Hasan Cemal
Osman Kavala 1920 gündür demir parmaklık arkasında haksız hukuksuz yatıyor ama “barış”la ilgisini hiç kesmiyor. Sevgili Osman’ın 3 Şubat 2023 tarihli Agos’ta çıkan “Karabağ, bellek, barışamama” başlıklı yazısını aşağıda köşeme aynen alıyorum
Osman Kavala,
1920 gündür yattığı hapishaneden yazdı.
Bundan bir yıl önce Agos’tan gelen soruları
cevaplarken Karabağ savaşının hemen
arkasından Türk ve Ermeni hükümetlerinin
görüşmelere başlama kararı almasını olumlu
bir adım olarak değerlendirmiştim. Yazıda da
söylediğim gibi, arkasından hemen adil
görülen bir barış anlaşması ve ilişkiler
başlatılmazsa, savaşların yarattığı acılar,
travmalar derinleşiyor, karşı tarafla ilgili
önyargılar, olumsuz hisler kemikleşiyor.
Ancak, Karabağ savaşından sonra yaşanan
gelişmeler endişe verici nitelikte. En son
Laçin koridorunun bloke edilmesi gibi,
güven artırıcı adımlar yerine güvenliği
tehdit olarak algılanan eylemler gerçekleşiyor
ve bu durum Türkiye ile Ermenistan arasında
başladığı ilan edilen ilişki kurma sürecini frenliyor.
Bu nedenle uyarısını yaptığım olumsuz
sürecin önünü alacak bir dinamiğin
hayata geçtiğini göremiyoruz.
Bu durumun sakıncalarını anlatmak için
sevgili Hrant’ın amaçladıklarını hatırlatmak
istiyorum. Benim ortaokulda ve lisede
Ermeni arkadaşlarım olmasına rağmen
1915 ile ilgili ilk konuşmam İngiltere’de
aynı öğrenci yurdunda kaldığımız
İranlı Ermeni bir öğrenci ile olmuştu.
Türkiye’de ise Hrant’la.
Bildiğimiz gibi Hrant bu tabu konuyu
ve Türkiye’de Ermenilerin maruz kaldığı
ayrımcı uygulamaları ilk defa kamuoyunda
tartışmaya açan Türkiye’de yaşayan Ermeni
aydınıydı. Hrant, Ermeni gerçeğini anlatmaya
gayret ederken tek hedefi Türklerin büyük bir
adaletsizlikle, suçla yüzleşmesini sağlamak
değildi; bu sayede Türklerin ve Ermenilerin
birbirlerini anladıkları, dostluk duyguları
geliştirdikleri bir yakınlaşmanın da
yaşanabileceğini hayal ediyordu;
böyle bir içsel değişim/dönüşümle iki halkın
bir asırdır bünyelerinde yer eden virüsten
kurtulabileceklerine inanıyordu.
Ani Köprüsü: Türkiye-Ermenistan sınırını ayıran Arpaçay Nehri’nin üstünde…
Bu yüzden sadece Ermenilerin değil
vicdan sahibi olan ve eşitliğe inanan
tüm yurttaşların sesi olma sorumluluğunu yüklendi.
Yanılmıyorsam Hrant, komşu halklar
olduğumuz ve benzer kültürel özellikler
taşıdığımız için, Ermenistan halkı ile
yakınlaşmanın öncelikli olduğuna ve
barışma sürecine büyük bir katkı sağlayacağına
inanıyordu; diaspora Ermenilerinin vatandaşı
oldukları ülkelerde, hükümetlerin, siyasetçilerin,
soykırımı tanıma meselesini araçsallaştıracaklarından,
bunun da Türk toplumunda önyargıları
güçlendireceğinden endişe ediyordu.
Soykırımı tanıma meselesinin diyaloğun
ön şartı olarak öne sürülmesini doğru
bulmadığından, dili diaspora
örgütlerininkinden farklıydı.
Sanırım bu konuda diaspora ile Ermenistan
toplumu arasında bir farklılıktan söz edilebilir.
