Emre Can Dağlıoğlu’na ve tabii bu süreçteki yoğun çalışmamızda bize destek olan eşlerimize, ailemize ve ismini istemeden de olsa unutmuş olabileceğim tüm güzel insanlara teşekkürle…
Hepimizin çabalarıyla Antakya’ya geri döneceğiz!
Yazar: Anna Maria Beylunioğlu
İlk yorum yapan siz olun