Peki, Hrant Dink’in bu iki konuya, yani soykırım ve diaspora meselelerine bakışı nasıldı? Tabii ki, burada bu soruya kapsamlı cevaplar verecek kadar yerimiz yok. Fakat, en azından “soykırım demez” miydi, “diasporaya karşı” mıydı, bu sorulara cevap verebiliriz.
Hrant Dink katledileli 16 sene oldu. Çok şey söylendi, daha da çok şey söylenebilir. 2000’lerin başından bugüne demokrasi, birlikte eşit ve özgür yaşama dair her şey Türkiye’de tepetaklak olsa bile, bu konularda bir ‘Hrant Dink etkisi’nden rahatlıkla söz edilebilir. Onun konuşmalarına, sözlerine, yazılarına, tavrına tanıklık eden, özellikle de ‘çoğunluğa’ mensup çok sayıda insan geri döndürülemez bir değişim yaşadı; hep şeytanlaştırılmış kesimlere başka bir gözle bakmayı öğrendi. Adına empati deyin, duygudaşlık deyin, at gözlüklerinin çıkarılması deyin… Toplumda bu yaklaşımı taşıyan kişilerin sayısının yükselmesi, şüphesiz ki zikrettiğimiz demokrasi, özgür ve eşit birlikte yaşam konusunda bir kazanımdır. Hrant Dink, bunu başardı. Dediğim gibi, hava demokrasi için Türkiye’de tersine dönmüş olsa da, Dink’in insanların kalbine ektiği tohum boy vermeye devam ediyor. Tabii, hiçbir şeyin etkisi sonsuz değildir. Biz kalanlara düşen, Hrant Dink’in yaklaşımını, fikirlerini –eleştirilemez, yanlışlanamaz kılmadan– hatırlamak ve hatırlatmaktır.
Tam da bu noktada belli bir zamandır gözlemlenen bir duruma dikkat çekmek istiyorum: Dink’in devletçi, tekçi, Türkçü resmî ideoloji taşıyıcıları tarafından ‘ehlileştirilmesi’, ‘içerilmesi’ veya ‘soğurulması’. Söylemeye çalıştığım, kısaca şu: Sanki Hrant Dink resmî ideolojinin temellerini sarstığı için öldürülmemiş gibi, “Soykırım demezdi”, “Diasporaya karşıydı” gibi yanlış, en iyi ihtimalle yarı doğru iddialar vasıtasıyla resmî ideolojinin aparatı hâline getiriliyor. Böylece, Hrant Dink’in yalnızca sözlerini değil, sembolik gücünü de etkisizleştirmeye çalışıyorlar. Bu, mafyanın, öldürdüğü adamın cenazesine en büyük çelengi göndermesine benziyor. Buna karşı yapılması gereken de gene Dink’in sözlerinin içeriğini hatırlamak ve hatırlatmak. (Bunun için önemli kaynaklardan biri, Hrant Dink’in yazılarının Hrant Dink Vakfı Yayınları tarafından basılmış seçkileridir.)
Peki, Hrant Dink’in bu iki konuya, yani soykırım ve diaspora meselelerine bakışı nasıldı? Tabii ki, burada bu soruya kapsamlı cevaplar verecek kadar yerimiz yok. Fakat, en azından “soykırım demez” miydi, “diasporaya karşı” mıydı, bu sorulara cevap verebiliriz.