Kendilerini köklerinden, tarihî anavatanlarından
kopartan 1915’in soykırım olarak tanınması,
bu şekilde belleklerde yer etmesi, farklı ülkelere
dağılmış Ermeniler için birleştirici bir öğe,
diasporada gelişmiş siyasi kültürün kurucu unsurlarından.
Ermeniliğin milli kültürel kimliği oluşturduğu
ve bunu besleyen kültürel mirasa sahip Ermenistan’da
ise toplumun belirgin bir kısmı için 1915’in
kamusal bellekte böylesi bir işlevi olmadığı
söylenebilir. Diasporadaki örgütlerin itirazlarına
rağmen Ermenistan hükümetinin Türkiye ile
imzaladığı protokolde 1915’e herhangi bir atıfta
bulunulmamış olması Ermenistan’ın önceliklerinin
farklı olduğunu göstermişti. Ermenistan’ın hafızası
Buna karşılık, 1920 yılında Kazım Karabekir
komutasında düzenlenmiş olan,
Ermenilerin Kars’tan ve Gümrü’den çekilmesine
ve önemli askerî ve sivil kayıplar vermesine
yol açan askerî harekât, Ermenistan tarihinde
daha önemli bir yer tutuyor.
Bu çatışmadan hemen sonra Sovyetler Birliği ile
Türkiye Cumhuriyeti arasında
‘Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması’ imzalandı
ve bu paralelde yapılan ‘Kars Antlaşması’yla
Türkiye Ermenistan arasındaki sınır ihtilafı
sona erdirildi. Ermenistan’ın Sovyetler Birliği’ne
dahil olması ve milli duyguların tezahürünü
hoş görmeyen sosyalist ideoloji (1960’lı yıllara
kadar soykırım anmalarına izin verilmiyordu)
genç nesillerin Türkleri düşman olarak gören
bir anlayışla yetişmelerini önledi.
Ancak, iki ülke arasında, Türkiye-Yunanistan
savaşı sonrasında gerçekleştiği gibi bir yakınlaşma,
barış iklimi yaşanmadı. İki komşu toplum,
Sovyet sisteminin kapalılığının da etkisiyle,
birbirleriyle karşılaşmadan, ilişki kurmadan,
birbirlerinden uzak yaşadılar.
Sovyetlerin dağılmasından sonra Yukarı Karabağ
sorununun patlaması ve Ermeni güçlerinin reyonları
işgali sonucu başlayan siyasi ilişkiler donduruldu.
Adil bir barış ihtiyacı Son Karabağ çatışmasıyla
Türkiye 1920’den sonra ilk defa Ermenilerine karşı
bir askerî harekâtta aktif rol oynamış oldu,
uzun yıllardan sonra ilk defa Ermenistan halkı
Türkiye’yi savaşta, karşı tarafta bir güç olarak algıladı.
Savaşın yarattığı şiddetin, yenilginin yarattığı travmanın,
1920 savaşının anılarını ve 1915 ile ilgili anlatıları
canlandırmaya başladığını, bunların kamusal bellekte
öne çıkmış olduğunu gösteren işaretler var.
Bu nedenden dolayı bir yıl önce Agos’a yolladığım
cevaplarıma bir ek yapmak istiyorum.
Eğer kısa zaman içinde karşılıklı olarak adil
kabul edilen bir barış ve toplumlararası ilişkilerde
iyileşme yaşanmazsa, Türkiye-Ermenistan
normalleşme süreci Ermenistan’da Türklere
karşı önyargılı genç kuşakların
yetişmesini önleyemeyecek.
Geçmişte acı şeyler yaşamış, birbirlerini düşman
olarak bellemiş toplumların dostluk ilişkileri
geliştirmeleri onlara siyasi olgunluk kazandırıyor.
Otoriter milliyetçi akımların kullandığı düşman
kavramı ve algısının zayıflaması ile demokrasi
kültürünün gelişmesinin önündeki engeller de
azalmış oluyor. Böyle bir gelişmeye her iki
toplumun ihtiyacı olduğuna inanıyorum.
https://t24.com.tr/yazarlar/hasan-cemal/turklerle-ermeniler-arasinda-adil-bir-baris-ihtiyaci,38761
İlk yorum yapan siz olun