Bu kez yol Marmara’nın eski bir balıkçı köyüne çıktı. Bir mezarlığın üzerine kurulan bu köy “yeniden dirilliş”in kanlı canlı hikayesiydi. Adı Samatya idi.
Bir zamandır İstanbul’un semtlerine kulak kabartıyorum. Yokuşlu inişli yollarında eski zamanın tanıklarını bulup hikayelerini kurcalıyorum. İstanbul bu. Ne hikayesi bitiyor ne yolları… Kendimi yokuş aşağı denize doğru bıraktığım bir yolun sonunda bu kez Samatya çıkıyor karşıma. Küçük, dar sokaklarında herkesin birbirini tanıyan, yabancıyı yan gözle kesen halleriyle gündelik yaşamlarına tutunurken buldum. Hoş başka nasıl bulacaktım ya… Hiç rahatsız edilmeyi ummuyorlar aslında. Bir yabancıya hikaye anlatmaya da pek hevesli değiller ama yok öyle yağma, bir kere girdik bu yola.
Antik çağda bir mezarlıktan ibaret bu semt. Marmara manzaralı hoş bir istirahatgah gibi düşünülse de değil. Suçluların, idam mahkumlarının yurdu Samatya. Semt, Bizans ile önem kazanmaya başlıyor, Osmanlı ile şanı artıyor. Şanı artıyor derken bakmayın abarttığıma bir garip balıkçı köyü işte…
*Psamathia’dan Samatya’ya dönüşen bu balıkçı köyünün sokaklarında dolaştıkça kapılarına birer birer vurup “bana hikayenizi anlatın” diye bağırmak geçiyor içimden. Bu mezar yerinde yaşamak nasıl bir şey? Merakıma yeniliyorum, çalıyorum kapıları…
GÜLCEMAL’İN GETİRDİKLERİ
İlk kapıyı açan Pakrat Estukyan oluyor. Beni bu yola sokan da o değil miydi zaten. Elif Atalay’ın Estukyan’ın anlatımıyla yazdığı Fesi Düşürmeden kitabı ellerimin arasındaydı yol boyunca. Pakrat Bey de biliyor böyle olduğunu. Birer kahve bolca sigara ile başlıyor hikayeyi anlatmaya… Estukyan ailesinin Samatya ile buluşması 1915 sonrasına denk geliyor. Binlerce insanı binlerce yükü ve gözyaşlarını taşıyan meşhur Gülcemal yine iş başında. Trabzon Limanı’ndan topladığı gözü yaşlı yolcularını İstanbul’a getiriyor.
İstanbul’a gelen Pakrat Bey’in ninesi, kucağında annesiyle mülteci kampının kurulduğu Samatya’ya Surp Kevork Kilisesi’ne geliyor. Samatya’da eski bir Bizans kilisesi olan Surp Kevork kollarını yurdun dört bir yanından gelen Ermenilere açıyor, onlara yeni bir yuva oluyor. Daha sonra neredeyse hepsi ilk yuvaları olarak gördükleri Surp Kevork’un etrafında toplanıyor. Pakrat Bey’in ailesi de öyle…
Surp Kevork’tan biraz ötede İzci Sokak’ta devam ediyor hikayesi. Dedesi Vartan Bey semtin kalaycısı oluyor. Her gün sokak sokak dolaşıyor tüm semti. İhtiyacı olanın kapısına kadar gidiyor. Ninesi, annesi tek katlı bahçeli evinde…
“TÜRBELERE HEM HIRİSTİYANLAR HEM MÜSLÜMANLAR GİDERDİ”
Pakrat Bey’in çocukluğu Rumeli Hisarı, Beyoğlu ve Samatya arasında geçiyor. Annesi Rumeli Hisarı’na gelin gidince haliyle çocukluk hatıraları bir semte bağlı kalmıyor Pakrat Bey’in ama Samatya’nın yeri apayrı onda…
“Çocukluğumda Ermeniler, Rumlar, Müslümanlar vardı Samatya’da. Bu üç farklı dine mensup halk arasında garip ortaklıklar vardı. Mesela Samatya’da bazı türbeler vardı. Bu türbelere Müslümanlar da giderdi, Hıristiyanlar da… Hacı Kadın Hamamı da herkesin hamamıydı. Ortaklaşa bir sürü sosyal alan vardı. Gettolaşmış bir semt değildi Samatya, Hıristiyanı ve Müslümanı ile yani nüfus yoğunluğuyla görünür bir semtti.”