Soykırım konusundan başlayacak olursak, “Hrant soykırım demezdi” iddiasını ortaya atanlar, onun Ermenilere yapılanın soykırım olduğuna inanmadığını söylemeye çalışıyorlar. Evet, Hrant Dink bağlamın gerektirdiği her yerde soykırım demez veya yazmazdı ama sebebi o kişilerin dediği gibi buna inanmaması değildi. Bilakis, Hrant Dink’in, atalarının başına getirilen felaketin soykırım olduğuna dair hiçbir şüphesi yoktu ve yazılarında, konuşmalarında bunu doğrudan veya dolaylı biçimde birçok kereler ifade etmişti. Hatta, şöyle söylüyordu: Ermeniler oldukları yerlerden altın uçaklarla alınıp başka yerlere götürülseydi bile bu soykırım olurdu, çünkü bir halkın kökünü binlerce yıldır yaşadığı topraklardan kesip atmak demektir bu. Dolayısıyla, Dink’in soykırım konusundaki duruşu açıktır. Bunu tespit ettikten sonra, ikinci olarak söylenmesi gereken ise şudur: Evet, Ermenilere yapılanın soykırım olduğunu düşünürdü ama bunun, karşısındakinin kendisini dinlemesine engel olacağını düşündüğü için, söze “soykırım” diyerek başlamaz, bunu özellikle her seferinde vurgulamazdı. Başka bir deyişle, diyaloğu sürdürebilmek için, soykırımı “soykırım” demeden anlatmanın yollarına bakardı ki bunda da oldukça başarılıydı. Zaten, katledilmesinin en önemli sebeplerinden biri buydu – kendini dinleterek, Ermenilere yapılanın büyük bir haksızlık, büyük bir zulüm olduğunu insanlara anlatabilmesi ve onları ikna edebilmesi.
Diaspora konusuna gelecek olursak; Hrant Dink’in, hâller içinde bir hâl, daha ayrıntılı söyleyecek olursak bir savrulmuşluk hâli olan, pasaportunu aldıktan sonra her fırsatta gidip konuştuğu, ziyaret ettiği topluluklardan oluşan Ermeni diasporasına kategorik olarak karşı olması gibi bir şey söz konusu değildir. Tam tersine, her fırsatta o insanların “buralı” olduğuna vurgu yapmıştır. Gel gelelim, diasporadaki kanaatin, eğilimlerin ve eylemlerin oluşmasını sağlayan yapı ve kurumlara, bir kısmına benim de katıldığım, bir kısmına katılmadığım çok ciddi eleştirileri vardı, özellikle Ermenistan’la ilişkileri konusunda. Diasporadaki bu kurumların saplantılı ve dar görüşlü olduğunu iddia ediyordu. Nitekim, işin acı tarafı, onun cinayetine giden süreç tam da diasporaya böyle bir eleştiri yaptığı bir yazısının kasıtlı biçimde çarpıtılmasıyla başladı. Diasporaya yaptığı eleştiriden, acı bir ironi olarak, “Türklüğe hakaret” çıkardılar. Diasporaya, mealen “Türk’e karşı olan saplantından kurtul, bu saplantı seni zehirliyor, onun yerine Ermenistan’la dayanışmayı koy” diyordu ama elbirliğiyle ifadelerini çarpıttılar ve bir linç kampanyasının konusu yaptılar. (Bunu yazarken “Acaba Dink o yazıyı yazdığında Twitter bu kadar etkili bir mecra olsaydı ne olurdu?” sorusu düştü aklıma. İşin vardığı sonu düşününce “Daha kötü olurdu” demek mümkün değil. Kim bilir, kasıtlı olarak yaratılan yanlış algı belki orada düzeltilebilirdi. En azından, daha fazla müdahil olabilirdik. Bilmiyorum.)
Sonuçta ne oldu? Diyalog uğruna karşısındakinin hassasiyetini de mümkün olduğunca gözetmeye çalışan, samimi düşüncesi onu gerektiriyorsa Ermenileri ve Ermeni kurumlarını da eleştirmekten kaçınmayan Hrant Dink’e dahi Türkiye devleti ve toplumu tahammül edemedi, onu öldürdü. Bu da o devlet ve topluma dair bir göstergedir herhâlde.
https://www.agos.com.tr/tr/yazi/28083/hrant-dinkin-ehlilestirilmesi
İlk yorum yapan siz olun