1960’lı yıllarda değişim Samatya’nın da kapısını çalıyor. Çağın modern apartmanları yani bugün sokaklarında görüp burun kıvırdığımız o apartmanlar ahşap evlerin yerine dikilmeye başlıyor teker teker.
KIÇ AĞRITAN YAZLIK SİNEMALAR
“Şenlikliydi” diye anlatıyor Pakrat Bey semtini:
“Yazlık sinemalarını unutamam Samatya’nın. Akşamları en ucuz eğlenceydi. Bütün aile birlikte sinemaya gelirdi insanlar. Bebekler pusette, anneler bir yandan onları sallar bir yandan film izlerdi. Ucuzdu. İki film 1 liraydı. Minderi kolunun altına alan gelirdi. Sandalyeler tahtaydı. 3-4 saat oturursan kıçın ağrırdı. Büyük bahçelerden bahsediyorum. Bin kişi alabiliyordu bu bahçeler. Sonra bu bahçelerin hepsi yapılaşmaya kurban gitti. Hepsinin yerine apartman dikildi.”
Zamanla Samatya halkı da Bakırköy, Yeşilköy hattına göç ediyor. Yeni apartmanlar Samatya’nın eski ahşap evlerine göre daha cazip geliyor. Haksız mı Samatyalı? Kutu gibi üst üste yapılmış ahşap eski yapılardan ise büyük ferah düz bir daireyi tercih ediyor elli bollaşan. Ancak yine de çok fazla uzaklaşamıyor. En uzak adres Yeşilköy. Hepsi banliyö hattı boyunca rahat yuvalarını buldu.
KOLİMA KADINLARI, ORHAN, FERDİ VE PASKALYA ÇÖREĞİ KOKULU SOKAKLAR
Samatya’ya sonradan gidip de bir daha çıkamayanlar da var. Bana kapısını açan bir diğer isim Boğos Terziyan oluyor. Kendini “hanımköylü” olarak tanıtan Boğos Bey aslında Bakırköylü. Eşiyle evlendikten sonra Samatya ile buluşuyor. İnsanların o sırada Samatya’dan kopup tercihlerden biri de Bakırköy olurken Boğos Bey’in hikayesi tam tersi yönde seyrediyor.
80’li yıllarda sadece arkadaşlarını ziyarete gittiği Samatya 1995 yılında artık yeni yuvası oldu Boğos Bey’in. Hafızasındaki Samatya’da kolima yapan kadınların evlerinden gelen makine sesleri ve o sese eşlik eden Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur var.
Yumurta bayramında panayıra dönen sokakların kokusu hala burnunun ucunda. “Paskalya çöreği kokardı Samatya” diye anlatıyor Boğos Bey.
Şimdi eskisi gibi olmasa da yine mahallesindeki birlik ve beraberlikten hoşnut Boğos Bey her ne kadar ilk geldiği yıllar bunu yadırgasa da…
“Eve gelene kadar onlarca insan selam verirdi, tanımazdım. Eve geldim mi Ayda’ya (eşi) sorardım bana şu tipte birisi selam verdi, diye. ‘Sen Zennuk’un damadısın, herhalde’ derdi. Azalmış da olsa bu tanışıklık ve samimiyet devam ediyor. Samatya’da aradığınız kişiyi ya kahvede ya da kilise bahçesinde bulursunuz.”
CİNAYETİN GÖLGESİNDE SAMATYA
Maritsa Küçük geliyor aklıma. İnsanın kendini en güvenli hissetmesi gereken yerde; evinde öldürülmüştü. Sonra Hıristiyanlara yönelik artan saldırı vakaları… Boğos Bey ve Pakrat Bey’in anlattıklarından sonra istemsiz o soru düştü aklıma. Nasıl bu hale gelmişti Samatya?
Pakrat Bey bunun Samatya’ya özgü bir durum olmadığını söylüyor:
“Her yer tekinsiz oldu zaman zaman Hıristiyanlar için. Bu memlekette bir ötekileştirme siyaseti hep egemen oldu. Bundan tabii Samatya da nasibini aldı. Maritsa Küçük kriminal bir tabloydu. Peş peşe benzer olaylar yalandı. Ondan sonra Samatya daha tekinsiz gibi bir izlenim oluşturdu ama ben öyle düşünmüyorum. Çünkü Samatya insanların yaşadığı bir yer.”
Boğos Bey ise münferit bir olay olarak değerlendiriyor:
“Her yerde oluyor. Yine yaşlısı genci herkes sokaklara çıktı, pazarına gitti. Annem ufak bir tedirginlik yaşadı. Ona uyarılarımızı yaptık ama sonra hayatına devam etti o da.”
GİTMEKLE KALMAK ARASINDA SIKIŞMAK
Yaşanan kötü olaylar Samatyalıları etkilese de mahallelerinde huzuru yeniden yakalamak onlar için zor değil. Bir mezarlıktan hayat yaratmış insanlar onlar. Bunun da üstesinden geliyorlar. Bazen camdan cama sohbetlerde, bazen kilise bahçesinde bir tanıdığa tutunmak tüm acıların en kuvvetli ilacı oluyor onlar için. Boğos Bey, bazı yabancıların semte girmesiyle bu samimiyetin giderek azaldığından şikayetçi:
“Etrafımızdaki esnafların çoğu değişti. Bizim bildiğimiz mahalle yaşamına pek uymayan insanlar. Eski insanlar azaldı. Bir avuç kaldı eskilerden. Giderek yabancılaştığımızı hissediyoruz.”
Boğos Bey son senelerde yaşadığı yabancılık hissi yüzünden arada bir aklına gitmeyi koyuyor. Bu fikre karşı direnç gösteriyor. Dili “giderim” dese de gönlü hala beraber yaşadığı komşularıyla kalacak biliyor. Gitmekle kalmak arasında arafta “Samatya olmazsa yine doğduğum yere dönerim, Bakırköy’e.”
SURP KEVORK’UN EVLATLARI
Pakrat Bey ise çocukluğunun Samatya’sını bulamasa da hala ailesinin bir yadigarı gibi benimsiyor semtini. Eskiye nazaran daha az ziyaret etse de hiç yabancılaşmadan hala aynı samimiyeti yakalayabiliyor:
“Surp Kevork Kilisesi’nin çok ilginç bir avlu profili vardır. Günün hangi saati giderseniz gidin kilisenin avlusunda oturan en az 10 tane yaşlı insan bulursunuz. Gün boyunca kilisenin avlusundadırlar. Oranın vakıf yönetimi de bu insanların rahat etmesi için ellerinden gelen her şeyi yapar. Çardak yaparlar, banklar hazırlarlar… Kış için yine kapalı bir mekan da yaptılar. İstanbul’da bu tabloyu göreceğiniz başka bir kilise yoktur.”
Anlaşılan 1915 sonrası Ermeni mültecileri kapısını açan Surp Kevork bugün de aynı misafirperverlik ve cömertlikle insanlarına yuva olmaya devam ediyormuş. Surp Kevork kollarını açtıkça evlatlarına Pakrat Bey asla yabancılaşmıyor semtine. “Çocukluğumdaki Samatya değil ama hala bizim Samatya” diyor Pakrat Bey. Uzaktaki bir akrabanın, dostun şefkati gibi benimsiyor semtini.
*Psamathia: Samatya’nın eski adıdır. Yunanca olan isim “Kumlu” anlamına gelir. Geçmişte semtte bol bulunan kumlu topraklardan ileri geldiği sanılmaktadır
KAYNAK
Fesi Düşürmeden / Elif Atalay
Fotoğraf: Eski İstanbul Fotoğrafları Arşivi
https://www.gercekgundem.com/gezi-mekan/mezar-yerinde-dogan-semt-samatya-408521
İlk yorum yapan siz olun